"Gerginliğin Gölgesinde: Türkiye-Batı Avrupa İlişkileri"

Avusturya: “Başörtüsü Dinî Vecibedir” Demek Sorun Mu?

Mart ayında Avusturya’da, Avusturya İslam Cemaati’nin (IGGÖ) başörtüsünü “İslam’ın farzı” olarak tanımlayan raporu tartışma konusu oldu. Avusturyalı siyasetçiler “başörtüsü yasağı” sinyalleri verirken, birçok Müslüman İslam’ın normatif bütünlüğünün sorunsallaştırıldığı kanaatinde.

Almanca, Goethe’nin dili: Romantik, şiirsel. Ama aynı zamanda Freud’un da dili: Analitik ve somut. Öte yandan bu dil Gadamer’in, yani metodik ve keskin bir analizin de dili. Özellikle Avusturya siyasetinin son zamanlarda kullandığı söylem bizlere Almancanın ne yazık ki aynı zamanda dışlayıcı ve aşağılayıcı da olabileceğini gösteriyor.

Bu girişin ardından bir soruyla başlayalım. Dinî açıdan çoğulcu olan bir devlete yöneltilmesi gereken esas soru şudur: “Söyle bakalım, din ile, daha doğrusu dinî sembollerle aran nasıl?”

Avusturya’da başörtüsü devlet nezdinde, Hristiyanlık’taki haçın konumuna benzer bir şekilde, İslami/dinî bir semboldür. Avusturya devleti kendini tarafsız dünya görüşüne sahip bir devlet olarak tanımladığı için de hâkimlerin, savcıların ve polislerin görünür siyasi veya dinî semboller taşımasını yasaklıyor. Devletin bu yasağının kapsamına yalnızca haç girmiyor, zira görünüşe göre haç devletin sevgisini kazanmış dinî bir sembol. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin kararına göre haç sadece dinî bir sembol değil, aynı zamanda “Batı tarihinin bir sembolü” ve Avusturya da kendisini bu tarihle özdeşleştiriyor.

Avusturya Eğitim Bakanı Sonja Hammerschmid de bu duruma vurgu yapıyor: “Federal hükûmetin çalışma programında1 ifade edilen tarafsızlık ilkesi sınıflarda asılı olan haçlar için geçerli değil. Bunlar bundan sonra da dersliklerde asılı kalacak, tıpkı mahkeme salonlarında kalacakları gibi.”

Avusturya İslam Cemaati’nin (IGGÖ) Başörtüsü Raporu

IGGÖ, başörtüsüne dair bu hararetli tartışmalar karşısında mart ayında başörtüsü konusuna dair teolojik bir görüş bildirme gerekliliği gördü. IGGÖ’nün görüşüne göre başa takılan örtü sadece “dinî bir sembol” değil, aynı zamanda insan hakları çerçevesinde korunan dinî bir inancın uygulanışı. Bu açıklamanın ardından kurum büyük bir tepki dalgasının içinde kaldı. Tepkileri asıl başlatan husus IGGÖ’nün, vücudun belli bölgelerinin örtülmesinin “dinî bir farz” olarak tanımlamasıydı. Gayrimüslim kamuoyu, Entegrasyon Bakanı ve Devlet Sekreteri, IGGÖ’nün açıklamasının ardından kadınları sözüm ona gizli bir “başörtüsü dayatması”ndan korumak konusunda endişeli olduklarını söylediler.

Bu söylemler aslında arketip bir fenomene işaret ediyordu. İslam cemaati tehditkâr bir tavırla beyanını yeniden gözden geçirmeye davet edildi. Entegrasyon Bakanı Sebastian Kurz oldukça endişeli olduğunu şöyle dile getirdi: “Aslında dinî bir cemaatin iç işlerine karışmam ama Entegrasyon Bakanı olarak neyi doğru ve neyi yanlış bulduğumuzu açıkça söylemek zorundayım. Başörtüsü takma zorunluluğunu kesinlikle reddediyoruz. IGGÖ’yü, internet sayfasındaki bu teşviki konusunda ne düşündüğünü ve bu konuda ısrar edip etmediğini açıkça söylemeye davet ediyorum.”

Burada akıllara şu soru gelmektedir: Yaklaşık 1500 yıllık bir farzın bu şekilde tanımlanmasında ne gibi bir mahsur vardır?

Kendi Kaderini Tayin Hakkı?

Avusturya’daki İslam Yasası’nda da belirtildiği gibi dinî-ideolojik tarafsızlık sorumluluğu, devlete dinî bir cemaatin inanç ve öğretilerini değerlendirme veya sorgulama hakkı tanımamaktadır. İslam Yasası’nın 2. Maddesi 1. Paragrafına göre, “İslam dinî cemaatleri iç işlerini bağımsız bir şekilde düzenleyerek yönetirler. Bu cemaatler inanç ve öğreti serbestliği ve kamusal alanda dinî ibadetlerini uygulama hakkına sahiptir.”

Aynı maddenin ikinci paragrafı Müslüman cemaatin kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili daha uyarıcı bir nitelik taşımaktadır:
“İslami cemaatler yasal olarak tanınan diğer cemaatlerle aynı yasal güvenceye sahiptir. İslami cemaatlerin öğretileri, kurumları ve uygulamaları da yasal düzenlemelere aykırı olmadığı müddetçe aynı güvence altındadır. Dinî cemaatler, cemiyetler veya bunların diğer kolları ve üyeleri devletin genel kurallarına uyma yükümlülüğünü, ilgili durumda geçerli olan devlet hukuku böyle bir olanak vermiyorsa, dinî cemaat dâhilindeki düzenlemeler veya öğretilere dayanarak reddedemez.”

Bu durumda “dinî sembol”lerin inancın kamuda ifade ediliş biçimi ve kişisel inançların dışa vurumu olduğunu düşünürsek, her bireyin din özgürlüğünün korunması ve dini uygulama, yönetme ve öğretme hakkının korunması gerektiği noktasında uzlaşmış oluruz.

Dinin Norm Bütünlüğü

Latince “religio”, yani Avusturya’da kullanıldığı şekliyle “Religion/din”, “vicdani duyarlılık”, “özen”, “düşünmek”, “dikkat etmek” gibi anlamlara gelmekte ve esasen “hükümlerin dikkate alınması konusundaki titizliği” ifade etmektedir.
Bu anlamda inançlı insanlar için Allah’ın emirlerini özenle ve titizlikle yerine getirmek önem taşımaktadır. Buna ilişkin emirleri (farz ve yasaklar) İslam’da sadece Allah verir, Allah yarattıklarına emirlerini idrak edebilmeleri için bir akıl vermiş ve onlara bu emirlere uyup uymama konusunda özgürlük tanımıştır. Dinî emirlere uyulup uyulmaması kişisel önceliklere bağlıdır. Dinî açıdan bakıldığında bu yükümlülüğü yerine getirme konusunda herkes kendi sorumludur. Bu kişisel kararlar bireylerin dinî uygulamalarını değiştirir, fakat dinin norm bütünlüğünü değiştirmez.

Dinî bir cemaat, din özgürlüğü çerçevesinde dinin yaşanmasını sağlayan bütüncül görevlere sahiptir ve inananların menfaatlerini savunur. IGGÖ’nün, yüzlerce yıldır âlimler arasında genel bir uzlaşmanın olduğu İslam’ın emir ve yasaklarını açıklayarak tanımlamaya “cüret” edişine yönelik kamusal bir öfke oluşması oldukça garip. Yoksa bu tartışma Müslümanlara inançlarının hilafına başka şeylerin dikte edilmeye çalışıldığının bir göstergesi mi?

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler