'Dosya: "Okulda Irkçı Ayrımcılık"'

“Irkçılık Sadece Geçmişte Kalan Bir Fenomen Değil”

Bochum Üniversitesi Sosyal Bilim Didaktiği bölümü öğretim üyesi olan Prof. Karim Fereidooni pedagojik enstitülerde ırkçılık eleştirisi ve öğretmenler odasındaki ırkçılık gibi konularda uzman. Aynı zamanda üniversitede öğretmen adaylarına eğitim veren Fereidooni ile okulda ırkçılığın nasıl engellenebileceğini konuştuk.

Prof. Karim Fereidooni

Okuldaki ayrımcılık neden oldukça önemli bir konu?

Almanya’da okullar hangi kökene sahip olduğu fark etmeksizin herkese hizmet vermek gibi iddiaya sahip. Bunun yanı sıra Alman okulları birer kamu kuruluşu, bu kurumlarda ayrımcılığa karşı koruma ve okullarda eşitliğin sağlanması konusunda normatif bir iddia var.

Bazı okullarda okul bahçesinde Almanca dışındaki bir dilin konuşulması yasak. Bu durumdan öğretmenler odasındaki öğretmenler de etkileniyor. Fakat bu “dil yasağı” tüm diller için geçerli değil. İngilizce, Fransızca, İtalyanca ya da İspanyolca bu yasak kapsamına girmiyor. Sadece “daha az eğitim değerine sahip olduğu” düşünülen Türkçe, Rusça, Farsça ya da Kürtçe gibi diller okul bahçesinde hoş karşılanmıyor. Yaptırım önlemleri de hem öğrencileri hem de öğretmenleri etkiliyor.

Irkçı ayrımcılığın öğretmenlerden kaynaklandığı durumlarda öğrencilerin tepkisi nasıl oluyor?

Wiebke Scharathow’un araştırmasına göre öğrenciler çok farklı şekillerde tepki veriyor. Bazıları buna karşı çıkıyor, diğerleri karşı çıkmak istese de güç asimetrisinden dolayı korkuyor. Benim oldukça ilginç bulduğum bazı öğrenciler ise ayrımcılığın, diğer bir deyişle ırkçılığın farkına varmıyorlar. Araştırmalarıma göre toplumdaki ve okuldaki ırkçılık hakkında pek de konuşulmak istenmiyor. Herkes kendisini sorunun değil, aksine çözümün bir parçası olarak görüyor. Yalnızca aşırı sağcılar veya AFD üyeleri ırkçı olabilirmiş gibi bir inanış var. Buna, ırkçılığın yalnızca 1933-1945 yılları arasında var olduğu ve Federal Almanya Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri artık ırkçılığın olmadığı düşüncesi ekleniyor. Elbette 1933-1945 dönemindeki devlet ırkçılığı ile 1945’ten itibaren yaşanan günlük ırkçılık arasında fark var, fakat Almanya’da insanlar hâlâ ırkçı ayrımcılıkla karşı karşıya.

Günümüzde ırkçılık karşımıza “biyolojist” hâliyle çıkmıyor. Örneğin öğretmenler, “Siyahi öğrencilerim beyaz öğrencilerime kıyasla daha aptallar” demiyorlar. Bunlar günümüzde artık kabul edilebilir ifadeler değiller. Ancak toplum içinde söylenmesi mümkün olan ifadeler de var. Bunlar daha çok “Genç Müslüman erkek öğrencilerimin bir kadın öğretmen olarak beni kabul edip etmediklerini bilemiyorum” veya “Müslüman mülteci erkeklerin demokrasiyi öğrenebileceklerinden pek emin değilim.” gibi cümleler.

Peki, ırkçılık ile ayrımcılık arasındaki fark tam olarak nedir?

Irkçılık, ayrımcılığın özel bir şeklidir; gerçek ya da kişiye atfedilen bir kökene odaklanır ve bu kökeni küçümser. Dolayısıyla ırkçılık; köken, köken yapıları ve ırk yapıları ile ilgilidir. Bilindiği gibi “insan ırkları” yoktur. Biyolojist ırkçılık, insanları sömürmek için “ırkları” icat etmiştir. Bu hâliyle ırkçılık, insanları baskı altına almak için bir meşrulaştırma zeminidir.

Buna karşın ayrımcılık oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Kişi cinsiyeti yüzünden (cinsiyetçilik), sosyal statüsü yüzünden (sınıfçılık), ideal güzellik algısına göre yeteri kadar güzel bulunmaması yüzünden, cinsel tercihi yüzünden (heteronormatiflik) ayrımcılığa uğrayabilir. Dolayısıyla ayrımcılık oldukça geniş bir yelpazeye sahipken, ırkçılık kişinin gerçek ya da sözde kökeni ile ilgilenir ve bu kökeni küçümser.


Bazı öğretmenler, aday öğretmenlik süresince ayrımcılığa uğradıklarını, ancak kadroya girdikten sonra ayrımcılıkla daha az karşılaştıklarını ifade ediyor. Öğretmenlerin yaşadıkları ayrımcılık tecrübelerinin sebebi bu asimetrik pozisyon olabilir mi?

Kökeni fark etmeksizin birçok aday öğretmen, bu dönemin hayatlarındaki en zor dönem olduğunu düşünüyor. Kişinin göçmen kökenli olması durumunda bu zorluğa bir de “yanlış davranışları kökenle açıklama şablonu” ekleniyor. Göç kökeni her konu için bir gerekçe olarak kullanılıyor. “Ödevlerini yapmıyor, göç kökenli. Öğretmenlerine saygı duymuyor, göç kökenli. Göçmen olduğu için tahtaya çıktığında yanlış yapıyor.” gibi.

Üniversite eğitimi serbest bir zaman dilimi olarak algılansa da aday öğretmenlik oldukça yoğun bir süreç. Bunun yanı sıra aday öğretmenlik sürecinde kişi farklı roller içine giriyor. Aday öğretmen, sınıf karşısında ders anlatırken “öğretmen”dir, ama seminerlere katıldığında yeniden “öğrenci”dir. Stajyer öğretmenler ile bölüm başkanları arasındaki bu ilişki oldukça zor bir süreç olarak değerlendiriliyor.

Araştırmamda görüştüğüm 159 öğretmen şaşırtıcı bir şekilde öğrenciler ya da aileleri tarafından ayrımcılığa uğramamıştı. Bunun sebebi bir taraftan öğrencilerin iyi not almak için çabalamaları, diğer taraftan da veliler ile öğretmenler arasındaki iletişim sürelerinin oldukça kısa olmasıdır.

Bununla birlikte okuldaki idareciler ve diğer öğretmenler sık sık ayrımcılık uğrayan taraf olsa da ayrımcılık tecrübeleri yaşandığında da çoğunlukla yardımcı olanlar yine onlar.

Ayrımcılığa maruz kalan öğretmenler bu durumun üstesinden gelmek için ne tarz mekanizmalar geliştiriyorlar?

Başvurulan yöntemler farklı farklı. Bazıları uyum sağlıyor. Örneğin Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde başörtü yasağının olduğu dönemde başörtüsü takan kadınlarla röportajlar yaptım. Hâlihazırda Almanya’daki 16 eyaletin üçünde “başörtü yasağı” var. Bu yasaklar, aday öğretmenlerin başörtülü ders verebileceğini, ama memuriyete geçtikten sonra başörtü takamayacağını söylüyor. Bu yasaklar da kendi aralarında ayrılıyor. Örneğin Berlin’deki laik modelde her tür dinî sembolün kullanımı yasakken Bavyera’daki “Hristiyan-Yahudi-Batı Modeli”nde Yahudi kipası ve rahibelerin kullandığı başörtüsü bu yasağa dâhil değil; sadece Müslümanların kullandığı başörtüsü yasak.

Bu ayrımcı yasaklara bazı başörtülü kadınlar, “Beni böyle kabul etmek istemiyorlarsa almasınlar. Başörtümü çıkarmaktansa işsiz kalmayı tercih ederim. Çünkü bu benim kişiliğimin bir parçası.” şeklinde tepki veriyor. Bazıları kendilerini soyutlamayı ve mizah yapmayı tercih ediyor. Bazıları da oldukça idealist. “Değişim ajanı” olarak tanımlayacağım kişiler de mevcut. Bu kişiler öğrenciyken ırkçılığa maruz kalmışlar ve bir öğretmen olarak bu durumu değiştirmek istiyorlar.

Okulda ayrımcılığa maruz kalmış kişilere neler tavsiye edersiniz?

Bu oldukça zor bir soru. Şu anda Almanya’da yalnızca Berlin eyaletinde bağımsız bir şikâyet mercii var. Başvurulabilecek birçok farklı kurum da var: Berlin’de Federal Ayrımcılıkla Mücadele Merkezi (Alm. “Antidiskriminierungsstelle des Bundes”), Berlin’de Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi (Alm. “Antidiskriminierungsbüro Berlin”) ya da Duisburg’ta ARIC e.V. ve benzeri yerler sayılabilir. Okuldaki ırkçılıkla mücadele zor, bunun nedeni okuldaki güç asimetrisi ve mevcut yapılara müdahil olma hakkına sahip, bağımsız ayrımcılık dairelerinin olmaması. Dolayısıyla ayrımcılığa maruz kalan kişilere danışma merkezlerine başvurmalarını ve hukuki danışmanlık almalarını öneririm.

Irkçı ayrımcılığa uğrayan öğretmen ve öğrenciler kime başvurabilir?

Aday öğretmenlere tavsiyem, öncelikle buna değip değmeyeceğine bakmaları. Çünkü kişi, bazen “hiçbir şey yapmayarak” da başarılı olabilir. Bu da dişlerini sıkıp bir buçuk yıllık aday öğretmenlik dönemini atlatmak anlamına geliyor. Bazen hiçbir tepki vermemek, birçok alanda türlü türlü savaşa girmekten daha mantıklı olabilir. Eğer kişi ırkı sebebiyle ayrımcılığa uğradığını açıkça kanıtlayamayacaksa görmezlikten gelerek süreci tamamlamasını öneririm.

Ancak öğrencilerde durum daha farklı. Alman eğitim sisteminde velilerin varlığı önemli bir rol oynuyor. Ben kendim de altı yıl boyunca öğretmen olarak çalıştım ve öğretmenlere biraz baskı uygulamanın iyi olduğunu söyleyebilirim. Göç kökenli olan kişilerin veli toplantısı gibi yerlerde mutlaka bulunmaları gerek. Aynı zamanda çocuklarıyla ilgilendiklerini öğretmenlere hissettirmeliler. Bunun öğretmenlerin verdiği nota büyük etkisi var.

Neden eğitimde ayrımcılık yaşanıyor ve aynı not ortalamasına sahip olanlar kurumsal olarak haksızlığa uğruyor? Çünkü öğretmenler başka bir okula geçiş tavsiyelerinde genel değerlendirmelerini yaparken aslında hesaba katılamayacak bir unsuru göz önüne alıyorlar. Bu unsur da, velilerin çocuğu devam edeceği okulda destekleyip destekleyemeyecekleri. Bu sebeple göç kökenine sahip her veli okula gidip güçlü bir şekilde “çocuğumun eğitiminde başarılı olmasını istiyor ve bunu destekliyorum” mesajı vermeli.

“Rehber öğretmen” gibi okul içi mekanizmalar, öğrencileri ırkçı ayrımcılıktan koruma konusunda yeterli mi sizce?

Rehber öğretmen uygulaması olumlu bir uygulama, fakat yeterli değil. Rehber öğretmenlerin tam yetkisi ve çoğu zaman da ırkçılık hakkında bilgileri yok. Irkçılık konusu birçok farklı kurum tarafından ele alınması gereken ortak bir sorun.

Bunun için okulların kendilerini açması gerek. Öğretmenlik eğitimi esnasında bu çalışmaya başlanmalı. Öte yandan ırkçılık yalnızca beyaz Almanlar tarafından yapılmıyor. Farklı bir ten rengine sahip olan Almanlar ya da siyahi Almanlar, Türkler, Türkiye kökenli Almanlar, İran kökenli Almanlar da bu ırkçı söyleme sahip olabiliyor.

Irkçı söylemler toplumumuzdaki herkeste olabilir. Fark, “göçmenler” diğerlerini önemli toplumsal katılım alanlarından, örneğin çalışma, ikamet ve eğitim sektöründen sistematik olarak dışlayabilecek toplumsal iktidara sahip değiller.

Ayrımcılıkla mücadele konusunda başarı vaat eden bir yöntem de ırkçılığın öğretmenlik eğitiminin erken bir döneminde ya da okulda ele alınması olacaktır. 4 ya da 5 yaşındaki çocuklar bile farklı “ırkları” ve bu ırkların toplumdaki güç pozisyonlarını algılayabiliyorlar. Ben öğretmenlik yaptığım esnada bunu yakinen gözlemledim. 7. sınıfta siyaset dersinde bir öğrenci öne gelerek güncel bir haberi sunacaktı. Haberin konusu Moldova’da elma tarlalarında zamanında toplanmadığı için çürüyen elmalardı.

Öğrenci şöyle dedi: “Çok yazık, o ürünlerin hepsi yiyecek sıkıntısı çeken Afrika’ya gönderilebilirdi.” Eğer ırkçılıkla ilgili eleştirel bir bakışım olmasaydı, “Teşekkürler Maximilian, yerine otur. Kitabın 230. sayfasından devam ediyoruz.” diyebilirdim. Ama bunu yapmadım. Öğrencilerime şu soruyu yönelttim: “Afrika’yı düşündüğünüzde aklınıza gelen nedir?” Size şunu söyleyebilirim ki en olumlu cevap “piramitler”di. Geriye kalan bütün cevaplar açlıkla boğuşan, AİDS’ten ölen, kulübelerde oturan ve köylerde yaşayan çıplak ayaklı insanlardı. Bunun üzerine öğrencilerimden evlerindeki çocuk kitaplarını getirmelerini rica ettim ve bu imgeleri nereden edindiklerini anlamış oldum. Çocukken öğretilen basmakalıp bilgiler, şablonlar, resimler ve şarkılar zihinlerde birikiyor. Çocuk hiç karşılaşmamasına rağmen bazı insanları zaten tanıdığını düşünüyor. Dolayısıyla başarıya götürecek olan unsur, herkesin ırkçı bilgi üreten yapılarla eleştirel bir şekilde meşgul olması.

Alman eğitim sistemi eğitimsiz bir aileden gelen ve velileri ırkçı ayrımcılıkla başa çıkacak imkânlara sahip olmayan öğrencileri koruyor mu?

Öğretmenler genelde yüksek bir meslek etiğine sahip. Kimse çocuklara eziyet etmek için öğretmen olmaz, onlara bir şeyler öğretmek amacıyla bu mesleği seçer. Bu mesleğin birçok mensubu aynı zamanda oldukça özverili. Kurumsal ayrımcılıktan bahsettiğimizde aslında söz konusu olan okul sisteminde yapılması gereken kurumsal değişiklikler. Örneğin ilkokuldan sonra orta öğretim için okul yönlendirmesi yapılması hiç de yapıcı bir süreç değil. Bir çocuğun, on yaşındayken ileride doktor mu yoksa otomobil teknisyeni mi olacağına karar verilmesi mümkün değildir. İki yıl öncesinden bir öngörüde bulunulabilir ama on yıl öncesinden öngörüde bulunulamaz. Bu durumdan genellikle eğitimsiz aileler zarar görüyor.

Aslında eğitim düzeyi düşük, göç kökenli ailelerde güçlü bir eğitim isteği gözlemleniyor. Bu aileler çocuklarının başarılı olmalarını istiyor. Ancak bu ailelerin bilmesi gereken şey şu: Alman eğitim sisteminde yalnızca evde kendisine destek olunan çocuklar başarılı olabiliyor. Bu noktada yapılması gereken şey, tam gün eğitim veren okulların geliştirilmesidir. Almanlar da dâhil olmak üzere ailelerden çocuklarını okuldan sonra da ödev konusunda desteklemeleri beklenemez.

Diğer bir unsur ise eğitim almamış ailelerde velilerin eğitim sistemine dair korkularıdır. Diğer bir ifadeyle veliler, çocuklarını desteklemek istemelerine rağmen giderlerinin elde edilecek kazançtan daha yüksek olacağı endişesi taşıyor. Bu sebeple bu ailelere genellikle çocuklarını meslek eğitimine yönlendirmeleri tavsiye ediliyor.

Okullardaki ırkçı ayrımcılığın önlenmesi için hangi yapısal değişikliklerin yapılması gerek?

Sorunun cevabı oldukça basit: Bochum Üniversitesinde benim yaptığım gibi ırkçılık hakkında konuşmamız gerekiyor. Irkçılığa dair eleştirel bakış, öğretmenlerin mesleki yeterlilik eğitimlerinin normal bir parçası olmalı. Eğitim alan öğretmenlere ırkçılık eleştirisi, analiz etmeleri gereken bir konu olarak verilmeli.

Ayrıca bütün çocuklar için sadece tek bir okul modelinin sunulması gerek. Ancak bunun siyasi olarak yapılması hiçbir zaman mümkün olmayacak. Burada sorunun temeli öğretmenler değil, özellikle çocukları başarılı olan aileler. Bu “bütün çocuklara tek bir okul” yöntemi Hamburg’da bir defa denendi. Orada öğrencilerin okula gittiği ortak süre iki yıl uzatılarak 4 yıldan 6 yıla çıkarılmıştı. Bunun üzerine Hamburg’lu bir avukat tarafından başlatılan “Biz öğrenmek istiyoruz” (Alm. “Wir wollen lernen”) isimli bir veliler inisiyatifi oluşturuldu. Bu inisiyatifin amacı 10 yaşındaki çocukları birbirinden izole etmekti.

Dolayısıyla yapısal değişiklikler oldukça zor. Ancak bir şeylerin değiştirilmesi isteniyorsa yapısal değişikliklerin hayata geçirilmesi gerek. Çünkü bireysel değişiklikler yalnızca yapısal değişiklikler ile desteklendiği zaman işlevsel hâle gelir.

Okulda yaşanan ırkçı ayrımcılık konusunda Müslüman sivil toplum kuruluşlarına ne tarz görevler düşüyor?

Elbette bu kuruluşlar ırkçı ayrımcılık konusunda hassasiyet geliştirebilirler. Ancak ayrımcılık ve ırkçılıkla mücadele tüm toplumu ilgilendiren bir konu. Bu alanda Almanya’daki Müslüman sivil toplumun görevleri ile Hristiyan sivil toplumun görevleri aynı. Ayrımcılık ve ırkçılıkla herkes mücadele etmeli.

Öte yandan ırkçılıkla ilgili çok önemli bulduğum bir konu daha var: Afrika’nın sömürülmesine ve siyahi insanların köleleştirilmesine Müslüman nüfusa sahip devletler de müdâhil olmuşlardı. Yani ırkçı düşüncelere sahip olanlar sadece Maximilian ve Paul değil, Ali ve Muhammed ismine sahip olanlar da ırkçı olabiliyorlar. Müslüman ailelerde de ırkçı atasözleri, resimler, şakalar, imalar ve hikâyelerle büyüyen çocuklar var. Bu meseleyi görmek zorundayız. Tam olarak bu konuda Müslüman sivil toplumun eleştirel bir bakış kazanması gerek.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler