"Fransa"

Fransa’da İslamofobinin En Savunmasız Mağdurları Çocuklar

Geçtiğimiz yıllarda art arda gerçekleştirilen terör saldırılarıyla sarsılan Fransa’da Müslüman karşıtı algı ve söylemler giderek artarken, oluşturulan bu zehirli atmosferden en fazla etkilenen ise çocuklar oluyor.

Fransa’da 2015 yılında gerçekleştirilen ve 17 kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan Charlie Hebdo saldırılarının üçüncü yıldönümü 7 Ocak’ta düzenlenen bir törenle anıldı. Aynı saldırıdan iki gün sonra dört rehinenin hayatını kaybettiği Vincennes’deki koşer market saldırısı da unutulmadı. Bu saldırılara dair hatıralar zihinlerdeki tazeliğini korurken Fransız kamuoyunda İslam’a dair pek çok tartışma hız kesmeden devam ediyor. “Fransa’da İslamofobi var mı?” sorusu da bu tartışmalardan biri. Hem sağcılar hem de solcular arasında, sözcüğün kullanım şeklini eleştirenler, kavramın gerçekliğini sorgulayanlar, bunu yaparken de din eleştirisinin ya da 1905 Yasası’nda tanımlanan laiklik ilkesinin ardına sığınanlar var.

Ülkedeki bazı kurum ve kuruluşlar bilhassa Müslümanları gerçekte olan veya kendilerine isnat edilen dinî hassasiyetleri ve siyasi görüşleri nedeniyle hedef tahtasına oturtarak felaket tellallığı yapıyorlar. Bu tartışmalarda en çok zararı ise Müslüman ailelerin çocukları görüyor.

Çocuklara “Ben Charlie’yim” Baskısı

Charlie Hebdo saldırılarının hemen ardından piyasaya “Ben Charlie’yim” (Fr. “Je suis Charlie“) şeklinde yeni bir slogan sürüldü. Saldırı kurbanları için bir dakikalık saygı duruşu, özellikle de okullarda zorunlu hâle getirildi. O dönem açıklanan rakamlara göre, Eğitim Bakanlığınca 40 tanesi polise ve adli mercilere intikal ettirilen 200 vaka kaydedildi. Fransa’nın Seine Saint-Denis bölgesinde öğretmenlik yapan ve Perspektif Dergisi’ne konuşan Sonja Taleb, “Üç yıl önce, bazı öğrenciler saygı duruşu hakkında bir takım sorular sordular; kimi de saygı duruşuna riayet etmedi. Buna karşılık Eğitim Bakanı Najat Vallaud Belkacem bu soruların kabul edilemez olduğunu söyledi.” şeklinde konuşuyor. Oysa Taleb’e göre, öğrenciler saldırıların meşruiyetini değil; yalnızca kendilerinin Charlie olup olmadığını sorguluyorlardı. Taleb sözlerine şöyle devam ediyor: “Soru soran çocuklar teröristlere benzetildi; hem de saldırıları kınamalarına rağmen. Bize söylenen tek şey: ‘Hepiniz Charlie olmak zorundasınız’ idi. Çocukları bu tartışmanın içine hapsetmek zalimce. Bu çocuklar kamusal tartışmaların dolaylı ya da doğrudan kurbanları hâline geldiler. Müslüman çocuklar potansiyel birer şüpheli olarak görüldüklerini ve vatandaşlıklarının sorgulandığını hissettiler.”

8 Yaşında Sorgu Odasında

Kendisine yönelik şüpheler yüzünden 8 yaşındaki küçük Ahmed, Charlie Hebdo saldırısının hemen ardından kendini yaşadığı şehrin polis karakolunda bulmuş. Söylenenlere göre Ahmed, Charlie Hebdo kurbanları için yapılan saygı duruşunda bulunmayı reddetmiş. Olay aynı zamanda öğretmenleri tarafından Alpes-Maritimes çocuk esirgeme hizmetlerine, Ahmed’in aile ortamının incelenmesi amacıyla bildirilmiş. Kendisini Charlie ile özdeşleştirip özdeşleştirmediğini anlamak için polis tarafından sorguya çekilen Ahmed ise, malum karikatürleri çizenler ile Müslümanlar arasında bir tezat olduğunu düşündüğünü belirtmiş.

Aradan geçen üç yıla rağmen Fransa’da kamuoyundaki bu taraflı tartışma devam ediyor. Fransa İslamofobi ile Mücadele Derneği (CCIF – Fr. “Collectif Contre l’Islamophobie en France”) Yöneticisi Lila Charef, Sonia Taleb’inkine benzer gözlemlerini Perspektif Dergisiyle paylaşıyor: “Çocukların ağızlarından sözcükleri zorla almak, sözlerini çarpıtmak, daha da ileri giderek çocukları damgalamak ve suçlu hissettirerek travma geçirmelerine neden olmak, bu durum karşısında verebileceğimiz en kötü, en zalimce yanıt.”

Fransa’da laikliğin uygulanmasında hükûmete destek olan danışma kurulu Başbakanlık Laiklik Gözlemevi (Fr. “l’Observatoire de la Laïcité”) Genel Raportörü Nicolas Cadene ise Perspektif’e şunları söylüyor: “‘Ben Charlie’yim’ demek, buna dinî mevzular da dâhil, her konuda ifade özgürlüğünü ve karikatür çizme hakkını savunmak demektir. Bunun için Charlie Hebdo’nun yayın çizgisiyle aynı fikirde olmak zorunda değilsiniz, nitekim herhangi bir gazete gibi onu da eleştirebilirsiniz.”

Okullarda Domuz Etli “Laik Menü” Dayatması

13 Kasım 2015 Paris saldırılarının ardından olağanüstü hâl ilan edilerek polise ve kıdemli memurlara gece aramaları ve ev hapsi uygulamaları gibi çok geniş yetkiler verildi. Elde edilen tanık ifadelerine göre, evlerine yapılan baskınlarda ebeveynleri polis tarafından sorgulanan çocuklar, anne ve babalarının polis tarafından tartaklandığını ve hatta itilip kakıldığına şahit oldular. Sonrasında, ev hapsine mahkûm edilen birçok ebeveyn, evlerinden dışarı çıkamadıkları ve her gün en az üç ya da dört kez polis karakoluna yoklamaya gitmek zorunda kaldıkları için işlerini kaybetmiş. Bu durum fiilî bir şekilde çocukları da etkiliyor.

Doğrudan çocukları hedef alan en yeni tedbir ise Julia Sanchez’den geldi. Ulusal Cepheli (Fr. “Front National”) Beaucaire Belediye Başkanı olan Sanchez, okul kantininde domuz eti yemeyen öğrencilere sunulan alternatif menüyü yasakladı. Beaucaire’de 600 öğrenciden 150’si domuz ürünleri içermeyen alternatif menüden faydalanıyordu.

BFM TV’nin sorularını yanıtlayan Kadın-Erkek Eşitliği Bakanı Marlène Schiappa’ya göre, söz konusu yasak “laikliğin Müslümanlara ya da Yahudilere karşı siyasi bir silah olarak kullanılmasının tipik bir örneği”.

Daha önce de 2015 yılında sağ kanat partisi “Chalon-sur-Saône Cumhuriyetçileri” (Fr. “Les Républicains de Chalon-sur-Saône”) üyesi Belediye Başkanı Gilles Platret ilçedeki okul kantinlerinde domuz menüsüne alternatif sunulan menüyü yasaklayarak uzun süren bir tartışma başlatmıştı. 2017 yılında ağustos sonunda bir Fransız Mahkemesi, belediye başkanının yasağını bozmuş; gerekçe olarak belediyenin “çocukların çıkarlarını önceleyen Uluslararası Çocuk Hakları Konvensiyonu’na aykırı davrandığını” belirtmişti.

Siyasi Çıkarlar İçin Çocukları Hiçe Saymak

Lila Charef’e göre belediyelerin aldığı bu tür kararlar, birlikte yaşama ve farklılıklara açık olma hususunda geri bir adım. Aynı zamanda CCIF’nin (Fransa İslamofobi ile Mücadele Derneği) hukuk danışmanlığını yürüten Charef’e göre, “Fransız kanunları, çocuk ve ebeveynlerin vicdan hürriyetlerine saygıyı güvence altına alıyor ve çocukların çıkarlarının ön planda tutulmasını öngörüyor.” Charef ayrıca Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanan “Laiklik” kitapçığının da “okulların domuza alternatif menü sunmalarını aktif bir biçimde destekleyerek, böylece okulun öğrenciye inancına sadık kalma özgürlüğünü tanımasını sağladığını” belirtiyor.

Perspektif Dergisi’ne konuşan Laiklik Gözlemevi Genel Raportörü Nicolas Cadène’ye göre, okullarda sunulan alternatif menü “kamu için ciddi bir ekstra maliyet” içeriyorsa kaldırılması kabul edilebilir. Bununla birlikte bu karar “hiçbir şekilde laiklik ilkesine dayandırılamaz.” Laiklik Gözlemevine göre en iyi çözüm öğrencilere hem etli, hem de etsiz seçeneklerin sunulması. Cadène’ye göre mesele gayet net: “Öğrencilere tercih hakkının tanınması, Müslüman, Yahudi, vejetaryen ya da o gün et yemek istemeyen herhangi biri fark etmeksizin herkesin birlikte yemek yemesine imkân tanır. Önemli olan, insanları seçimlerine veya inançlarına, dolayısıyla yediklerine göre ayırmamak. Bir belediye başkanı okul kantininde vejetaryen menü çıkartmayı reddeder ve genç öğrencileri domuz eti yemediklerinde kantinden çıkarmakla tehdit ederse, bunun laiklikle hiçbir ilgisi olamaz. Bu yalnızca çocukların çıkarlarını siyasi kaygılarla hiçe saymaktır.”

Laiklik ve Tarafsızlık İlkeleri Birbirine Karıştırılıyor

Ancak Fransa’da bu mesele etrafındaki tartışmalar durulacak gibi görünmüyor; zira bir önceki Başbakan Manuel Valls geçtiğimiz günlerde laikliğe “anaokulundan üniversiteye kadar” uyulması çağrısında bulunmuştu. Kendisi ayrıca, “Anayasamızın temel ilkelerinden olan laikliğin daha iyi anlaşılması için yeni bir kanun düzenlemesi yapılmalıdır.” diyerek, “Anaokulundan üniversiteye kadar gerek öğrencilerin, öğretmen ve personelin herhangi bir dinî simge taşıması yasaklanmalıdır.” demişti.

Nicolas Cadène, eski Başbakanın “laiklik” ile “tarafsızlık” ilkesini karıştırdığına işaret ediyor ve ekliyor: “Laiklik kamu hizmeti görevinde olanların dinî tarafsızlığıdır ve kamu düzenini bozmadığı veya bir kamu hizmetinin işleyişine engel olmadığı sürece dinî bir özgürlüktür. Devlet okulları, kolejler ve liselerdeki öğrencilerin farklı dinî sembol ve kıyafetlerle dinî inançlarını belirgin olarak göstermeleri yasaktır. Manuel Valls dinî sembol yasağını, her biri yetişkin ve tam sivil haklara haiz üniversite öğrencilerini de etkileyecek şekilde genişletecek anayasa değişikliği çağrısında bulunuyor. Bu oldukça tehlikeli bir teşebbüs, zira bu tarz yasaklara bugün izin verilirse, yarın da iktidara sahip çoğunluğun sevmediği başka bir görüş yasaklanabilir. Bu, 1905 Yasasının ruhuna kesinlikle aykırıdır ki; söz konusu yasa günümüzden daha gerilimli ve sert koşullarda yürürlüğe sokulmuştu.”

Lila Charef böyle bir yasağın laiklik prensibinin siyasi amaçlarla suistimal edilmesi anlamına geleceğini vurguluyor: “Manuel Valls’in takıntılı tavsiyelerinin tam aksine laiklik, devletin bireylerin dinî tercihlerine müdahale etmekten kaçınması anlamına gelir. Üniversite öğrencileri düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir.”

Charef üniversitedeki dinî sembol yasağıyla ilgili çok makul bir soru soruyor: “Eğer üniversite yaşındakiler oy kullanma hakkına sahiplerse ve böylece siyasi kanaatlerini ifade edebiliyorlarsa, neden dinî inançlarını ortaya koyamasınlar ki?”

©Shutterstock.com/ futureGalore

Hassina Mechaï

Cezayir kökenli Fransız gazeteci Mechaï, hukuk yüksek lisansı yapmış ve uluslararası ilişkiler ile Afrika ve Orta Doğu ilişkileri konusunda uzmanlaşmıştır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler