'Dosya: "Sağ Popülizm ve Aşırı Sağ"'

AfD’nin Başarısında Medyanın Rolü Ne?

Almanya’da anketler AfD’nin SPD’yi bile geride bırakacak bir desteğe sahip olduğunu gösteriyor. AfD’li siyasetçiler Neonazi söylemlerle gündeme gelirken AfD’nin başarısında medyanın etkisini incelemekte fayda var.

Uzun süren koalisyon görüşmeleri sonucunda Hristiyan Demokratik Birlik Partileri (CDU/CSU) ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) arasında varılan mutabakat, Almanya’da büyük partileri iktidara taşırken, 2017 seçimlerinin en tartışılan partisi Almanya İçin Alternatif Partisini de (AfD) ana muhalefet konumuna yükseltmiş oldu.

Kamuoyu araştırma şirketi INSA’nın 19 Şubat 2018 tarihli son seçim anketinde AfD’nin yüzde 16’lık oy oranıyla SPD’yi bile geride bırakarak yüzde 2 oranında bir artışla hâlâ yükselişine devam ettiği görülüyor. Nazi dönemini hatırlatır söylemler kullanan bir partinin nasıl olup da böylesi bir seçim başarısı elde ettiği sorusu Almanya’da geniş bir kesim tarafından tartışılıyor. Bu sorunun cevabı hâlâ net olarak verilebilmiş değil.

AfD’nin Başarısında Medyanın Payı

Seçimden hemen sonra kamuoyunda ve medyada, Almanya açısından utanç verici bulunan bu siyasi tablonun sorumlusunun kim olduğu yönünde yoğun bir tartışma başladı. Zira kimse hem siyasi hem de toplumsal açıdan izaha muhtaç bu gelişmede kendi sorumluluğunu itiraf etmek istemiyor ve herkes bu gelişmeyi fatura edebileceği bir suçlu arıyordu. Nitekim kısa sürede günah keçisi bulundu ve AfD’nin başarısında medyanın sorumlu olduğu tezi işlenmeye başladı. Eleştiriler özellikle AfD’li siyasetçilerin neredeyse her ifadesini ekranlara taşıyan devlet kanalları ARD ve ZDF üzerinde yoğunlaşıyordu.

Bu sağ popülist partinin başarısı ile ilgili olarak bu televizyon kanallarının şahsında medyaya yöneltilen eleştiriler incelendiğinde iki tezin ön plana çıktığı görülüyor. Bunlardan birincisi, medyanın AfD’li siyasetçilerin her skandal ifadesini televizyon ekranlarına ya da gazete sayfalarına taşıyarak AfD’yi aşırı görünür kıldığı yönündeki eleştiridir. Bu aynı zamanda halka yönelik bir gündem dayatması olarak da okunuyor. Ancak medya kuruluşları, gazetecilik mesleğinin kamuoyunu eşit düzeyde bilgilendirme işlevine vurgu yaparak bu suçlamaları reddetme yoluna gidiyorlar. Bu bağlamda özellikle her görüşten vatandaşın vergileriyle finanse edilen devlet kanallarının toplumsal ve siyasi bir vakayı yok sayamayacağı, sağ popülist seçmenin de kendi temsilcilerini ekranda görmeye hakkı olduğu vurgulanmaya başlandı.

AfD’nin medyada sürekli birinci gündem maddesi olarak işlenmesine gerekçe olarak sunulan ve mesleki profesyonelliğe vurgu yapan bu yaklaşımın yanı sıra, bu partiyi yok saymanın yol açabileceği sonuçlar üzerinden farklı değerlendirilmelerin de yapıldığı görülüyor. Buna göre popülist parti baskı altına alınmaya çalışılan bir “mağdur” rolüne hızla sarılabilir ve sadece kendi tabanı nezdinde değil, liberal ve özgürlükçü toplum kesimleri nezdinde de taraftar ve sempatizan toplayabilir. Buna bir de yasaklı olanın gizemi ve çekiciliği de eklendiğinde bu yok sayma stratejisi, arzulananın tam aksi yönde bir sonuç verebilir.

Hakkındaki Haberler Arttıkça AfD’nin Oyu Da Artıyor

AfD-medya ilişkisi incelendiğinde, özellikle seçim döneminde medyada bu partiye orantısız bir şekilde yer verildiği noktasında getirilen eleştirilerin haklı olduğu görülecektir. Ancak tartışmalı olan nokta, bu gerçeğin seçmen davranışına ne yönde bir etki yaptığı meselesidir. Münih Teknik Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, gerçekten de AfD ile ilgili verilen haberlerin sıklığı ile bu partinin seçimlerde sağladığı oy artışı arasında bir korelasyon olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırma sonuçlarında AfD ile ilgili ardı ardına yapılan haberlerin 5 haftalık bir süre zarfında seçmen davranışı üzerinde olumlu bir etki yarattığı ve partinin oylarını artırdığı tespit edilmiştir. Bu çalışmanın ortaya koyduğu bulgulara göre, köklü partilerin oy artışında medyanın bunları ele alış tarzı belirleyici olurken, AfD gibi yeni ve nispeten küçük partilerin medyada nasıl ve ne sıklıkta yer aldıkları seçmen davranışı üzerinde daha etkili olmaktadır. Nitekim AfD hakkında iyi ya da kötü haber yapılmasından daha çok, basın ve medya organlarında bu partiye sıklıkla yer verilmesi belirleyici olmakta ve seçmende oluşan bu ilgi ve merak sandığa oy olarak yansımaktadır.

AfD ve medya arasındaki ilişki incelendiğinde bunun açık bir kazan-kazan ilişkisi olduğu görülecektir. Medya organları, AfD’nin toplumda tabu kabul edilen, gerginlik ve tartışma yaratacak konuları gündeme getirmesini kullanışlı bir malzeme olarak görmektedirler. Nihayetinde, tartışma ve gerilim özellikle görsel basın-yayın organları açısından daha çok seyirci ve rayting anlamına gelmektedir. Öte yandan AfD, büyük medya kuruluşlarını eleştirse de popülist bir parti olarak tabanını genişletme ve taraftar bulma noktasında medya araçlarından vazgeçmek istememektedir. Nitekim parti milletvekillerin tarafından yapılan bazı provokatif açıklamalar bilinçli bir medya stratejisine işaret etmektedir. AfD içerisinde Alexander Gauland ve Leif-Erik Holm gibi çok sayıda eski gazetecinin ve tecrübeli medya mensubunun bulunduğu göz önüne alındığında, bu partinin bilinçli ve üzerinde iyi düşünülmüş bir medya ve propaganda stratejisi yürüttüğünü söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.

Mağdur Rolüne İtilmek

AfD’nin medyayı bir propaganda aracı olarak kullanmasının önüne nasıl geçilebileceği noktasında farklı görüşler dikkat çekmektedir. Bazı uzmanlar popülizmden beslenen bu parti ile ancak onu yok sayarak ve medyada yer vermeyerek mücadele edilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Ancak böyle bir tavrın bu partiyi kurban ve mağdur rolüne itebileceği ihtimali düşünüldüğünde, AfD gibi oluşumlarla mücadelede farklı bir medya stratejisi izlenmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca büyük medya kanallarında yer verilmese bile, kendi medya ve iletişim kanallarına sahip olan bu partinin özellikle sosyal medya üzerinden ciddi bir propaganda yürüttüğü bilinmektedir.

Bu gibi toplumsal tehdit arz eden siyasi oluşumlarla ilgili haber yaparken elbette vatandaşların eşit bilgilenme hakkına riayet edilerek mümkün olduğunca bilgilendirici ve kısa/öz haber formatında haberler yapılmalı; ancak AfD’li siyasetçilerin verdikleri demeçlerin siyasi bir propagandaya dönüşmesine asla izin verilmemelidir. Basın yayın organları, çoğunlukla bir karşılığı olmayan gerçek dışı ifadeler üzerinden propaganda yürüten partinin söylemlerinden çok faaliyet ve icraatlarına yer vermeyi tercih ettikleri takdirde, vatandaşlar da bu tür oluşumların asıl yüzünü anlayacak ve gerçek potansiyellerinin farkına varacaklardır.

Aşırı Sağ Söylemler Bir Çıkış Yolu Olarak Görülüyor

AfD’nin Alman toplumunda geniş bir taban bulmasında ve elde ettiği seçim başarısında siyasiler kadar medyanın da önemli bir rol oynadığı yadsınamaz bir gerçek. Ancak medya AfD’nin seçim öncesi ve seçim sonrası süreçte bu partiye ve söylemlerine alan açmanın ve onu görünür kılmanın çok ötesinde bir rol oynadı ve hâlâ da oynamaya devam ediyor. Bu kritik rol, medyanın yalnızca bilgi aktaran ve sosyal vakaları yansıtan “bilgilendirici bir araç” olmanın ötesinde sahip olduğu “algı inşa edici” işlevi ile yakından ilgili. Nitekim AfD’ye en büyük desteği, topluma hiçbir sosyal, siyasi ve ekonomik proje sunamayan bu partinin İslam ve yabancı karşıtlığına dayanan tezleriyle uyumlu ve bunları destekleyici içerikte yayınlar yapmak suretiyle Alman medyası vermiştir. Bu süreçte mülteci meselesi üzerinden yürütülen yerlilik, uyum, öncü kültür gibi tartışmaları özelde yabancı, genelde ise Türk karşıtlığını “anlaşılabilir” bir olguya dönüştüren bir hâl almıştır. Yabancıları kültürel olarak Alman toplumuna uyumları mümkün olmayan gruplar olarak lanse eden medya, homojen ve tek tip bir toplum modeli öngören AfD’ye ayrımcı siyasetini başarıyla yürütebileceği bir zemin sunmuştur. Alman basın-yayın organları, son dönemde izledikleri yayın politikası ve özellikle mülteci meselesiyle ilgili olarak yaptıkları ve halkta korku uyandıran manipülatif haberler ile Alman kamuoyunu AfD’nin tezlerini kabule hazır hâle getirmişlerdir.

Alman siyasetinin AfD ile mücadelede bu partinin aşırı sağ söylemlerini sahiplenmeyi bir çıkar yol olarak görmesi ne kadar gerçek dışıysa, Alman medyasının da gerçek dışı toplumsal korkuları körükleyen haberler servis ederken, diğer yandan AfD’nin başarısını beklenmedik bir gelişme olarak yansıtması da o kadar inandırıcılıktan uzaktır. Esasında Alman medyası ve siyasetinin uzun süre attığı yanlış adımların ve ektiği ayrımcı tohumların semeresini AfD toplamaktadır.

Günah Keçisi Kim?

Alman siyasi tarihinin en talihsiz oluşumlarından biri olan bu siyasi hareket ile mücadele edilirken, AfD’yi ana muhalefete taşıyan siyasi ve toplumsal süreç iyi analiz edilmeli ve bir günah keçisi aramak yerine, bu partiyi var eden nedenler ciddiyetle incelenmelidir. Bu bağlamda, bu partiye sempati besleyen ve oy veren toplumsal kesimlerin anlaşılmasına yönelik çalışmalar yapılması elzemdir. Uzun süredir yürütülen yanlış siyaset ve medya stratejilerinin sonucu olarak ortaya çıkan bu oluşum ile ancak onun gelişimine yol açan bakış açısı değiştirilerek mücadele edilebilir.

Alman siyaseti ve medyası ülkenin asıl ve gerçek sorunları ile ilgilenmeli ve özelde Türkler ve genelde de yabancıları ötekileştirici söylem ve siyasetlerden vazgeçmelidir. Bu siyasi oluşumun zemin bulmasına yol açan toplumsal algının nasıl geliştiği ve bu partiyi popüler kılan atmosferin oluşumunda medyanın nasıl katkı sağladığı iyi analiz edilmelidir. Almanya’nın ekonomik refahın en yüksek olduğu bir dönemde mülteci ve diğer yabancı grupları topluma hem ekonomik hem de kültürel bir tehdit gibi göstermeyi başaran AfD bu başarısında yalnız değildir.

Son olarak medya kamuoyunu bilgilendirme işlevini yerine getirirken, AfD’nin tezlerini destekleyen manipülatif haber dilinden vazgeçmelidir. Aksi takdirde AfD hakkında medyada dile getirilen eleştirileri ciddiye almak mümkün olmayacaktır.

©Flickr.com/vfutscher

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler