"Almanya"

Almanya’da Büyük Koalisyonun Sözleşmesi: “Müslümanlar Hâlâ Entegrasyona Talim”

Almanya’da CDU/CSU ile SPD arasındaki koalisyon sözleşmesinde mutabakata varıldı. Sözleşmede Müslümanlar hâlâ entegrasyona tabi bir grup olarak görülüyor.

24 Eylül 2017 tarihinde Almanya’da Federal Meclis Seçimleri gerçekleştirildi. Birkaç ay süren koalisyon görüşmelerinin ardından 7 Şubat 2018 tarihinde CDU/CSU ve SPD nihayet bir koalisyon anlaşması konusunda uzlaşmaya vardılar. Bunun öncesinde Liberaller (FDP) koalisyon görüşmelerini iptal edene kadar CDU/CSU, Yeşiller ve FDP arasında koalisyon kurma çabası yaşanmıştı. FDP’li Christian Lindner sürecin sonunda müzakere masasından çekilip “yanlış yönetmektense hiç iktidar olmamanın daha iyi olacağını” ifade etmişti. Görüşmelerin bu şekilde sona ermesinden sonra SPD seçimlerden sonra muhalefette kalmayı tercih etmiş olmasına rağmen koalisyon müzakerelerine açık olduğunu belirtti. Böylece seçimlerin yeniden yapılması veya azınlık hükümeti kurulması gibi alternatiflere müracaat edilmedi ve CDU/CSU ve SPD arasında bir koalisyon sözleşmesi üzerinde mutabakat sağlanabildi. Mevcut durumda Almanya’da büyük koalisyonun gerçekten de kurulup kurulamayacağı henüz tam olarak kesin değil. Zira SPD tabanı 2 Mart tarihine kadar mektup yoluyla SPD’nin Hristiyan Birlik ile kurması planlanan büyük koalisyon lehine ya da aleyhine oy verecek. 4 Mart tarihinde ise tabanın kararının açıklanması planlanıyor.

 

CDU/CSU ve SPD’nin Koalisyon Sözleşmesi

CDU/CSU ve SPD koalisyon sözleşmesi oldukça hırslı bir başlığa sahip: “Avrupa için yeni bir yükseliş. Almanya için yeni bir dinamik. Ülkemiz için yeni bir dayanışma”. Koalisyon sözleşmesinde önümüzdeki dört yıl içinde Almanya’nın tüm bölgelerde daha adil, ekonomik açıdan daha güçlü, daha güvenli ve daha yaşamaya değer olacağı vaat ediliyor.

Sözleşmenin çevre politikasına, iş politikasına veya cinsiyet politikasına ilişkin maddeleri de ayrı bir şekilde elbette incelemek mümkün. Fakat biz şimdilik, Almanya’da yaşayan Müslümanlar ve Türkiye kökenliler açısından önemli görünen göç ve din politikalarına bakalım. Zira hâlihazırda üç potansiyel koalisyon ortağının tam da bu konularda nasıl bir tutum sergileyeceği ve iktidardaki yıllar için Müslüman vatandaşlarına hangi siyasi vaatlerde bulundukları bu sözleşmeden hareketle tespit edilebilir.

Öncelikle koalisyon partnerlerinin koalisyon sözleşmesinin başında “Avrupa dostu” bir politika izleyeceklerini, himayeciliğe, tecrit politikasına ve ulusalcılığıa karşı olduklarını açık bir şekilde belirtmesi memnuniyet verici. Bu tutum sağ popülist AfD’nin milliyetçi sloganlarına bir tepki olarak değerlendirilebilir.

Bununla birlikte bu tutum, göç politikasına ilişkin söylem ve uygulamalarda sorunlu ifadelerin olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Koalisyon partnerleri anayasa ile korunan sığınma hukukuna bağlı olduklarını belirtiyorlar. Buna rağmen görünen o ki, koalisyon partnerleri ekonomik açıdan fayda sağlamayacak kişilerin göçünü azaltma konusunda uzlaşmaya varmış bulunuyorlar. Sözleşmede Avrupa bağlamında da göçün yönetilmesinden ve düzenlenmesinden bahsediliyor.

 

“Sınırlı Entegrasyon Kapasitesi”

Bu tutumun sebebi çarpıcı bir kavramla ortaya çıkıyor: Entegrasyon kapasitesi. Sözleşmeye göre Alman toplumunun entegrasyon kapasitesi fazla zorlanmamalı. Yine aynı metin, entegrasyon kapasitesinin sadece göç eden kişilerin entegrasyonu ile ölçülemeyeceğini, bu kavramın burada yaşayan insanların “başa çıkmaları gereken göç durumunu” da göz önünde bulundurarak buradaki yaşam koşullarının dikkate alınması gerektiğine vurgu yapıyor.

Kelimeler büyük bir titizlikle seçilmiş olmasına rağmen aralardan sağ kanat popülist çevrelerin argümanları duyuluyor. Bu mantığa göre göç Almanya’da yaşayan Alman vatandaşlarının yaşamlarını olumsuz etkiliyor. Koalisyon anlaşmasında yargılayıcı kavramlar kullanmaktan bilinçli olarak kaçınılsa da “entegrasyon kapasitesi” kavramından pek de olumlu bir yaklaşım beklemek mümkün değil.

Yine sözleşme metnine göre “2015 yılındaki gibi bir durumun tekrar yaşanmaması için” göç hareketleri “entegrasyon kapasitesine” göre yönetilecek ve sınırlandırılacak.

“Entegrasyon kapasitesi” gibi oldukça olumsuz bir kavramın geleceğin göç politikası için bir ölçek olarak kullanılacak olmasının yanı sıra görünen o ki, Almanya Şansölyesi Merkel’in “Başarabiliriz/Bunun üstesinden gelebiliriz” (Alm. “Wir schaffen das”) sloganı tamamen unutulmuş ve kendisinin belki de en insancıl kararı olan mültecileri Almanya’ya alma iradesi bir hata olarak kabul edilmektedir.

Tüm bunlara rağmen sözleşmede iftiharla bahsedilen konular da var. Örneğin sözleşme metninde Federal Almanya Cumhuriyeti’nin son yıllarda benzersiz insani yardımlar sunduğu, savaş ve zulümden kaçan insanlara koruma sağladığı belirtilmektedir. Yine sadece kalma olasılığı yüksek olduğu ön görülen göçmenlerin şehirlere dağıtılması için çalışılacağı, diğerlerinin mülteci kamplarından ülkelerine geri gönderilmesinin planlandığı sözleşmede yer almaktadır. Sınır dışı etme, ülkeye geri gönderme veya gönüllü dönüş gibi kavramlarla burada asıl vurgulanan ise “göçün azaltılması”dır.

 

Yalnızca Kalifiye Elemanların Göçü

Mülteci politikasının yanı sıra istihdam göçünden de bahsedilmektedir. Sözleşmeye göre Almanya’ya göç konusunda Alman ekonomisinin ihtiyaçları, göç eden kişinin eğitimi, yaşı, dili, istihdam alanının ve geçim güvencesinin bulunduğuna dair somut kanıtlar da göz önüne alınması gerekir. Böylece “nitelikli iş gücü için akıllıca yönetilen bir göç politikası” sayesinde istihdam alanlarının oluşturulmasına katkı sağlanacak ve yasadışı ve kontrolsüz göçün cazibesi önemli ölçüde azaltılmış olacaktır.

Burada “kalma perspektifi” olan kişilerin entegrasyonuna olumlu bakıldığı görülmektedir. Yani sadece ulusal ekonomiye faydalı olacak kalifiye elemanların Almanya’ya göçü hoş karşılanmaktadır. Görünüşe göre koalisyon partnerleri, sığınmacılara yönelik eğitim ve diploma tanıma uygulamalarının nitelikli iş gücü eksiğine fayda sağlama ihtimalini göz ardı etmektedir. Almanya’ya gelmiş olan kişilere yatırım yapmak yerine bunların sınır dışı edilmesinin fayda sağlayacak bir hamle olduğu ise şüphelidir.

“Müslüman Cemaatler” Bahis Konusu Değil

Sözleşmede göç politikasına ilişkin ifadelerin yanı sıra “Sanat, Kültür ve Medya” başlığı altında din ve İslam politikasına ilişkin ifadelere de yer veriliyor. Örneğin sözleşmede kilise ve dinî cemaatlerin kimlik kazandırıp değer aşıladığı ve bunların Almanya ve Avrupa’daki toplumsal dayanışmaya önemli bir katkı sağlayacağı belirtiliyor. Aynı şekilde devletin kiliselerle, dinî ve inanç cemaatleriyle iş birliğinin güçlendirilmesi amaçlanıyor. Bu hususun özellikle Almanya’da yaşayan Müslümanların entegrasyonu açısından önemli olduğu söyleniyor.

Almanya’nın kültürel ve dinî çeşitliliği bir zenginlik sunmakla beraber buna bağlı gerilimlerin de yaşandığı, ortak değerler, diğerlerine karşı saygı ve farklı görüşlere hoş görüyle yaklaşılmasının barışçıl bir sosyal etkileşim için gerekli ön koşullar olduğu sözleşme maddeleri arasında. Koalisyon sözleşmesinde Kiliselerin ve dinî cemaatlerin çalışmaları ve katkıları takdir ediliyor, bu kuruluşlar sivil toplumun önemli birer parçası ve devletin partneri olarak görülüyorlar. Ülkenin Hristiyan karakterine dayanarak çeşitlilik içinde eşit bir sosyal birlikteliğin olması gerektiği savunuluyor. Kiliselerle ve dinî cemaatlerle diyalog kurmak için çaba gösterildiği ve bu kuruluşların dindarlararası diyalog için teşvik edildiği belirtiliyor.

Antisemitizmle kararlı bir şekilde mücadele edileceği ve aynı şekilde İslam karşıtı oluşumlara karşı da önlemler alınacağı sözleşmede yer alan diğer maddeler arasında.

 

“Entegrasyona İhtiyaç Duyan Bir Grup”

Bu paragraflara baktığımızda bazı hususlar dikkat çekiyor: Her şeyden önce din ve İslam politikasının “kültür politikası” çerçevesinde ele alınması tuhaf. Özellikle de büyük partilerin seçim kampanyasında din politikasını ayrı bir başlık altında ele aldıkları göz önüne alındığında bu durumun garip olduğu görülüyor. Bu sadece Müslümanları ilgilendiren bir durum olmasa da akıllara koalisyon partnerlerinin neden böyle bir karar verdikleri sorusu geliyor.

Diğer yandan koalisyon partnerlerinin din politikasına dair farklı görüşleri olduğu da dikkat çekiyor. İslam’a veya İslam dinî cemaatlerine koalisyon sözleşmesinde açıkça değinilmiyor.
Burada sadece “Almanya’daki Müslümanlardan” bahsediliyor. Bunun da ötesinde Müslümanlardan sadece koalisyon partnerlerinin açıkça ifade ettiği bir entegrasyon ihtiyacı bağlamında söz ediliyor. Koalisyon partnerlerinin bu söylemi ile Müslüman toplum bir kez daha “entegrasyona ihtiyaç duyan” bir grup olarak tanımlanıyor.

Sözleşmede takdir gören sadece yerleşik kilise ve dinî cemaatler. Özellikle cami cemiyetlerinin sığınmacılara yardım konusunda oldukça fazla çalışmaları olmasına ve bu çalışmaların hâlâ devam etmesine rağmen, Müslüman cemaatlerden, hatta Müslüman derneklerden bile söz edilmiyor.

 

Koalisyon Sözleşmesinde SPD Etkisi

Yine de koalisyon müzakereleri masasında sadece CSU/CDU’nun oturmadığı fark ediliyor: İslam düşmanlığı ve sürekli tekrarlanan cami saldırılarından söz edilmemesine rağmen yine de İslam karşıtı oluşumlardan ve bunlara karşı önlemler alınacağından bahsedilmiş durumda. Ancak Müslümanlara yönelik şiddet ve camilere yapılan saldırılar göz önüne alındığında seçilen kelimelerle durumun oldukça önemsizleştirildiği de dikkate değer. Buna karşın konu “İslamcılık” olduğunda tanımlayıcı kavramlar bulmakta hiç de zorluk çekilmemiş. Bu kapsamda bazen “İslamcı aşırıcılık ve terörizm”, bazen de “radikal İslam” ifadeleri kullanılıyor. Bu konu ele alınırken kullanılan ifadeler ve beklentiler alışılmadık derecede somut: İslamcı aşırılığa karşı yürütülen Ulusal Önlem Programının 2018 yılında da devam ettirilmesi planlanıyor. Federal Anayasa Koruma Dairesi’nin (BfV) güvenliğin artırılması için İslamcı terörizmin ve şiddetle doğrudan bağlantısı olmayanlar da dâhil olmak üzere tüm eyaletleri kapsayacak şekilde aşırıcı fenomenlerin değerlendirilmesi ve analizi alanındaki kontrol fonksiyonunu daha ciddi bir şekilde kullanacağı belirtiliyor.

Sözleşmeye göre “büyümekte olan İslamcı aşırılık ve terörizm konusunda alınan önlemler ve radikalleşmenin çözülmesine ilişkin girişimler ulusal çapta ve AB zemininde daha da güçlendirilecek”. “Almanya’daki radikal İslam bastırılacak” ve “yurt dışından gelen imamların Almanca bilmesi beklenecek”. Ayrıca yine koalisyon sözleşmesi “radikalleşmiş olan camilerin gözlemlenip gerektiğinde kapatılacağını, federal hükümetin kamu fonlarının anayasal olmayan eğilimler gösteren kurumlara ve inisiyatiflere aktarılmasının önleneceğini, Alman İslam Konferansının devam ettirileceğini” konu ediniyor.

Alman İslam Konferansının devam ettirileceğine ilişkin beyana din politikasıyla ilgili ifadelerin başında değil de, “İslamcılığın önlenmesi” kapsamında tek bir satırla yer verilmesi dikkat çekici.

 

Yeni Bir Seçmen Kitlesine Hitap

Almanya’da yaşayan Müslümanlar için elbette önemli olan sadece göç ve din politikaları değil. Diğer politik alanlar da onların hayatlarına aynı şekilde etki ediyor.

Fakat sözleşmenin göçmen ve Müslümanlarla ilgili kesimlerine bakıldığında, artık pek de o kadar büyük olmayan halk partilerinin, vaatleriyle Alman toplumunda büyümekte olan başka bir seçmen kitlesine hitap ettiği görülüyor.

Bu seçmen kitlesi ülkeye yeni gelen insanların “sınırlı entegrasyon kapasiteleri”ni ya da ulusal ekonomiye sağladıkları faydayı odak noktasına yerleştiren ve istikrarlı bir şekilde sınır dışı işlemleri gerçekleştiren bir göç politikası ile ikna edilmeye çalışılıyor. Yine aynı seçmen kitlesi, bir istisna olarak gözlemlenen aşırıcı eğilimleri ana referans noktası alıp; birlikte yaşadıkları koca bir Müslüman cemaati görmezden geliyor.

©Anadolu Ajansı

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler