'Dosya: "Radikalliği Önleyici Tedbirler"'

“Dinimiz Adına Uygulanıp Ona Aykırı Olan Her Şey Aşırılıktır”

Önleyici tedbirler, Müslümanlara yönelik zanları ve böylece aşırılaşma eğilimlerini artırıcı özelliklere sahip. Öte yandan dünyanın birçok yerinde “İslam adına” şiddet uygulayan insanların varlığı yadsınamaz. Müslümanların sorunlara, sorunsallaştırılmadan çözüm üretebilmeleri imkânını İslam bilimci Ali Özgür Özdil ile görüştük.

Avrupa’da 11 Eylül’ün ardından, Müslümanların şiddet ile ilintilendirildiğine ve bu durumun terörle mücadele programları ya da radikalliği önleyici tedbirler aracılığıyla devlet politikası hâline geldiğine tanık olduk. “İslami ekstremizm”, “İslamcı ekstremizm”, “Müslümanların radikalleşmesi”, “radikal-İslami yönelimler”, “Selefizm”, “Neo-Selefizm”, “Cihadizm” gibi birçok kavram üzerinden politikalar üretilirken meseleye Müslümanların bakışı büyük önem taşıyor: İslam’ın temel kaynaklarına göre bir Müslüman “radikal” olur mu? Örneğin bir Müslüman’ın, faiz kullanmayı reddederek mevcut finans sistemini sorgulaması onu “radikal” mi yapar?

Kur’an’da Allah Teâlâ, kitap ehlini aşırıya gitmeme konusunda uyarmaktadır (Nisâ suresi, 4: 171). Bu ayet elbette Müslümanları da bağlıyor. Ayrıca Resûlullah ashabına “Dinde aşırıya gitmeyin.” emrini vermiştir (Ahmed ibn Hanbel, Nesâî ve ibn Mace). Buna benzer uyarıcı misaller çoktur.

Yukarıda zikredilen terimleri kullanırken dikkatli olmak gerekiyor. Bir Müslüman’ın olumlu manada kullandığı bir terim (mesela cihad veya şeriat gibi terimler) karşı tarafta yanlış bir intiba bırakabilir. Bu tarz hassasiyet gerektiren terimleri yerinde kullanmak ve doğru yorumlamak gerekir. İkisini de yapamayana “kullanma” demek lazım.

Bir Müslüman için hangi tavır ve yönelimler “orta yol”un haricinde kabul edilir? Diğer bir deyişle, Müslümanlar, İslam’a göre ne zaman “aşırı” olurlar?

Lokmân suresinin 19. ayetinde zikredildiği gibi orta yolu takip etmek ile emrolunduk. Helal amellerde bile (mesela namazda veya oruçta) Peygamberimiz (s.a.v.) ashabını aşırıya gitmek konusunda uyarmışken, ahlaki ve fıkhi sınırları aşmak tabii ki aşırıya gitmektir. Dinimiz savaşta bile sınırlar belirlemişken (Bakara suresi, 2:190) barış ortamında sınırları aşana ne demek gerekir? Peygamberimiz’in ashabına kurtuluşun amelleri sayesinde değil, ancak ve ancak Allah’ın merhametinin sayesinde olduğunu ve başka bir rivayete göre, birbirlerini sevmedikçe mümin olamayacaklarını söylediğini hatırlatmakta ve İslamımız (amellerimiz) ve imanımızın neye göre ölçüldüğünü bilmekte fayda var.

Almanya’daki Müslümanlar “aşırılığı” nasıl tanımlıyorlar? Aşırılığı dinî bir problem olarak mı görüyorlar, yoksa sosyal bir sorun olarak mı algılıyorlar?

Müslümanlar dinimiz adına uygulanan, fakat söz ya da amel olarak dinimize aykırı düşen her şeyi “aşırılık” olarak tanımlarlar.

Alman toplumunda Müslümanlara karşı sorunlar ya da Müslümanların çoğunluk olarak yaşadıkları ülkelere dair küresel sorunlar farketmeksizin şiddetin kaynağının adaletsizlik ve sosyal krizlerde saklı olduğuna şahit oluyoruz. Müslüman cemaatler özellikle 11 Eylül’den sonra ya da Alman medyasının “namus cinayeti” gibi İslam’ı şiddetle özdeşleştirdikleri süreçlerde basın açıklamaları ile teröre, şiddete ve aşırılığa karşı olduklarını ifade ettiler. Konu ile ilgili kampanya ve yürüyüşler düzenlediler. Bunların hepsi cemaatlerin internet sitelerinde mevcut. Fakat basın açıklamaları genelde Alman medyası tarafından kamuoyuna yansıtılmıyor. Bu da çoğunluk toplumunda sanki Müslümanlar şiddete karşı değilmiş veya şiddetten yanaymış gibi bir intiba bırakıyor. Bu gerçek, bize medyada daha çok söz sahibi olmamız gerektiğini gösteriyor.

Önleyici tedbirlerde “İslamcılık”, “cihat”, “Selefilik”, “şeriat” gibi kavramların içinin boşaltılarak tek bir çuvala konulduğu görülüyor. Bu programları bu hâlleriyle desteklemek ne kadar mantıklı?

Müslümanlar arasında dünyayı mümin ve kafirler şeklinde ikiye bölen; karşı tarafta da demokratlar ve demokrat olmayanlar, aydınlar ve aydın olmayanlar, insan haklarından yana olanlar ve olmayanlar diye ikiye bölen düalist bir bakış açısına sahip insanlar var. Bu görüşün temsilcileri siyaset ve medyada mevcut. İki taraf da düşüncesini dost ve düşman algısı üzerine kuruyor ve her ikisi de bu metotla taraftar kazanmak için reklam yapıyor. Mesela iki taraf da “cihad” veya “şeriat” gibi dinimizin müspet terimlerini dar bir mana içerisinde siyasi hedeflerle kullanıyor; tevhid ve barış dini İslam “İslamcılık”, her Müslüman’a örnek olan Selef “Selefilik” altında olumsuz çağrışımlara kavuşuyor. Bu metotlarla hoşgörü ve barış ortamı oluşturmak mümkün değil.

Önleyici tedbirlere gelince işi ehline vermek gerekiyor. Lisan, kültür, tarih, Kur’an, Sünnet ve fıkıh gibi disiplinlerin yanında Müslüman gençlerin soru ve sorunlarını bilmeyenler nasıl çözümler sunabilir? Dahası Müslüman’ı Müslümandan daha iyi kim tanıyabilir?

Müslümanların güvenlik partneri olarak görülmeleri, “Müslümanlar güvenlik sorununun bir parçası, bu nedenle çözümde de rol oynamalılar” anlayışının bir göstergesi mi? Yoksa devletin Müslümanları güvenlik meselelerine dâhil etmesi, onları toplumsal aktörler olarak görmelerinden mi kaynaklanıyor sizce?

Keşke devlet Müslümanları önleyici tedbirlere ve güvenlik meselelerine, onları toplumsal aktörler olarak görmesinden dolayı dâhil etseydi! İstatistikler Müslümanlar arasında şiddete meyledenlerin oranının yüzde 0,1 olduğunu gösteriyor. Bundan daha birkaç yıl öncesinde tüm sorunların kaynağı camilerde aranıyordu. Camiler, “kökten dinci” ya da “İslamcı”ların yetiştiği yerler olarak görülüyordu. Bu olumsuz değerlendirmede camilerin de payı var. Almanya’da dördüncü nesil Müslümanların yetişmesine rağmen Almanca hutbe ve eğitim konusunda oldukça geride kalındı. Bu boşluğu YouTube gibi platformları aktif bir şekilde kullanan cami ve cemaat dışı gruplar doldurdu. Devlet de 50 yılın ardından cami cemaatlerinin muhafazakâr, fakat şiddetten uzak olduklarını kabul etmeye başladı.

Müslümanların güvenlik politikaları kapsamında tematize edilmesi ve metodolojik hatalara sahip olan önleyici tedbir programlarına dâhil edilmeleri uzun vadede Müslümanlara ne gibi zararlar verebilir?

Eğer Müslümanlar hem cemaatler arasındaki birliği sağlamak hem de topluma faydalı olmak konusuna bir çözüm bulamazlarsa, devlet ve siyaset tarafından Müslümanlara karşı kullanıldıkları iddiası ortaya atılır. Selefi veya Hizbut Tahrir gibi cami ve cemaat dışı bazı gruplar, devlet ile diyalogta olan camilerin gayrimüslümlerle birlikte Müslümanlara karşı çalıştıkları iddiasında bulunuyor. Bahsettiğim gibi düalist bakış açısına sahip olan bir insan, bunu daima böyle görür. Cemaatler toplumda yerlerini belirlerken bu Müslümanları nasıl kazanabileceklerinin yollarını aramalıdırlar.

2012 yılında İçişleri Bakanlığı tarafından radikalliği önleyici tedbirler başlığı altında bir “Kayıp” kampanyası başlatılmış, bu kampanya çok farklı kesimlerden tepki görmüştü. İçerikleri incelendiğinde önleyici tedbirleri “kayıp” kampanyasının devamı olarak gören eleştirilere ne cevap verirsiniz?

Meseleye devlet ve çoğunluk toplumu açısından bakıldığında şimdiye kadar Müslümanlar, toplumu lisanları, kültürleri, müesseseleri ve ticaretleriyle zenginleştiren insanlar olarak değil; gerici, kızlarını zorla evlendiren, aile içi şiddet uygulayıp cinayet işleyen ve devletin parasını yiyerek terör eylemleri planlayan insanlar olarak tanınmışlar. Almanya’da 60 farklı ülke kökenine sahip olan Müslümanların artık dördüncü nesil olmalarına ve yarısından fazlasının Alman vatandaşı olmasına rağmen istatistikler toplumun büyük kısmının Müslümanlardan koktuğunu ve onları istemediğini gösteriyor. Siyaset ve medya ise çoğunluğa göre hareket ediyor. Bu yıkıcı siyeset ve medya, toplum ile barış içinde yaşayan yüzde 99,9’luk orana değil, Alman toplumuna da zarar veriyor. Çünkü bu toplumda en çok korkulması gereken grup, insan düşmanı sağcı ve ırkçı gruptur.

“Aşırılık”, “şiddet eğilimi” gibi fenomenlerle mücadele etmek konusunda Müslümanların kendi önerileri nelerdir? Nasıl bir tutum, Müslümanların, İslam ve Müslümanların sorunsallaştırılmadığı bir zeminde aşırılıkla mücadele etmelerine imkân tanır?

Tarihten güzel örnekleri inceleyelim: Resûlullah Mekke’yi 630 yılında putperestlikten kurtardığında Müslümanlara takriben 17 yıl şiddet uygulayan Mekkelilere nasıl davrandı? Hz. Ömer Kudüs’ü işgal ettiğinde nasıl bir ferman yazdı? Aynısı Fatih Sultan’ın İstanbul’u fethi için de geçerli. Suriye ve Irak’ta tevhid sancağı altında insanları farklı din ve mezheplerinden dolayı katleden ve topraklarından süren “Müslümanların”, Kur’an ve Sünnet’ten, ilim, edep ve ahlak prensiplerinden ne kadar uzak oldukları ortada değil mi?

Çözüm önerilerimiz, İslam’ın temel hedeflerinden biri olan maslahatı gerçekleştirmek olmalı. Devlet ve medya mensuplarına İslam’da her türlü toplumsal soruna çözümün olduğunu ispatlamak ile mükellefiz. Eğer eksiklerin giderilmesi için toplumdaki her türlü müessese ile (özellikle okullar ile) beraber çalışılmazsa ve bu müesseseler de bizlerin yardımına muhtaç olduklarını kabul etmezlerse, her gün gündeme getirilen İslam’a susamış gençler, bilgilerini sadece veya özellikle internetten almaya devam edecek ve merhamet ve edepten uzak internet imamlarından öğrendikleri ayet, hadis ve fıkhi misalleri, toplumdaki yara ve hastalıklara ilaç olarak değil, topluma karşı silah olarak kullanmaya devam edecekler. Böylece iki taraf da kaybeden olacak.

Radikalizm tartışıldığında, İslam’ın reforma ihtiyaç duyduğu gibi siyasi bir ajanda ve arzu dikkat çekiyor. Müslümanların arasında, sadece Müslüman olduğu için şiddete meyilli olan bir kesim var mı sizce, bu eğilimin nedenlerini İslam’la ilişkide mi aramak gerekir?

Konu gerçekten İslam dini mi? Reform tartışmaları veya siyasi bir ajanda, mesela “İslam devleti” terimi ne zamandan beri tartışılıyor? Bu tartışmalar Avrupa sömürgeciliğinden sonra başlamış. Avrupa tarihinde oluşan sekülerizm, laisizm, sosyalizm, komünizm, faşizm ve demokrasi gibi siyasi gelişmelere alternatif bir İslam siyasi modeli oluşturmak isteyenler, İslam’ı siyasetleştirmeye, bir ideoloji yapmaya başlamışlar. Bazıları hilafeti geri getirme girişimine, bazıları şura-demokrasi kıyaslamasına bağlanırken, İslam’ın dinî, manevi ve uhrevi boyutu tamamen unutulmuş; İslam onların dünyasında bir ideoloji olmuş. Bu ideolojik gruplar her ne kadar azınlık olsalar da İslam tartışmasında ön plana geçmelerinden dolayı İslam ve Müslümanlar Almanya’da dinî ve manevi anlamda değil, siyasi platformda demokrasiye rakip olarak tartışılıyor. Bu nedenle birileri, “Sizce önce Kur’an mı anayasa mı?”, “Demokrasi mi, İslam mı?” şeklindeki yanlış sorularını bize yöneltiyor.

İslam ile şiddet tartışmasında araştırmalar gösteriyor ki, şiddetin nedenlerinden biri adaletsizlik, diğeri ise yine şiddettir. Adaletsizlik ve şiddet hem sanayi devletlerinin İslam toplumlarındaki sömürge ve savaşları ile alakalıdır, hem de bu ülkelerdeki diktatörlerin kendi halklarına uyguladıkları sayısız adaletsizlik ve şiddet ile alakalıdır. Birçok araştırma, şiddete meyleden genç Müslümanların çoğunun İslami bilgisinin çok az ve temel bilgilerinin mevcut bile olmadığını, özel hayatlarında şiddet ve adaletsizlikle karşı karşıya olduklarını gösteriyor. Yani gençleri şiddete sürükleyen sorunların bazılarının yaşadığımız toplumla ilgisi yok, bazıları ise tamamen biyografik özellikler. İslam bu durumdaki insanlara bir ümit, bir kurtuluş yolu olarak geliyor. Gerçekten de internet vaizleri bu çaresizlik içerisindeki gençleri kendi taraflarına çekip, onların da desteği ile sorunların çözüleceğini açıklayarak, onlara güç ve ümit veriyor. Şimdiye kadar hayatında hiç birşey başaramamış genç, kendisini İslam âlemininin kurtarıcısı olarak görüyor. Fakat nasıl? İnsanlara faydalı olmakla mı, yoksa onlarla savaşmakla mı? İşte sorun burada başlıyor.

Fotoğraf: ©Theo Müller

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler