“Filistin’de Her Doğum, ‘Buradayız ve Gitmeyeceğiz’ Demek”
Filistin’de annelik kuşatma altında yaşanıyor. Doğum ise hem bir risk hem de direniş eylemine dönüşüyor. Politik şiddet yalnızca kadınların bedenlerini değil, gelecek nesilleri doğurup büyütme kapasitelerini de hedef alıyor. Kontrol noktalarındaki ölü doğumlardan Gazze’de bombalanan doğumhanelere kadar, üremenin kendisi saldırı altında. Ancak her bir Filistinli’nin doğuşu, yok edilmeye karşı bir hayatta kalma, onur ve varlık ilanı.

“Bir hataydı… Böyle savunmasız bir varlığı bu tehlikeli dünyaya getirdiğim için suçluluk duyuyorum.”
Genç bir anne, anne babası ve eşi onu kliniğime getirirken bana bunları söyledi. Ailesi onun depresyonda olmasından korkuyordu. O ise bebeğini harcanabilir bir hayata mahkûm etmekten endişe ediyordu.
“Hayatlarımız gözden çıkarılabilir. Koruyamayacağımız çocuklar büyütüyoruz. En iyi ihtimalle travmamızı miras alacaklar. Kuluçka makinelerinde ölen bebekleri görmüyor musun? Bombardımandan sağ kalsalar bile açlıktan sağ çıkamayacaklar.”
Doğum sonrası depresyon olağandışı değildir. Ancak bugün Filistin’de depresyon çoğu kez kendine özgü bir gerekçeyle birlikte gelir: Bir annenin öngördüğü yas ve ebeveyn olarak iradesini kaybetme korkusu.
Filistin’de Kuşatma Altında Annelik
Normalde Filistinli kadınlar, kendi anne olma süreçlerindeki bekleyişlerini, ailelerini genişletme ve hayatı yenileme zamanı olarak anlatırlar. Fakat Filistinlilerin maruz kaldığı politik şiddet, diğer her şeyi olduğu gibi bu mahrem olayı da dönüştürür.
Askerî kontrol noktaları gebe kadınların hastanelere erişimini geciktirir. Bombardımanlar aileleri dehşete düşürür. Sağlık hizmetlerinin yıkımı, hamileliği hesaplanamaz bir riske çevirir. Filistinlilerin üreme ve doğumları İsrail tarafından on yıllardır doğrudan hedef alınıyor. İsrailli politikacılar Filistinli kadınların rahimlerini “demografik bombalar” diye tanımlıyor. Gazze’de bombalanan ilk tıbbi yapılardan biri tüp bebek laboratuvarıydı. Negev’deki Bedevi kadınlara haberleri ve rızaları olmadan Depo-Provera (doğum kontrol) iğnelerinin yapıldığına dair raporlar ortaya çıktı.
Karşılarında kadınların üreme kapasitelerini hedef alan bu ölüm makinesine karşı ise Filistinliler hep tam tersini savundu: Üreme iradesi, yüksek doğurganlık ve yaşamın kendisi.
Filistin’deki Kontrol Noktaları ve Ölü Doğumlar
2006’da Ramallah’taydım. Bir baba her ay tek oğlunun epilepsi ilacını ayarlatmaya geliyordu. Çocuk, babasının arabasında kontrol noktasında yaşanan travmatik bir doğumla dünyaya gelmişti. Annesi doğum sırasında ölmüş, bebek ise serebral palsi ve epilepsiyle hayatta kalmıştı. Baba her ay gözleri dolarak hikâyeyi yeniden anlatırdı. Her anlattığında sanki bu olayı canlı tutmak ister gibiydi.
İkinci İntifada sırasında Batı Şeria’daki kontrol noktalarında en az 69 kadın doğum yaptı. Bu doğumların çoğu trajediyle bitti. Bu doğumların birçoğunda yeni doğanlar ya da anneler bakım eksikliğinden öldü.
Gazze: Güvenli Doğumun Öldüğü Yer
Bugün Gazze’de yaklaşık 50.000 kadının hamile olduğu ve her gün 130 kadının doğum yaptığı biliniyor. Bu gerçeklerin yaşandığı Gazze’de İsrail ordusu da doğumu bir felakete dönüştürmüş durumda. Hastanelere erişim neredeyse imkânsız. Anneler aç, travmatize ve yas içinde. Birçok gebe anestezi bile olmadan sezaryen geçiriyor.
Bir psikiyatrist olarak, hamileliği neşeli bir beklenti zamanı değil, dehşet dönemi olan kadınlarla karşılaşıyorum. İçlerinde duydukları korku hiç de irrasyonel değil. Ölüm, yıkım ve gece baskınlarının sürekli tehdidi altında çocuk taşımak ne demek? Bebek karnında tekmelerken üstünde insansız hava araçları döndüğünde bir annenin sinir sistemi nasıl tepki verir? Gebe bir kadın, kuzeninin göz yaşartıcı gazdan sonra düşük yaptığını duyduğunda neler yaşar? Kadın doğum uzmanı doğum anında hastanede elektrik olmayabileceğini söylediğinde ne hisseder?
Hamilelik sırasında stresin fetüs gelişimine zarar verdiği herkes tarafından biliniyor. Filistinli kadınların maruz kaldığı kronik ve durmak bilmeyen stres, açlık, korku ve travmaya toksik maruziyet politik şiddettir. Tüm bunlar Filistinlilerin gelecek nesillerini hedef alır. Tüm dünya kamuoyuyla birlikte hepimiz, Filistin’deki bebeklerin soykırıma doğduğunu, ardından da acımasızca katledildiğini izliyoruz.
Filistin Halkının Mühendisliği
İsrail’in demografik mühendisliği savaş alanını aşıyor. Kudüs’te aile birleşimi izinlerinin reddedilmesi, eşlerin birlikte yaşamasını engelliyor. Aileleri bölüyor ve üreme planlamasını tıkıyor. Mahrem ve özel olması gereken bir karar işgalin rehinesine dönüşüyor.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun Mayıs 2025’te yayımladığı işgal altındaki Filistin topraklarındaki duruma ilişkin rapora göre, yakıt ve tıbbi malzeme eksikliği nedeniyle doğum ve yenidoğan bakımı tamamen durma noktasına geldi. Bu durum, hamile kadınları, prematüre bebekleri ve düşük doğum ağırlıklı bebekleri ihtiyaç duydukları hayat kurtarıcı destekten yoksun bıraktı.
Raporda, doğumlarda keskin bir düşüşe paralel olarak anne ve yenidoğan ölümlerinde artışa dikkat çekiliyor; bu da sağlık hizmetlerinin çöküşünün ve kadınların doğum yapmaya zorlandığı tehlikeli koşulların çarpıcı bir yansıması olarak değerlendiriliyor.
2022’nin aynı dönemiyle karşılaştırıldığında, Gazze’de doğumlar yüzde 41 oranında azaldı. 2.600’den fazla kadın düşük yaptı ve doğum öncesinde 220 gebelikle ilgili ölüm gerçekleşti. Prematüre ve düşük doğum ağırlıklı doğumlar arttı; 1.460’tan fazla bebek prematüre, 1.600’den fazla bebek düşük kilolu doğdu ve 2.500’den fazla yenidoğan yoğun bakıma alındı. Yenidoğan ölümleri de artıyor; bunlar arasında ilk gününde ölen en az 21 bebek de bulunuyor.
Yine de Filistinli anneler doğum yapmaya devam ediyorlar. Çocuklarına Sumud (sebat), Karameh (onur) ve Vatan (yurt) isimlerini veriyorlar. Bebeklerini mülteci çadırlarında kucaklıyor, insansız hava araçlarının altında onlara ninniler mırıldanıyor, dayanışma ağları kuruyorlar. Mama bulamadıklarında anne sütünü paylaşıyorlar. Hastaneler ulaşılamaz olduğunda evde doğumlarda birbirlerine destek oluyorlar.
Filistin’de her doğum, “buradayız ve gitmeyeceğiz”in birer ilanı. Doğurmamayı seçen Filistinli kadınlar irrasyonel değil. Böylesi koşullarda hayat taşımayı seçenler de saf değil. Her iki seçim de cesur bir irade beyanı.
Geleceğe Saldırı ve Vicdana Çağrı
İsrail doğumhaneleri bombaladığında, kuvözlere yakıt girişini engellediğinde veya hastaneleri yok ettiğinde sadece altyapıyı hedef almıyor; Filistin halkının geleceğine saldırıyor.
Filistinli kadınlar ise anneliği, bakım vermeyi ve üremeyi sürdürdüklerinde sadece hayatta kalmıyorlar. Yaşıyor ve direniyorlar.
Küresel feminist hareket, üreme haklarını kadınların onurunun merkezinde görme konusunda sesini yükseltmiş olsa da Filistinli kadınların üreme mücadeleleri büyük ölçüde uluslararası feminist dayanışmadan uzak kalıyor. Dünyanın başka bölgelerinde kürtaj veya doğum bakımı kısıtlamalarına karşı harekete geçen aynı örgütler, Filistinli kadınların hastanelere sistematik biçimde erişiminin engellenmesi, ailelerin zorla ayrılması ya da doğumhanelerin bombalanmasıyla karşılaştıklarında çoğu zaman sessiz kalıyorlar.
Bu seçici empati, kadınların acılarında rahatsız edici bir hiyerarşiyi yansıtıyor. Kendi değerlerine sadık kalabilmek için küresel feminizm, Filistinli kadınların üreme haklarının marjinal bir mesele değil, cinsiyetlendirilmiş sömürgeci şiddete karşı direnişin merkezinde acil bir feminist dava olduğunu ısrarla vurgulamalı.
Filistin’de üreme sağlığı uluslararası gündemin kıyısında kalmamalı. İnsan hakları, sömürgecilik, feminizm ve sağlık adaleti tartışmalarının tam da merkezinde yer almalı. Tıp dernekleri, feminist hareketler ve insan hakları örgütleri bunu olduğu gibi adlandırmalı. Çünkü şu anda tüm kamuoyuyla birlikte izlediğimiz şey, Filistinli kadınlara ve onların üreme haklarına yönelik sistematik bir saldırıdır.
Filistin’de doğum, biyolojik bir olaydan fazlasıdır. Bir insan hakkı, politik bir eylem ve direniş biçimidir. Filistin’de çocuk taşımak, bir halkın sürekli ellerinden alınmaya çalışılan geleceği kurma çabasının hem yükünü hem de umudunu taşımaktır.