'Oku/yorum'

Oku/yorum: “Uyum Yetmez!”

Tayfun Keltek, Silvio Vallecoccia ve Thomas Jaitner tarafından kaleme alınan ve Almanya’da uyum konusunu inceleyen, “Integration reicht nicht” (Tr. “Uyum Yetmez”) isimli eseri, Prof. Dr. Mustafa Gençer Oku/yorum serisi için inceledi.

Oku/yorum: Integration reicht nicht. @Perspektif

Almanya’ya işgücü göçünün 60. yılında yayımlanan, orijinal ismi “Integration reicht nicht. Anerkennung und Chancengleichheit in der postmigrantischen Gesellschaft” olan, Türkçeye “Uyum Yetmez. Göç Ötesi Toplumda Kabul ve Fırsat Eşitliği” olarak çevrilebilecek bu çalışma, ömrünü göç ve uyum konularına adamış üç aktör, -Tayfun Keltek, Silvio Vallecoccia ve Thomas Jaitner- tarafından kaleme alınmıştır. Yazarlar soru-cevap tarzında kaleme aldıkları görüşlerini sekiz alt başlıkta tartışmışlardır. “Entegrasyon başarı hikayesi mi?”, “Uyum Meclislerinin rolü”, “Göçmen kimliği ‘kalıcı’ mı?”, “Göç toplum için bir zenginlik mi?”, “Eşit muamele nasıl olur?”, “Neden göçmenler aktif olmak zorunda?”, “İslam Almanya’ya ait mi?” ve “Gelecekte ne yapılmalı?” başlıkları altında Türkiye, Almanya ve İtalya kökenli üç yazar uyum meselesine dair görüşlerini ortaya koymuşlardır. Önsözü Prof. Dr. Rita Süsmuth tarafından kaleme alınan bu kitap, 2021 yılında Dünya Verlag tarafından basılmıştır.

Göçle İlgili Yürütülen Temel Tartışmalar

Kitabın yazılmasına, bardağı taşıran son damla olarak da nitelendirilebilecek, 8 Şubat 2019 tarihinde Köln Şehir Gazetesi’nde (Alm. “Kölner Stadtanzeiger”) yayımlanan “İlkokulda İngilizce yerine Türkçe” başlıklı yazı sebep olmuştur. O dönemde Kuzey Ren Vestfalya (NRW) Eyaleti Eğitim Bakanı ilkokullarda İngilizce dersinin ilk iki yıl için kaldırılmasını tavsiye eder. Bunun üzerine Eyalet Uyum Meclisleri Başkanı Tayfun Keltek kaldırılması düşünülen İngilizce dersi yerine okullarda ana dil eğitiminin teşvikini önerir. Yazarlar bu olayın toplumda uyum konseptine dair ortak bir anlayışın olmadığını gösterdiği görüşünden hareketle ve genelde göçle ilgili her konu hakkında hâlâ temel tartışma (Alm. “Grundsatzdiskussion”) yürütüldüğünden şikâyetle kitabı yazmaya karar verir. Gerek Alman gerekse göçmen organizasyonların önde gelen isimlerinin dahi konunun mahiyetini araştırmadan karşıt görüş belirtmesi, göçmenlere dair konuların aradan 60 yıl geçmesine rağmen tartışmayı böylesine kızdırması uyum aktörlerinde hayret ve kızgınlık uyandırır.

İlk bölümde genel kanının aksine Almanya ve Almanların aktif ve pasif olarak göç ve göçmenlik ile geçmişe uzanan tecrübelerinin olduğu, 19 ve 20. yüzyılda milyonlarca Almanın göç ettiği örneğinden hareketle aktarılmış. Bugün ise Kuzey Ren Vestfalya Eyaletindeki okullarda öğrenim gören çocukların yüzde 40’ının göçmen kökenli olduğu belirtilmiş. 

Göç: Kaçırılmış Fırsatlar Tarihi

Kitabın üç yazarından biri olan Keltek’e göre, Almanya’da göç kaçırılmış fırsatlar tarihidir ve son 30 yılda politikanın ve toplumun göç konusuna yönelik bakışı neredeyse hiç değişmemiştir.

Kitabın ikinci bölümünde, uyum meclislerine entegre edilen Belediye meclis üyelerinin “endişe taşıyıcısı” (Alm. “Bedenkenträger”) olarak görev yaptıkları, meclise üye olan AfD üyelerinin tek derdinin oturumu sabote etmek olduğu, bunun yanı sıra uyum meclislerinin Köln’de bir lisede 6. sınıftan itibaren verilen Türkçe dersinin okul yönetimince gece yarısı müfredattan kaldırılmasına engel olamadığı aktarılmıştır. Bu olumsuzlukların yanı sıra başarılara da değinilmiş ve uyum meclislerinin Köln’de 2009 yılında Çok Dillilik ve Uyum Merkezinin (ZMI) kurulmasına olan katkısı okuyucuyla paylaşılmıştır. 

Üçüncü bölümde, göçmen kimdir sorusuna Silvio Valecoccia, “hayatını başka bir yerde geçirmek üzere bavulunu hazırlayıp, gitmeye karar verendir.” cevabını vermektedir. “Geldiğim andan itibaren artık göçmen değilim.” diyen Valecoccia’ye göre ait olmayı dış görünüş, kan bağı ve ailevi köken üzerinden belirleyen bir toplumla karşı karşıya isek, ne kadar süre o ülkede yaşarsak yaşayalım oralı olamayız. Burada eksik olan kabul (Alm. “Anerkennung”), değer verme (Alm. “Wertschaetzung”) ve fırsat eşitliğidir (Alm. “Chancengleichhheit”). Bunların sağlanması içinse mücadele etmek gerekir. Bu hususta en büyük engel -siyasi ana akım tartışmalarda açık toplum olunduğuna dair verilen beyanların aksine- insanların çoğulculuk konusundaki bilgisizliği ile birlikte görülen yok sayma davranışıdır.

Göçmen Kimdir?

Bunun yanı sıra yazar, Almanya’da hâlâ göçmenliği ve göçmenleri tanımlamak için uygun ve genel geçer kavramlar bulunamamış olmasına da atıf yapar. 1990’lara kadar “yabancı” (Alm. “Ausländer”) olarak addedilen Türkler, sonra “Migrant” yani “göçmen” olarak anıldılar, ardından “Menschen mit Migrationshintergrund”, yani “göç arka planına sahip insanlar” olarak vasıflandırıldılar. Son zamanlarda yukarıdaki saydıklarımıza “Menschen mit Migrationsgeschichte” yani “göç geçmişine sahip insanlar” tanımı eklendi.

Dördüncü bölüm göçün bir tehdit mi yoksa zenginlik mi olduğu sorusuna dairdir. Yazara göre göçmenler kültürel ve dinî özelliklerinin Alman toplumunca bir “yük”ten ziyade “zenginlik” olarak algılanmasını arzu ediyorlar. Çünkü göçmenler Nasyonal Sosyalist (NS) rejiminin “tek tipleştirilmiş” Almanya’sına farklı kültür, tarih ve dilleri beraberinde getirmişler ve bu suretle Alman toplumunu zenginleştirmişlerdir. 

Eşit muamele (Alm. “Umgang auf Augenhöhe”) konusunun işlendiği bölümde, Alman gençlerinin çoğunun uluslararası göç geçmişi olan insanların yaşam tarzları hakkında çok az şey bilmeleri, medyada Türkiye’ye dair meselelerin olumsuz ve yanlı aktarılması, ırkçı saldırıların mevcudiyeti gibi konuların birçok insanı Türkiye’ye dönüş planları yapmasına teşvik ettiği meselesi ele alınmıştır. Keltek’e göre dernekler bu bağlamda göçmenlere Almanya’da ikinci sınıf insan olmadıkları bir “sığınma yeri” olmuşlardır. Sosyologların 2002 yılında, yani yirmi yıl kadar önce, Almanya’da yüzde yirmilik sağ popülizm eğilimini tespit ettiği, ancak siyasal elitin bu tehlikeyi dikkate almadığı da bu bölümde belirtilenler arasında. 

Göçmenlerin aktif olmasının gerekliliği ile ilgili bölümde yazarlar, göçmenlerin sesini çıkarmasının çoğu kez arzu edilmediğine ve göçmen kökenlilerin seçme ve seçilme hakkının kısıtlılığına vurgu yapıyorlar. Temelde göçmenlere, “Bu ülkede yaşayabildiğin için topluma müteşekkir olmalısın.” demek istendiği ve bu bağlamda onlara kendilerinin deneyim ve bilgilerine zaten ihtiyaç olmadığı izlenimin aktarıldığı söyleniyor. Bunun bir sonucu olarak kariyer sebebiyle göçenlerin bir kısmı, içinden çıkılan ülke ve topluma mesafeli bir tavır takınabiliyor.

Bir sonraki bölümde İslam’ın Almanya’ya aidiyeti konusunda ise Christian Wulf’un realistik tespitinin dahi polarize bir tartışmayı fitillediği ve adeta İslam’ı düşman (Alm. “Feindbild”) hâline getirdiğine vurgu yapılıyor.

Kabul ve Fırsat Eşitliği

“Gelecekte ne yapmalı?” bölümünde artık uyum konusunun ötesine geçilmesi tavsiye edilmektedir. Çünkü uyum sadece yeni gelenlerle ilgili bir konu olabilir. Sosyolojik araştırmalara göre insanların yeni hayatlarına uyumu 7 yıl sürmektedir. Akabinde olması gereken hala uyum tartışması değil, kabul ve fırsat eşitliğinin gerçekleştirilmesidir. Göç kabul eden toplumun sistematik olarak şekillenmesi toplumun geniş tabanlı konsensüsüne bağlıdır. Ancak mevcut durumda çok konuşulmasına rağmen az somut adım atılmaktadır. Nitekim Kühn-Memorandumu (1979) ve Süsmuth-Kommission’un (2000) önerilerine bakıldığında aslında yıllardır benzer şeylerin söylem bazında tekrar edildiğini görülmekte. Eksik olan söylemin eyleme dönüştüğü pratik uygulamadır. 

Göç ve uyum konusunda biyografi ve otobiyografileri olan bazı yazarlar da Almanya’da yüksek kariyer yapmalarına rağmen eserlerinde hüzünlü bir bilanço ortaya koymaktadırlar. Bonn Türk-Alman Derneği Başkanlığı yapan ve Köln’deki Batı Alman Radyosunda (WDR) çalışan gazeteci Baha Güngör ve Lale Akgün (Eser: “Hüzün – Nasıl Alman Olduk ve Türk Kaldık” ; Alm. “Hüzün … das heißt Sehnsucht – Wie wir Deutsche wurden und Türken blieben”, 2020), misafir işçilerden çok önce Almanya’ya gelen babası Tosun Merey’in hikâyesini yazan oğlu Alman Basın Ajansının (dpa) İstanbul yöneticisi Can Merey (Eser: “Sonsuz Misafir. Türk Babam Nasıl Alman Olmak İçin Uğraştı”; Alm. “Der ewige Gast. Wie mein türkischer Vater versuchte, Deutscher zu werden”, 2018), ve Almanya’da siyaset yaptıktan sonra Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi olan Ozan Ceyhun (Eser: “Asla Alman Olunmuyor”, “Man wird nie Deutscher”, 2012) gibi yazarlar, göç ve uyum anılarını Almanca kaleme almışlardır. Ancak ilk nesillere mensup bu yazarların, Almanya’ya uyum sağlamak için ne yapsalar da Alman veya tam uyum sağlamış sayılmadıklarına ve göçmenlere kabul ve fırsat eşitliğinin sağlanmadığına dair ilginç hikâyeleri bu konuda kat edilmesi gereken uzun bir mesafenin varlığına işaret etmektedir. Neticede bu yazarların Türkiye’deki kökleri ve oraya olan bağları yaşamlarının ilerleyen döneminde tekrar karşılarına çıkmıştır.

Prof. Dr. Mustafa Gencer

Friedrich-Schiller Jena Üniversitesi Din ve Eğitim Araştırmaları Danışma Kurulu Üyesi.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#1

*Tüm alanları doldurunuz

  • Melek Kılınç
    2024-01-01 09:02:13

    Çok yerinde bir değerlendirme olmuş. Yazıda bahsi geçen eserlerin topluma mal edilmesi için daha aktif tanıtımlar yapılması iyi olurdu. Türk ve diğer göçmen vatandaşlar için kendilerini ifade etmeye, Almanlar için ise empatik yaklaşmaya önemli ölçüde ihtiyaç var.

Son Yüklenenler