Suudi Arabistan’da Dönüşümün Yönü ve Kimlik Arayışı
Suudi Arabistan, Muhammed bin Selman'ın sahneye çıktığı 2017'den beri çok kapsamlı bir dönüşüm içerisinde. Veliaht Prens'in öncülüğündeki bu dönüşüm, kraliyet ailesinin toplumsal ihtiyaçlara uyum sağlama çabasının yanı sıra, bölgesel ve küresel dinamiklere göre de şekilleniyor.
Veliaht Prens Muhammed bin Selman (namı diğer MbS), Haziran 2017’de göreve geldiğinden bu yana Suudi Arabistan, bir dönüşüm süreci yaşıyor. Suudi Arabistan’ın içinden geçtiği bu sürecin hem iç politikayla hem de bölgesel ve küresel etkenlerle ilgisi var. Fakat en temelde kraliyetin toplumsal durumu ve siyasi rejimin bu toplumun değişen ve dönüşen ihtiyaçlarını yönetme ve bunlara uyum sağlama politikası temel belirleyici unsurlar.
Suudi Arabistan’daki “Değişim Rüzgârı” Hangi Yönde Esiyor?
Dünya Bankası tarafından paylaşılan verilere göre, Suudi Arabistan’da nüfusun yüzde 70’i 35 yaşın altındaki gençlerden oluşuyor. Nüfusun yüzde 100’ü ise, artık günlük internet erişimine sahip. Kadınların, özellikle doktora ve yüksek lisans gibi yükseköğrenim seviyelerinde akademik diploma alma oranı erkeklerden yüksek. Ülke nüfusunun yüzde 40’ı kadın: Kadınların iş ve eğitim hayatına katılma oranı hem artıyor hem de kadınların profesyonel hayattaki temsili daha görünür olmaya başladı. Buna dair sembolik bir örnek vermek gerekirse: Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçisi Reema bint Bandar Al Saud, öne çıkan bir siyasi figür.
Muhammed bin Selman’ın reformlarıyla anılan, haberlerde bir gün mayo defilesi ve bir başka gün Metallica konseri düzenlendiğini görmeye başladığımız bu ülkede neler oluyor? Gerçekten siyasal ve sosyal bir dönüşüm var mı? Bu sorular, oldukça anlamlı ve kapsamlı bir cevabı hak ediyor.
Öncelikle şunu söylemekte fayda var: Suudi Arabistan çok uzun yıllardır toplumun dönüşen yapısına ve ihtiyaçlarına kulak vermeyen bir rejimle yönetiliyor. Mutlak monarşi yapısının siyasi olarak bir yara almadan otoritesini korumak istemesi ve genelde yaşça oldukça büyük liderlerin ve siyasi elitlerin hâkimiyetinde idare edilmesi bu tutuculuğun ana nedenlerinden biri. İkinci bir neden ise, Suudi kraliyetinin aslında Orta Doğu’daki genel muhafazakâr statükonun öncülüğünü yapıyor olması. Diğer bir deyişle, eğer Suudi Arabistan siyaseten, ekonomik olarak ve toplumsal olarak değişirse hem diğer körfez monarşileri hem de Krallığın yakın ilişkide olduğu diğer otoriter bölge ülkeleri de bu reform dalgasından etkilenebilir.
Peki, 2017’den bu yana bahsi geçen “değişim rüzgârı” ve reform hareketi derken neyi işaret ediyoruz? Muhammed bin Selman’ın siyasi kişiliği tam olarak bu noktada devreye giriyor. Veliaht Prens, bütün eğitimini Suudi Arabistan’da almış, İngilizceyi son yıllarda akıcı konuşmaya başlamış, ülkedeki yapıyı ve toplumu çok yakından tanıyan ve bir bakıma Suud toplumunun içinden gelen bir lider. Bu önemli bir detay, çünkü MbS dışındaki bölgedeki bütün siyasi elitler, yurt dışında yatılı orta okullarda okuduktan sonra İngiliz Kraliyet Akademisinden mezun olmuş kişiler. Kendi toplumlarını yakından tanısalar da Veliaht Prens gibi 30’lu yaşlara kadar tamamen yerel unsular ve dinamikler içinde yaşamadılar. Bu farklı öz geçmişinden hareketle MbS, Suudilerin ne yaşadıklarını, ne beklediklerini ve nereye kadar esneyebileceklerini ölçmek adına ideal bir geçmişe sahip. Bir diğer önemli durum, Veliaht Prens’in birazdan değineceğimiz sosyal ve ekonomik reformları gerçekleştirirken, siyaseten otoriter tutumundan vazgeçmemesi: Suudi Arabistan’ın reformları uzun vadede siyaseten de daha açık bir toplum doğurabilir, ancak şu noktada asıl hedef, sosyal ve ekonomik değişikliklerle dinamik bir Suud toplumu oluşturmak. Bu toplumun demokrasi beklentisi ya da karar alma sürecine katılma talepleri, Veliaht Prens’in önceliği değil. Aksine, hem kendisine hem de devlete karşı siyaseten oldukça korumacı ve rejim güvenliğini ön plana çıkaran bir politika izliyor.
Reformların İçeriği ve Hedefleri
O zaman bu yazının konu aldığı bir diğer önemli soru devreye giriyor: Bahsi geçen reformlar nasıl bir içeriğe sahip ve neyi hedefliyor? Suudi Arabistan neoliberal politikalarla hem yaşam tarzını hem tüketim ve üretim sistemlerini küresel taleplere açarak ülkenin ekonomik sistemini petrolden bağımsız kaynaklarla güçlendirmek istiyor. Bunu yaparken siyasi otoritenin mutlak olarak gücü elinde tutması hem yatırımcılara güven veriyor -çünkü yatırımları bir garantör altına alınıyor- hem de bütçenin harcanması ve yapılan değişikliklere karşı halktan bir tepki gelmesini engelliyor.
Buna dair ilk örnekler şöyle sıralanabilir: Uygulanmaya başlanan KDV vergisi, halka sağlanan belli refah devleti uygulamalarının ölçülerinin değiştirilmesi, sponsorluk uygulamasının düzenlenerek yatırımcılara daha uygun hâle getirilmesi. Özellikle devlet kurumlarında çalışan insanların iş üretmelerinin arttırılması ve rantiyer devletin (İng. rent-seeking state) üzerindeki yükün azaltılması için kamu kuruluşlarının çalışma ve işe alım koşullarında değişiklikler yapıldı. Özellikle Suudi Arabistan’ın 2030 vizyonunda da değinildiği üzere ekonomik olarak üretken ve topluma katkı sağlayan, özel sektörde de çalışan bir Suudi profili oluşturulmak isteniyor, çünkü halkın yüzde 60’ı devlete bağlı kurumlarda çalışıyor. Ekonomik olarak tarihinde ilk kez vergiyle tanışan bu toplumun belli sosyal esnekliklerle aslında dönüşümün onların lehine etkileri olduğunu görmesi noktasında da sosyal reformlar devreye giriyor. Ama bu durum, bir havuç ve sopa metaforu olmanın ötesinde, Veliaht Prens’in yeni gelen neslin ve dünyanın genelinin gittiği noktayı okuyor olmasıyla ilgili bir durum.
Suudi Arabistan’daki Hane Halkları ve Mekânsal Dönüşüm
Örneğin; artık kadınların temel sağlık ihtiyaçlarında, erkek veli olmadan işlem yapabilmeleri, araba sürebilmeleri, yalnız seyahat edebilmeleri en temelde toplumun yükünü hafifleten uygulamalar oldu. Bunu biraz daha açmak gerekirse: Her kadın sokağa çıkarken bir erkek eşlikçiye ya da şoföre ihtiyaç duyduğunda bu korumacı gelenek ailelerin idare etmekte zorlandığı ve oldukça masraflı bir uygulama hâline geldi. Çünkü eski Suudi aile yapısında kadınlar daha az hareket hâlindeydi ve büyük evlerde kalabalık aileler ile yaşıyorlardı. Günümüzde ise ailelerin çoğu -en azından orta sınıfın büyük bir kısmı- artan ekonomik masrafların ve değişen toplum hayatının etkisiyle daha mütevazı evlerde ya da apartmanlarda daha küçük aileler olarak yaşıyorlar. Şoförlerine ayrı bir oda vermek gibi bir imkânları olmuyor ve çalışan annenin evden çıkmak için sürekli babaya ya da başka bir erkeğe ihtiyaç duyması sadece kadınların değil, erkeklerin de hayatını zorlaştırıyor. O nedenle MbS, aslında toplumun çok temel bir sorununa pratik bir çözüm getirdi. Üstelik, kadınların araba sürebilmesi için yine yerel otoriteden izin alması gerekiyor. Ailesi izin vermeyen kadınlar için bu aşamaya geçmek hâlâ bir sorun.
Benzer şekilde, Veliaht Prens, toplumun artan konut ihtiyaçlarını ve yeni neslin daha modern bir yaşam tarzını benimsediğini fark ederek daha mütevazı ve Batılı tarzda büyük inşaat projeleri başlattı. Bu projelerin reklamlarında, Netflix tarzında çekirdek aile hayatı ve modern yaşam tarzını benimsemiş, sabah koşusuna çıkan başı örtülü olmayan Suudi kadınlar görüyoruz. NEOM, LINE ve MUKAAB gibi mega projeler ve Kızıldeniz üzerindeki turizm projeleri ise tamamen küresel turizmi ve lüks seyahatleri ülkenin el değmemiş sahillerine çekmeyi ve Suudi Arabistan’ı Dubai gibi bir turizm merkezi hâline getirmeyi hedefliyor. MbS bu lüks konaklama, iş ve turizm mekânlarıyla, insanların Miami’de ofisten çıkıp sahile gitmesi gibi, NEOM’da da ofisten çıkıp, denizde yüzüp, biraz doğa yürüyüşü yapıp sonra ticari görüşmeler için iş yerlerine geri dönmelerini hedefleyen küçük ve bireysel bir hayat tarzı tasvir ediyor.
Suudi vizyonunun yalnızca Suudi Arabistanlılar için değil, küresel sermayenin de değişen bir ülke olduğunu görmesi ve böylece yabancıların da Hac ve Umre dışında ziyaret edip ticaret yapmak isteyeceği bir ortam oluşturma hedefiyle göze çarpan değişim hamlelerine izin verdiğini görüyoruz. Bunlara örnek olarak şunları görüyoruz: Artık Suudiler sinema izlemek için Bahreyn’e gitmiyorlar, Cadılar Bayramı ve Noel kutlamak için yabancıların yaşadığı sitelere gitmiyorlar, konserlere ülkelerinde ulaşabiliyorlar, defileler izleyebiliyorlar ve bütün bunları kontrol eden ahlak polisleri artık yok.
Bu yaşananları yeni bir “siyasi ve fiziki mekân/alan inşası” olarak tanımlayabiliriz. Yeni neslin ve ülkenin sosyo-ekonomik ihtiyaçlarının örtüştüğü ve diğer Körfez monarşilerinin öncü olduğu konularda, Suudi Arabistan Krallığı da artık manevra alanları açıyor. Bu süreç bir reform ve toplumsal dönüşüm aşaması olarak tanımlanabilir olsa da -tıpkı Birleşik Arap Emirlikleri modelinde olduğu gibi- toplumsal hayattaki liberalleşme ve neoliberal ekonomik politikalar siyasi alanda paralel bir açılım olduğu anlamına gelmiyor. Rejimin mutlak otoritesinin korunduğunu, hatta gelişen teknoloji ve sansür uygulamaları sayesinde daha güçlendiğini ve bu duruma karşılık daha hassas bir konumda bulunan bir Suudi vatandaş profili oluştuğunu görüyoruz.
Reformlarla Birlikte Suudi Kimliğinin Yeniden Yorumlanışı
Bu siyasi gücün devam etmesi ve toplumun dönüşümleri bir çerçeveye oturtması adına da mikro ve seküler bir milliyetçilik söyleminin kullanıldığını belirtmekte fayda var. Suudi Arabistan’ın güçlü Vehhabi uleması bahsi geçen sosyal reformlardan rahatsız oluyor fakat MbS, rejimin bu gruplar üzerindeki gücünü de arttırıyor. Özellikle toplumun Arap ya da Vehhabi hissetmenin ötesinde Suudi olarak kendini tanımlaması için devam eden söylemsel ve kültürel tarihe dayalı politikalar var. Örneğin, Suudi Arabistan devletinin kuruluş günü, artık Vehhabi lider Muhammed Ibn Abd al Vahhab’ın Diriye Emirliğinde Ibn Suud’la birleştiği 1744 yılında değil. Bunun öncesinde 1727 yılında -Vehhabi ulemasıyla anlaşmadan önce kurulan- Diriye Emirliği’ne dayanan bir gün seçildi. Bu resmî tarih değiştiği gibi bugüne özel bir yeni resmî tatil ilan edildi: Kuruluş Günü. Diriye şehri de Al-Ula şehri gibi yenilendi. Cidde tarihî şehri, Al-Ula ve Diriye gibi yenilenen eski şehirler, kültürel mirasın bir parçası olarak resmî söylemde ve Suudi Arabistan’ın 2030 vizyonunda kullanılıyor. Hatta Hicazi ve Necidi kültürler gibi Suudi Arabistan’ın daha yerel kimliklerine atıf yapılıyor.
Bütün bu sürecin özeti olarak, sosyo-ekonomik reformların mutlak siyasi otoriteyle birleştiği, seküler bir mikro milliyetçilik söyleminin kullandığını görüyoruz. Suudi Arabistan’ın yaşadığı dönüşüm toplumda da bir karşılık buluyor çünkü insanların kraliyetle yönetilen ülkenin değişmesi gerektiğine dair bir inancı var: Ama bu kapsamda bir demokrasi beklentileri yok. Diğer bir ifadeyle, belli standartlara sahip bir Suud vatandaşı zaten ülkesine demokrasi geleceğini ya da gelmesi gerektiğini düşünmüyor ki yapılan reformlarda bunun eksikliğini hissetsin. Toplumda yaygın olan siyasi kültür, kaynakların halka daha adil bir şekilde dağıtılması ve genç neslin refah içinde yaşaması beklentisine dayanıyor. O nedenle, önümüzdeki yıllarda Muhammed bin Selman babasının yerine geçip kral olduğunda pek çok yeni adıma gebe ve değişikliklere açık bir kraliyet ve Suud toplumu görebiliriz.
Arabistan ve Körfez ülkeleri adına korkarak olanları izliyorum.Terayag bozulunca zehir olurmuş.10 sene sonra korkunç bir manzara bekliyorum Rabbim muhafaza eylesin