Birleşik Krallık’taki Palestine Action Yasağı Hukuken Orantılı mı?
Birleşik Krallık'taki Palestine Action yasağı, güvenlik ile özgürlük arasındaki dengeyi yeniden tartışmaya açtı. Kararın hukuki orantılılığı sorgulanırken, yasağa karşı çıkanlar bunun siyasi eylemleri terörle eşitleyen bir emsal olduğunu vurguluyor.

Terörle mücadele yasaları ile sivil özgürlükler arasındaki gerilim uzun zamandır biliniyor. Birleşik Krallık hükümetinin Palestine Action adlı (Filistin Eylemi) örgütü yasaklama kararı bu gerilimi yeniden gündeme taşıdı. Yasaklama kararıyla birlikte, artık sadece terör eylemlerine destek açıklamak değil, yasaklı örgüte destek beyan etmek de suç sayılıyor. Bunun sonucunda yaz aylarında yasak kararını protesto eden çok sayıda kişi gözaltına alındı. Örneğin, 9 Ağustos’ta Londra’da düzenlenen protestoda 500’den fazla kişinin tutuklandığı bildirildi. Konuyla ilgili yapılan haberlerde öne çıkan bir diğer ayrıntı ise, gözaltına alınanların arasında Gazze’deki savaşa karşı sesini duyurmak isteyen emeklilerin de bulunmasıydı.
Karar, ifade özgürlüğünü kısıtlayan sonuçları ve örgütün diğer yasaklı gruplardan farklı olması nedeniyle oldukça tartışmalı. Yasaklamanın terörle mücadele yasalarını aşırıya taşıyıp taşımadığı ve ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediği daha sonra mahkemelerde değerlendirilecek. Eğer yargı sürecinden sağ çıkarsa, bu karar ileride daha geniş bir yelpazede örgütlerin de aynı yöntemle yasaklanmasının önünü açabilir.
“Palestine Action” Adlı Örgüt Nedir?
Palestine Action, 2020’de İsrail’in İngiltere’deki silah ticaretine karşı “doğrudan eylem” yürütmek amacıyla kuruldu. İçişleri Bakanı, örgütün kuruluşundan bu yana ülke çapında “işletmelere, kurumlara, hatta kritik ulusal altyapı ve savunma şirketlerine karşı suç teşkil eden doğrudan eylemler örgütlediğini” belirtti. Hükûmetin örgütü yasaklama olasılığı uzun süredir gündemdeydi. 2024 tarihli bir raporda, örgütün terör örgütü olarak yasaklanma kriterlerini karşılayıp karşılamadığının “takip edilmesi gerektiği” önerilmişti. Ancak başka raporlarda, doğrudan eylem gruplarının yasaklanmasının “emsalsiz” olacağı yönünde uyarılar da vardı.
Değişimi tetikleyen olay, 20 Haziran 2025’te Oxfordshire’daki Brize Norton üssünde örgüt üyelerinin Kraliyet Hava Kuvvetlerine (RAF) ait iki uçağa kırmızı boya püskürtmesiydi. İçişleri Bakanı, 23 Haziran’da yasaklama kararını açıkladı. 30 Haziran’da Parlamento’ya sunulan kararname, Palestine Action’ın yanı sıra Maniacs Murder Cult ve Russian Imperial Movement örgütlerini de kapsıyordu. Avam Kamarası 2 Temmuz’da, Lordlar Kamarası ise 3 Temmuz’da onay verdi. İdare Mahkemesi ve Temyiz Mahkemesi, kararın askıya alınması talebini reddetti ve yasaklama 5 Temmuz’da yürürlüğe girdi. Ancak mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. ve 11. maddeleri (ifade ve örgütlenme özgürlüğü) bağlamında açılan davayı görmeye izin verdi.
Palestine Action İçin Çıkan Yasaklama Kararı Neye Dayanıyor?
Palestine Action’ı yasaklama kararı, Birleşik Krallık’ta 2000 tarihli Terörizm Yasası’nın 3. maddesi uyarınca alındı. Bu madde, bakana, bir örgütün terörizmle ilgili olduğuna inandığı takdirde onu yasaklama yetkisi veriyor. Hükûmetin yasaklama gerekçesi büyük ölçüde mülke verilen zarar üzerinden temellendirilmişti. İçişleri Bakanı, kararın açıklandığı gün, Palestine Action’ın “siyasi amacını ilerletmek ve hükûmeti etkilemek için ciddi mülk zararları işlediğini” söyledi. Hükûmet ayrıca milyonlarca sterlinlik zarar verdiği iddia edilen başka örnekler de sundu. Örgütün bu tür saldırıları nasıl yapacağına dair bir “gizli el kitabı” olduğu da öne sürüldü.
Kararı eleştirenler ise örgütün, doğrudan insanlara yönelik şiddet tehdidi oluşturan diğer yasaklı gruplardan farklı olduğunu savunuyor. Bu tür mala zarar eylemlerinin zaten mevcut ceza yasalarıyla kovuşturulabileceğini ve “terörizm” olarak tanımlanmasının aşırı olduğunu öne sürüyorlar. Bazılarına göre yasaklama, jüri üyelerinin “mala zarar” davalarında üyeleri mahkûm etmemesi ihtimaline karşı geliştirildi; böylece yetkililer çok daha kapsamlı kontrol mekanizmaları elde etmiş oldu. Eleştirilerin bir diğer boyutu ise, bu kararın ileride başka doğrudan eylem grupları için de emsal teşkil etmesi.
Terörizm kavramının hukuki tanımı, kamuoyunda anlaşıldığı gibi yalnızca bireylere yönelik şiddeti kapsamaz. 2000 tarihli Terörizm Yasası’na göre, “ciddi mülk hasarı” veya “kamunun ya da bir kesiminin sağlığı veya güvenliği için ciddi risk” oluşturan eylemler de eğer hükûmeti etkilemeyi hedefliyor ve siyasi, dinî, ırksal ya da ideolojik bir amaca hizmet ediyorsa terörizm kapsamında değerlendirilebilir. Yasaklamayı eleştirenler, bu kadar geniş bir tanımın temel hakları kısıtlayabileceğini uzun süredir savunuyordu. Palestine Action’ın yasaklanması, en azından bazı insanların gözünde, “terör örgütü”ne dair kamuoyundaki anlayış ile çok daha kapsamlı olan yasal tanım arasındaki farkı gözler önüne seren somut bir örnek sundu.
Yasaklama Kararı Orantılı Bir Karar mı?
Bir örgüt yasal olarak yasaklama kriterlerini karşılıyor olsa bile, mesele burada bitmez. Esas soru şudur: Yasaklama, örgütün faaliyetlerinin niteliği ve oluşturduğu tehdit dikkate alındığında gerçekten gerekli ve orantılı mıdır?
Bu sorunun değerlendirilmesi zordur; çünkü hükümet, potansiyel terör tehditlerine ilişkin kanıt ve istihbaratı kamuya açıklamaz. İçişleri Bakanı Yvette Cooper, yasaklamayı haklı göstermek için “gelecekteki saldırılara dair rahatsız edici bilgiler” aldığını, ancak bunları süren ceza davaları nedeniyle açıklayamayacağını söyledi. Parlamentodaki tartışmalar sırasında Lord Carlile, “Sorumlu davranmalı ve bize sunulan teklifin arkasında bir istihbarat dosyası bulunduğunu kabul etmeliyiz,” dedi.
Bu tür açıklamalar, kamuoyunu yasaklamayı bir güven meselesi olarak kabul etmeye davet ediyor. Ancak insanlar, bu tür güven çağrılarına şüpheyle yaklaşabilir. Çünkü böylesi argümanlar, hesap verilebilirliği bertaraf etmek ya da yetki aşımını gizlemek için kullanılabilir.
Palesine Action’un Yasaklanma Süreci
Eğer kamuoyu hükümetin iddialarını tam olarak değerlendiremiyorsa, en azından yasaklama sürecinin orantılılığı güvence altına alan mekanizmalara sahip olduğundan emin olmalıdır. Bu güvencelerden biri, parlamentonun onayıdır.
Her iki meclis de -Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası-, Palestine Action, Maniacs Murder Cult ve Russian Imperial Movement örgütlerini birlikte yasaklayan kararı tartışıp oyladı. Daha önceki yasaklama kararlarında da birden fazla örgüt aynı anda yasaklanmıştı. Bu uygulamanın, yasaklama kararlarının “ideolojik açıdan tarafsız” olduğunu göstermek amacıyla tercih edildiği söylenebilir.
Ancak eleştirmenler, Palestine Action’ın faaliyetlerinin diğer iki gruptan farklı olduğunu, dolayısıyla ayrı değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdü. Üç örgüt için tek oylama yapılmasının, milletvekillerini karara karşı çıkmaktan caydırmak için bir “hile” olduğu düşünüldü. Ne var ki ayrı bir değerlendirme yapılsa bile, sonucun değişmeyeceği öngörülüyordu. Lordlar Kamarası’nda, sadece Palestine Action’ın yasaklanmasına “üzüntü” bildiren bir önerge gündeme geldi ama bu da açık bir şekilde reddedildi.
Sürecin bir diğer özelliği ise hızıdır. Hükûmet 23 Haziran’da kararını açıkladı; yasak 5 Temmuz’da yürürlüğe girdi. Yasaklama kararlarında genellikle hızlı süreçler normal kabul edilir. Çünkü önceden uzun süre tartışılması, örgütün alınacak önlemlerin etkisini azaltacak adımlar atmasına imkân verebilir. Ancak bunun sonucu, denetim için yeterli zamanın olmaması ve muhaliflerin destek toplamasının engellenmesidir.
Bir başka sorun da, Lordlar Kamarası’nda Lord Beamish tarafından dile getirildi: Yasaklamayı destekleyen istihbarat, önceden Parlamento’nun İstihbarat ve Güvenlik Komitesi ile paylaşılmamıştı. Oysa bu komite, bilgileri kamuya açıklamadan inceleyebilirdi. Ayrıca hükümet, Proscription Review Group tarafından verilen tavsiyelerin ayrıntılarını da Lordlar Kamarası’nın İkincil Mevzuatı Denetleme Komitesi ile paylaşmayı reddetti. Eğer bu bilgiler parlamenterlerle paylaşılmış olsaydı, tedbirin gerekliliğine dair daha fazla güvence sağlanabilirdi. Bunun yerine, parlamentonun onayı –önemli olsa da– yasaklamanın orantılılığını değerlendirmede sınırlı bir güvence sundu.
Örgütün Yasaklanmasının Getirdiği Kısıtlamalar
Üçüncü ve belki de en dikkat çekici mesele, Palestine Action’un yasaklanmasının doğurduğu kısıtlamaların kapsamıdır. Bir örgüt yasaklandıktan sonra ona üye olmak veya üye olduğunu iddia etmek suç kapsamına girmektedir. Böyle bir örgüte destek çağrısı yapmak da suç olarak kabul edilmektedir.
2019’da eklenen düzenlemeyle, bir kişinin yasaklı bir örgütü destekleyen görüş veya inanç ifade etmesi de suçtur; eğer kişi, bu sözlerin dinleyicileri “yasaklı örgüte destek vermeye teşvik edebileceğini” öngörebiliyorsa. Yasaklı örgüte destek amacıyla toplantı düzenlemek veya böyle toplantılarda konuşma yapmak da suçtur.
Bu suçların cezası 14 yıla kadar hapis olabilir. Ayrıca, bir kişinin sadece bu örgüte üye veya destekçi olduğuna dair makul şüphe uyandıracak şekilde kıyafet giymesi veya sembol taşıması da suç sayılır. Bu “sıkı sorumluluk” (strict liability) kapsamında değerlendirilir ve 6 aya kadar hapis cezası vardır.
Medyaya yansıyan haberlere göre, son protestolardaki tutuklamaların büyük kısmı bu son kategoriye giren eylemler -yani pankart veya işaret taşımak- nedeniyle gerçekleşti. Bunun nedeni, bu tür suçların ispatının daha kolay olması olabilir.
Bu kısıtlamalar, örgütün üye toplamasını zorlaştırır, aksi takdirde yasayı ihlal etmeyecek daha düşük düzeydeki destekler için cezai sorumluluk getirir ve örgütün meşruiyetini ortadan kaldırmayı hedefler.
Bu suçlar, İngiltere’deki yerel mahkemeler tarafından birkaç kez incelenmiş (bkz. ABJ, Pwr ve Choudary) ve AİHS’nin 10. Maddesi kapsamındaki ifade özgürlüğüne getirilen orantılı kısıtlamalar olarak değerlendirilmiştir. Bu davalarda, söz konusu suçların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğüne orantılı kısıtlamalar olduğu sonucuna varıldı.
Ancak şu nokta önemli: Suçların AİHS’ye uygun bulunması, belli bir örgütün yasaklanmasının da orantılı olduğu anlamına gelmez. Yasaklamanın beraberinde getirdiği bu geniş kapsamlı kısıtlamalar, her bir yasaklama kararının orantılılık değerlendirmesinde mutlaka dikkate alınmalıdır.
İfade Özgürlüğü ve Caydırıcı Etkiler
Yasaklı bir örgüte destek beyan etmek ya da sembol taşımak suçları, ifade özgürlüğü bakımından özellikle sorunludur. Daha önceki bir davada Temyiz Mahkemesi, “destek beyanı” suçunun sınırlarını vurgulamış, bir örgütü doğrudan desteklemenin, örgütle aynı fikir veya inancı paylaşmaktan farklı olduğunu belirtmişti.
Ne var ki pratikte bu ayrımı yapmak kolay değildir. Bir kişi, yasaklı bir örgüte dair olumlu konuşarak aslında onun yöntemlerini onaylamak istemeyebilir; yalnızca örgütün savunduğu siyasi davaya dayanışma göstermek için bu ifadeyi kullanabilir. Özellikle de yasaklama kararını destekleyen delillerin kamuya açıklanmadığı durumlarda, insanlar örgütün faaliyetlerinin ayrıntılarını veya tehdit düzeyini bilmeden dayanışma mesajları verebilir. Bu tür ifadeler, hukuken suçun oluşup oluşmadığını etkilemez (çünkü kast unsuru varsa suç gerçekleşmiş sayılır). Ancak bu durum, yasaklamanın esasen siyasi destek mesajlarını da kısıtlayabileceğini gösterir.
Bazı kişiler, polisin ve savcıların takdir yetkisini kullanarak yasayı aşırı geniş uygulamaktan kaçınacağını umuyor. Ancak bu yaklaşım, caydırıcı etkiyi (chilling effect) ortadan kaldırmaz. Çünkü bir konuşmacı, takdirin lehine mi aleyhine mi kullanılacağını önceden bilemez. Üstelik polis için bu takdiri uygulamak da zordur. Bir yargıç, polislerin “Palestine Action’a destek vermek isteyenlerle aslında yalnızca Filistin meselesinde bir eylem çağrısı yapanları ayırt etme gibi istenmeyen bir görevle karşı karşıya olduklarını” belirtmiştir. Bu nedenle polis, yasayı tahmin edilenden daha katı uygulayabilir. Nitekim bir protestocu, yalnızca Filistin bayrağı açıp “Free Gaza” ve “İsrail soykırım işliyor” yazılı pankartlar taşıdığı için gözaltına alınabileceği yönünde uyarılmıştır.
Doğrudan suçların ötesinde, yasaklama kararının başka dolaylı etkileri de vardır. 2023 tarihli Çevrim İçi Güvenlik Yasası’na göre sosyal medya şirketleri, kullanıcıların yasaklı örgütlere destek anlamına gelebilecek içeriklerle karşılaşmasını engellemekle yükümlüdür. Şirketler, içeriklerin yasallığını değerlendirmek için sınırlı bilgi ve zamana sahip olduğundan, bu durum aşırı içerik kaldırmalara yol açabilir. Bu da siyasi söylemleri ve gri alanlardaki ifadeleri haksız yere sansürleyebilir.
Bir kuruluşu yasaklama yetkisi oldukça geniş kapsamlıdır. Yasaklar ifade özgürlüğü üzerinde önemli sınırlamalar getirir ve kullanılmadan önce çok yüksek bir eşik gerektirir. Palestine Action örneği, terörizmin yasal tanımının sınırları, bu tanımın terörizm algısıyla nasıl örtüştüğü ve kuruluşun faaliyetlerine doğrudan dahil olmayan kişilerin ifade ve protesto özgürlüğü kapsamında ne ölçüde sorumlu tutulabileceği konularında sorular ortaya çıkarmaktadır.
NOT: Bu tercüme, Creative Commons Attribution 4.0 International (CC BY 4.0) lisansı ile yapılmıştır. Metnin Verfassungsblog’da yayımlanan İngilizce aslına buradan ulaşabilirsiniz.