'Uluslararası Hukuk'

Netanyahu Ne İlk Ne de Son: Savaş Suçlarında Süregelen Cezasızlık

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin tutuklama kararına rağmen Netanyahu hâlâ serbestçe seyahat edebiliyor. Oysa bu tablo yeni değil: Atom bombası mimarlarından General LeMay’e takılan madalyalardan Tony Blair’e verilen şövalyelik unvanına uzanan savaş suçu cezasızlığı, gücü kutsayan uluslararası hukuk düzeninin değişmeyen kuralı.

Fotoğraf: Christopher Penler - Shutterstock.

1945’te ABD’li General Curtis LeMay nadir görülen bir açık sözlülük anı yaşadı. Japon şehirleri onun bombardıman uçakları tarafından yakılıp yıkılırken mürettebatına şunu söyledi: “Kaybedersek, hepimiz savaş suçlusu olarak yargılanırız.”

Bu bir itiraf değildi, bir hesaplamaydı. LeMay, çoğunun görmezden geldiği şeyi anlamıştı: Savaşta ahlak evrensel değildir, kazananın sahip olduğu bir ayrıcalıktır.

Bu düşünce, bazılarınca “mantıklı delilik” olarak tanımlanır; sanki Madde-22 (Catch-22) romanından fırlamış kadar absürt bir paradokstur. Mantık basit ama dehşet vericiydi: Her gün binlerce insan ölüyorsa, savaşı bitirmenin en hızlı yolu olabildiğince acımasız davranmaktı. Japon sivilleri yakarak Amerikan askerlerinin hayatını kurtarmak…

Tokyo’nun 9 Mart 1945’teki yakıcı bombardımanını planlayan LeMay -ki bu saldırı tek bir gecede atom bombalarından bile fazla insan öldürmüştü- daha sonra Vietnam’da napalm ve halı bombardımanının mimarı oldu. “Onları Taş Devri’ne geri bombalayalım” diyordu. Yine de LeMay, hayatını Lahey’de sanık olarak değil, madalyalarla onurlandırılmış bir general olarak tamamladı.

Uluslararası adaletin mimarisi işte böyle kuruldu: Gücü sınırlamak için değil, kutsamak için tasarlanmış bir sistem.

Güçsüze Adalet, Güçlüye Dokunulmazlık

Eski Birleşik Krallık Başbakanı Tony Blair örneğini düşünelim. 2003’te George W. Bush’un yalanlara dayalı Irak işgalinin başlıca ortaklarından biri olan Blair, mezhep savaşlarını tetikleyen ve bir milyondan fazla insanın ölümüne neden olan bu savaştan ötürü yargılanmadı.

Aksine, “Şövalye” unvanıyla ödüllendirildi. Bir bölgeyi istikrarsızlaştırmanın karşılığı, bugün Britanya’nın “saygıdeğerleri” arasında yer almak oldu. Bu, Batılı liderlerin işlediği savaş suçlarının nasıl sadece affedilmediğini, aynı zamanda yüceltildiğini gösteren grotesk bir tablo. Aynı Blair’in şimdi Gazze’nin idaresinde rol oynamaya hazırlanması ise tüm bu trajediyi bir kara komedi hâline getiriyor.

2002’de soykırım ve savaş suçlarını yargılamak için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), giderek seçici adaletin sahnesine dönüştü. Bir yetkilinin savcı Karim Khan’a söylediği iddia edilen şu cümle durumu özetliyor: “UCM, Afrika için ve Putin gibi kabadayılar için kuruldu.”

Batılı liderler ve müttefikleri ise bu mahkemenin gündeminde hiç yer almadı. Bu bir hata değil, sistemin tam da planlandığı gibi işlemesi.

Hukuki Bir Kurgu Olarak “Orantılılık”

Uluslararası insancıl hukuk, “orantılılık” ilkesine dayanır: Sivillere verilen zarar, askeri kazançla orantısız olmamalıdır. Peki “aşırı” zararı kim tanımlar? “Askerî avantajı” kim hesaplar? Cevap hep aynıdır: Bombaları atanlar.

LeMay’in Tokyo bombardımanı, “moral çökertme” taktiği olarak gerekçelendirildi. Sivillerin yaşamı, olası Amerikan kayıplarıyla tartıldı. 100 bin ölüm “kabul edilebilir” bulundu. Bu orantılı mıydı?

Soru bile saçma. Çünkü pratikte orantılılık, her zaman güçlülerin söylediği şeydir.

Vietnam’da da aynı mantık hüküm sürdü: Köyler “kurtarılmak için” yok edildi. Güneydoğu Asya’ya, II. Dünya Savaşı’nın tamamında atılandan daha fazla bomba yağdırıldı. Hukuk, stratejinin hizmetindeydi.

Netanyahu: Korunan Bir Savaş Suçlusu

Bugün bu seçici adaletin en açık örneği Benjamin Netanyahu. UCM, Gazze Şeridi’ndeki katliamlar ve orantısız güç kullanımı nedeniyle İsrail Başbakanı hakkında tutuklama emri çıkardı. Kanıtlar yıkıcı: On binlerce sivil ölü, hastaneler ve mülteci kampları bombalanmış, milyonlar açlığa mahkûm edilmiş durumda.

Yine de Netanyahu serbestçe seyahat edebiliyor: Üstelik UCM’yi kurmaya yardım eden ama müttefikleri tehdit edildiğinde yetkisini reddeden ABD de seyahet edebildiği yerlere dâhil. Trump döneminde bu koruma resmiyet kazandı: Tutuklama emirleri Afrikalı savaş ağaları ve Rus başkanlar içindir, Washington’un yanında duranlar için değil.

Gazze’de “orantılılık” kavramı, akıl almaz bir ikiyüzlülükle yeniden tanımlandı. Tek bir savaşçıyı öldürmek için apartman blokları yerle bir ediliyor. Netanyahu’nun dokunulmazlığı, LeMay’in emekliliğiyle, Blair’in şövalyeliğiyle aynı kalıbı izliyor. Buradaki modeli artık çok iyi biliyoruz.

Madde-22 Romanında Anlatılan Savaş Mantığı

Joseph Heller’ın Madde-22 romanı, savaşın dairesel mantığının deliliğini özetler: Savaş suçları ancak savaş suçluları tarafından işlenmişse suçtur; savaş suçlusu sayılmak ise kaybedenlere mahsustur.

LeMay’in sözü, Robert McNamara’nın Savaşın Sisi belgeselinde yeniden gündeme geldi. McNamara orada açıkça itiraf ediyordu: “Eğer savaşı kaybetseydik, LeMay de ben de yargılanırdık.”

Yangın bombardımanları sivilleri kasıtlı olarak hedef almıştı. Nesnel ölçütlere göre bunlar savaş suçuydu. Ama Amerika kazandı ve kazananlar mahkemeye çıkmaz.

Tek Gerçek Hukuk: Gücün Kendisi

Rahatsız edici gerçek şu: Uluslararası hukuk, aslında gerçek bir hukuk değildir. Gerçek hukuk, yetki alanı içindekileri eşit biçimde sınırlar.

Uluslararası insancıl hukuk ise bunun tersini yapar: Zayıfları zincire vurur, güçlüleri retorikle aklar.

Tony Blair’in şövalyeliği, Curtis LeMay’in madalyaları ve Netanyahu’nun korumalı seyahatleri birer “istisna” değil, sistemin tam da tasarlandığı gibi işlediğinin kanıtıdır.

Dünya, ulusal bayrak ya da ittifak fark etmeksizin gerçekten bağımsız ve güçlüleri de yargılayabilecek bir mekanizma kurmadıkça; “orantılılık” gibi kavramlar hep olduğu gibi kalacak: Silahı elinde tutanın eylemini haklı göstermek için kullandığı esnek, anlamsız gerekçeler.

Mantık hâlâ delice. Hukuk hâlâ seçici. Ve bir savaş suçunu “askeri gereklilikten” ayıran tek şey hâlâ aynı o acı gerçek: Kim kazandı?

NOT: Bu tercüme, Creative Commons Attribution 4.0 International (CC BY 4.0) lisansı ile yapılmıştır. Metnin Middle East Monitor tarafından yayımlanan İngilizce aslına buradan ulaşabilirsiniz.

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

 

Jasim Al-Azzawi

Jasim Al-Azzawi, MBC, Abu Dhabi TV ve Al Jazeera English gibi birçok medya kuruluşunda haber spikeri, program sunucusu ve yönetici yapımcı olarak çalıştı. Önemli çatışmaları haberleştirdi, dünya liderleriyle röportajlar yaptı ve medya dersleri verdi.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler