'Türkiye-Almanya'

Zoraki Bir Dostluk, Jeopolitik Mecburiyet ve Merz’in Türkiye Ziyareti

Friedrich Merz, Almanya Şansölyesi olarak Türkiye’ye yönelik ilk ziyaretini, tam da Türkiye ile Almanya arasında imzalanan işgücü anlaşmasının yıldönümü olan 30 Ekim’de gerçekleştirdi. Merz’in Erdoğan’a söylediklerinden çok söyleyemediklerinin tartışıldığı ziyaretin arka planı ilginç sorularla dolu.

Friedrich Merz (CDU), Almanya şansölyesi olarak Türkiye'ye ilk resmî ziyaretini gerçekleştirdi. Fotoğraf: Anadolu Ajansı | Değişiklikler: Perspektif

Yayınlanan son araştırmalar, Almanya’da halkın yüzde 66’sının federal hükûmetin çalışmalarını eleştirdiğini, yarısının ise büyük koalisyonun 2029 yılına kadar ayakta kalamayacağına inandığını ortaya koyuyor.

Bu veriler, Friedrich Merz (CDU) açısından durumun kırılganlığını gösteriyor: Almanya’da koalisyon “ha dağıldı ha dağılacak” endişesiyle âdeta pamuk ipliğine bağlı. Bu koalisyonun lideri olan Merz, 30 Ekim’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından şaşaalı bir askerî törenle karşılandığında, elbette bütün gözler de Merz’in üzerindeydi.

Almanya’daki siyasi çevrelerde bu ziyaretin, Erdoğan’ın 6 ay boyunca Merz’e randevu vermemesiyle karakterize gerilimli bir sürecin nihayetinde gerçekleştiği öne sürülüyordu. İkilinin konuşması gereken konuların listesi hayli uzundu. Gazze’deki “barış” müzakereleri, Ukrayna Savaşı, silahlanma iş birliği ve göçmenlerin Türkiye’ye geri gönderilmesi gibi netameli konular, ikilinin önünde duruyordu.

Görüşmenin Odak Noktası: Eurofighter Savaş Uçakları

Almanya tarafında Friedrich Merz’in Türkiye ziyareti garip biçimlerde tartışıldı. Merz’in eşi ve aynı zamanda Arnsberg Sulh Mahkemesi Başkanı olan hâkim Charlotte Merz’in de Türkiye ziyaretine katılması ve böylece Emine Erdoğan’a “modern kadınlık dersi” vermesinden, Merz’in Türkiye’ye giden uçağa kendi bavulunu taşıyarak binmesine kadar farklı başlıklar siyaset magazini açısından malzeme hâline geldi. Ancak bu detayların ötesinde, ziyaretin asıl anlamı Almanya’nın Türkiye’ye yönelik yeni jeopolitik önceliklerini ve pragmatik iş birliği arayışını yansıtıyordu.

Ziyaretin en önemli maddelerinden birisini Türkiye-Almanya ilişkilerini bir süredir meşgul eden Eurofighter savaş uçakları oluşturuyordu.

Türkiye uzun süre Eurofighter savaş uçakları konusunda Almanya ile ihtilaflıydı. Almanya, İngiltere, İspanya ve İtalya’nın dâhil olduğu bir proje ortaklığı tarafından üretilen Eurofighter savaş uçakları, Türkiye’nin kendi hava savunmasını güçlendirmesi için merkezî görülüyor, fakat savaş uçaklarının ihracatı için proje ortağı olan dört ülkenin de onay vermesi gerekiyordu.

2023’te Scholz hükûmeti, satışlara engel olmuş, Merz’in göreve gelmesiyle Almanya’nın itirazları gevşemeye başlamıştı. Merz’in ziyareti, bu ihtilafın sona erdiğinin de simgesi sayılabilir.

Merz, Eurofighter satışını memnuniyetle karşıladığını belirtti. Ona göre Türkiye ve Almanya, NATO çerçevesinde ortak güvenlik çıkarlarına sahipti. Ziyarette şunları söyledi: “Ankara’da da Berlin’de de biliniyor: Rusya’nın militan revizyonizmi, Euro-Atlantik güvenliğini bütünüyle tehdit ediyor.” Merz, Türkiye’nin 20 Eurofighter almasını NATO’nun kolektif güvenliğine katkı olarak nitelendirdi ve bu savaş uçaklarının müttefiklerin koruma ve güvenliğini artıracağını vurguladı.

Almanya’nın Göçmenlik Ajansı Olarak Görülen Türkiye

Merz ve Erdoğan arasındaki görüşmede ele alınan bir diğer kritik konu, Almanya’dan Türkiye’ye sınır dışı edilecek iltica başvurusu reddedilmiş kişilerdi. Türkiye, son on yılda Almanya için göç politikalarında merkezi bir rol oynamış; ilişkiler uzun süre yalnızca göç politikası ekseninde şekillenmişti.

Şimdi de Merz’in Erdoğan’a olan ihtiyacı, göç politikalarıyla yakından ilgili. Almanya’da sınır dışı edilmesi gereken 22.560 kişinin Türkiye’ye gönderilmesi planlanıyor. Bu sayı, Almanya’da sınır dışı işlemine tabi olan insanların yüzde 10’unu oluşturuyor. Ayrıca Almanya, ülkedeki Suriyelilerin Suriye’ye geri gönderilmesi konusunda da Türkiye ile kooperasyon yapmak niyetinde.

Merz açısından 20.000’den fazla insanın ülkeden sınır dışı edilmesi, muhafazakâr seçmen nezdinde ona puan toplatabilecek müthiş bir siyasi başarı. Güncel anketler, önümüzdeki hafta sonu bir seçim olsa Almanya’da seçmenin AfD’yi yüzde 26 gibi bir oranla Federal Meclis’e taşıyacağını, buna karşın Hristiyan Birlik (CDU/CSU) partilerinin oy oranının ise yüzde 25 ile AfD’nin gerisinde kaldığını gösteriyor. Bu durumda Almanya’dan 20 binden fazla “illegal göçmenin” sınır dışı edilmesi, Merz’in göçmenler üzerinden AfD’den kazanabileceği oy oranlarıyla yakından ilgili.

Scholz döneminde de benzer görüşmeler yapılmış, 16.000 kişi için Türkiye’ye sınır dışı planları gündeme gelmişti. Hatta 2024’ün ekim ayında bu konuda bir dezenformasyon krizi bile yaşanmıştı. Bu açıdan Merz’in “hızlı bir tempoda binlerce insanı sınır dışı ettik” sloganıyla siyasi kariyerinin afişi hâline getireceği bu sınır dışı işlemleri için Türkiye’nin kooperasyonuna ihtiyacı var.

Türkiye-Almanya Arasında Gazze Konusundaki Fikir Ayrılıkları

İki ülke arasındaki bir diğer dikkat çekici konu ise İsrail-Filistin meselesiydi. Merz, ortak basın açıklamasında, 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e bir terör saldırısı gerçekleştirdiğini ve İsrail’in savunma hakkını kullandığını belirtti.

Bir gazetecinin, “Almanya olarak tarihin yanlış tarafında durduğunuzu düşünüyor musunuz?” sorusu üzerine ise Merz, Almanya’nın kurulduğu günden beri İsrail’in yanında olduğunu, İsrail’in milyonlarca Yahudi için bir sığınak olduğunu, bu nedenle ülkesinin İsrail’in yanında durmaya devam edeceğini söyledi. Hemen ardından Merz bu tonu biraz daha arttırarak, Gazze’deki Filistinli sivillerin Hamas’ın elinde rehineler olduğunu ve savaşın Hamas’ın silah bırakıp rehineleri serbest bırakması durumunda çoktan bitmiş olacağını söyledi. Gazze’deki çocukların “üzücü kaderi”ne de değinen Merz, Türkiye’nin Hamas-İsrail arasındaki “barış” müzakerelerindeki katkısını takdir etmeyi unutmadı.

Merz’in, “Yaşananlar yaşandı, şimdi kalıcı bir barış için çalışalım,” şeklinde sona erdirdiği ifadeleri üzerine Erdoğan Merz’e katılmadığını ifade etti. Hamas’ın elinde kitlesel imha silahları ve nükleer silah olmadığını, ama İsrail’in elindeki mevcut silahlarla daha Merz’in ziyaretinden bir gün önce yine Gazze’yi vurduğunu söyleyen Erdoğan, “Siz Almanya olarak bunları görmüyor musunuz? Bunları takip etmiyor musunuz?” diye sordu.

Gazze bağlamında değerlendirildiğinde, Almanya’nın İsrail’in eylemlerine dolaylı katkısı, Merz’in ziyaretinde ortaya çıkan ahlaki üstünlük söyleminin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor.

Almanya’nın Ahlaki Üstünlük Söylemi

Merz’in Türkiye ziyaretinde en çok merak edilen konulardan bir tanesi ise, Merz’in Erdoğan’la buluşmasında Türkiye’deki tutuklamalara yönelik eleştiride bulunup bulunmayacağıydı.

Nitekim Merz’in Türkiye ziyareti henüz başlamadan Almanya’da özellikle koalisyon ortağı SPD tarafında eski İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ve diğer muhalif siyasetçilerin tutuklanmasıyla alakalı eleştiriler yükselmişti. Türk-Alman Toplumu Başkanı ve SPD Milletvekili Macit Karaahmetoğlu, Türkiye’de hukuk devleti prensibinin içinin boşaltıldığını söyleyerek Merz’in “demokratik değerler ve insan haklarını dile getirip Türkiye’deki hukuka aykırı pratikleri eleştirmesi gerektiğini” söylemişti.

Almanya’da Merz’in, Türkiye’deki muhalif siyasetçilerle de görüşmesi gerektiği talepleri dile getirilirken, Merz ziyaretinde Erdoğan’a yoğunlaştı. Bu yönüyle de Şansölye Merz, Türkiye’deki muhalif siyasetçilerin serbest bırakılmasından çok, Almanya’daki sığınmacıların Türkiye’ye sınır dışı edilmesiyle ve Alman piyasasını uçurmakla ilgilendiği yönünde eleştirildi. Merz’e, savaş uçakları ve savunma iş birliği ile “Erdoğan’ın isteklerini gerçekleştirdiği” yönünde itirazlar dile getirildi.

Demokratik değerlerin savunulması konusunda takdir edilesi olan bu talepler, diğer yandan Türkiye ile Almanya arasında bir siyasi geleneğe dönüşen “ahlaki üstünlük” mefhumunu da yeniden gözler önüne seriyor. Merz’in son ziyareti de dâhil olmak üzere Alman kamuoyu ve siyaseti, Türkiye’ye (veya AB dışı diğer ülkelere) yönelik siyasi ziyaretleri bir demokrasi ve insan hakları dersi olarak tahayyül ediyor. Alman siyasi kültür geleneğinde yerleşik bir pratik olan bu bakış, Almanya’nın demokrasi ve insan haklarının azılı savunucusu olduğu inancına dayanıyor olsa da bu yaklaşımın en geç 7 Ekim 2023 sonrası için pek de isabetli olmadığını söylemek gerek.

İsrail’in Gazze’deki soykırımında iş birliği ve silah sevkiyatları nedeniyle uluslararası bir mahkemede hakkında dava açılmış, başkenti Berlin’de ve diğer büyük şehirlerinde Filistin dayanışmasına orantısız polis gücüyle karşılık vermeye devam eden ve bu nedenle uluslararası kuruluşlar tarafından güçlü bir şekilde eleştirilen bir ülkenin, kendisinde hâlâ bir ahlaki üstünlüğün var olduğuna inanması oldukça ilgi çekici.

Öte yandan Türkiye-Almanya ilişkileri, Türkiye’deki hak ihlallerinin samimi bir şekilde eleştirilebileceği değer odaklı bir düzlemden reel siyaset temelinde dönüşeli hayli zaman oldu. Türkiye-Almanya ilişkilerinde, Almanya’nın insan haklarıyla ilgili bir “öğretmen” statüsünde yer aldığı dönemler, en geç 7 Ekim sonrasında tarihe karıştı. Bu dönemin siyasetçisi olarak Merz, Türkiye karşısında insan hakları ve adalet söyleminin bir temsilcisi olabilecek olumlu bir siyasi karneye sahip değil. Friedrich Merz, Türkiye’de hak ihlalleriyle karşılaşan siyasi muhalefeti ancak bir Alman şansölyesinin tesellisiyle huzura kavuşturabilecek bir abi konumunda da değil.

Merz, Erdoğan’la yaptığı ortak basın toplantısında kendisine bir gazetecinin “Ülkenizdeki yabancı düşmanlığıyla ilgili ne yapıyorsunuz?” sorusuna, “Almanya’da yabancı düşmanlığıyla mücadele ediyoruz. Açık özgürlükçü ve liberal bir ülkeyiz. Ülkemizde din özgürlüğü var. Sadece Katolik ve Protestan değil, İslam dinine mensup insanlar da anayasanın koruması altında. Ülkemizin misafirleri için de bu hak geçerli. Alman devleti hangi kişi, hangi dine mensup olursa olsun, hangi etnik gruba mensup olursa olsun, devlet canının korumasından sorumlu. Eşit bir şekilde herkes bu haklardan yararlanabilir,” dedi.

Daha birkaç hafta önce ülkedeki yabancıları “şehrin manzarasını bozan sorunlar” olarak tanımlayan bir şansölye için oldukça iddialı olan bu cümleler, yukarıda bahsedilen ahlaki üstünlük illüzyonunun sadece bir diğer örneği.

Merz Türkiye’nin AB’ye Girmesini Destekliyor mu?

Merz, Türkiye ziyaretinde AB konusunda da ilginç ifadelerde bulundu. “Ben şahsen ve federal hükûmet adına Türkiye’yi Avrupa Birliği’nin yakın bir ortağı olarak görüyoruz. Avrupa’ya giden yolu birlikte ilerletmek istiyoruz.” dedi. Türkiye’nin AB ile katılım müzakerelerini başlattığı 3 Ekim 2005’ten bugüne geçen 20 yılda, Türkiye’nin AB’ye girmesi konusundaki ender muhafazakâr demeçlerden biri olan bu sözler dikkate değerdi.

Hristiyan Birlik açısından ezber bozucu gibi görünen bu yaklaşım, Avrupa’nın merkez sağının Türkiye’nin AB üyeliğine geleneksel olarak şüpheyle yaklaştığı hatırlanacak olursa ilginç bir dönüm noktası olarak yorumlanabilirdi; eğer Friedrich Merz, siyasi söylemini reel politikaya göre durmaksızın değiştiren bir lider olmasaydı.

Merz’in ifadeleri, Almanya’nın Türkiye’nin AB’ye katılımıyla ilgili destekleyici bir nitelikte olduğu şeklinde yorumlansa da, bunlar Türkiye’yi jeopolitik olarak önemli gören, fakat Türkiye’ye AB konusunda büyük bir bonus vermeyecek muhafazakâr siyasetin yansımaları.

Dolayısıyla Merz’in bu söylemi, Türkiye açısından samimi bir AB ufku değil, tam tersine, Türkiye’nin AB’ye üyelik konusunda çoktan kaçmış hevesini tazeleyip, Türkiye’yi -Rusya ve Çin gibi baştan çıkarıcıların yanından- Batı eksenine çekmeye çalışma denemeleri olarak yorumlanabilir. Özünde bu ifadeler, Merkel döneminde CDU’nun benimsediği “imtiyazlı ortaklık” söyleminden çok da farklı değil.

Türkiye ile Almanya Arasındaki Krizler Tarihe mi Karışıyor?

Özetle, Merz’in Türkiye ile iletişimde krize değil ortaklığa dayalı rota değişikliği, müşterek değerlere değil, bir mecburiyete dayanıyor. Merz’in Türkiye’den istediği, daha fazla güvenlik ve bu minvalde şekillenebilecek bir iş birliği. Bunun için Türkiye’nin bir yandan Rusya’ya karşı ve Orta Doğu’da dengeleyici bir aktör olmasını istiyor.

Merz’in Rusya’ya karşı Almanya ve Avrupa’nın savunma altyapısını güçlendirme gayreti, Türkiye’nin güçlü savunma sanayisi açısından bir zorunlu evliliği doğuruyor. Almanya’nın devasa savunma yatırımları için Türkiye büyük bir potansiyele sahip ve bu, 1915 olaylarının Almanya’da “soykırım” olarak tanınmasından, 2017’de Türkiye’deki anayasa referandumu öncesinde Türk siyasetçilerin Almanya’da etkinlik kısıtlamasına, oradan PKK ve FETÖ ile mücadele konusunda iki ülke arasındaki krizlerden Almanya’daki casusluk krizine kadar türlü diplomatik iniş çıkışlarla dolu iki ülke tarihinde tek bir gerçeği gün yüzüne çıkartıyor: Tüm siyasi, ideolojik ve konjonktürel farklara rağmen Türkiye ile Almanya reel siyasetin basamaklarını omuz omuza çıkmak zorunda.

Merz’in real politik tutumu herkesin malumu. Merz, piyasalar, jeopolitik ilgiler ve savunma gibi büyük meseleler masada dururken, pragmatik siyasetten vazgeçip kendi değerlerinin peşinde idealizm güdecek bir siyasetçi değil. Merz’in ortak açıklamada Erdoğan’a oynayabileceği rol için arka arkaya teşekkür etmesi bunun sadece küçük sembolik bir göstergesi.

Fakat Merz, hâlâ bildiğimiz Merz: CDU içerisindeki “işçi dostu” kanadı baskılayan ve merkez sağın sağ çeperinde yer alan bir siyasetçi. Almanya ile Türkiye arasında “görünür krizler” dönemi bitmiş gibi görünse de mevcut gerilimler bütün mevcudiyetle ilişkilerin zemininde yer almaya devam ediyor.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler