Nick Srnicek: “Teknofeodalizm Değil, Platform Kapitalizmi Çağındayız”
"Platform Kapitalizmi" kitabının yazarı Nick Srnicek ile dijital çağın gerçekten “teknofeodal” olup olmadığını konuştuk. Srnicek'e göre bugünkü dijital ekonomi, kapitalizmin daha rantiyeci bir evresine işaret ediyor.

Bazı iktisatçılar, örneğin Yanis Varoufakis, günümüzün dijital düzenini “teknofeodalizm” olarak tanımlıyor. Sizce bu kavram analitik açıdan açıklayıcı mı? Yoksa bugün gördüğümüz dijital ekonomi kapitalizmin kendi içsel evriminden ibaret mi?
Teknofoedalizm nitelendirmesinin, mevcut dönemin bazı temel özelliklerini isabetle yakaladığını, ancak buradan yanlış sonuçlara varıldığını düşünüyorum. Öncelikle, rantın edilen kâra oranla daha yüksek olduğu, piyasa içinde rekabetten çok erişim kontrolüne dayalı gelir modellerinin baskın hâle geldiği ve toplum genelinde piyasa dışındaki faktörler aracılığıyla baskı kurmayı (non-market coercion) giderek yaygınlaştığı tespiti yerinde. Dijital platformların kullanıcı verisi, altyapı ve erişim kanalları üzerinde kurduğu yoğun denetim, bazı iktisatçıların “feodal” benzetmesine yönelmesine de anlaşılır bir zemin sağlıyor.
Ne var ki buradan hareketle bambaşka bir üretim tarzına geçtiğimiz sonucuna varmak abartılıdır. Kapitalizm tarihsel olarak her zaman belirli ölçülerde piyasa dışı faktörlerle baskı kurmayı, asimetrik güç ilişkilerini ve rant üretimini barındırmıştır. Bu nedenle bugün gözlemlediğimiz dönüşümler, kapitalizmin kendi içsel evrimi içinde ortaya çıkan yeni biçimler olarak da okunabilir. Rantın yükselişi ya da pazar ilişkilerinin dijital platform aracılığında yeniden örgütlenmesi, kapitalizmin sınırlarını aşan niteliksel bir kopuştan ziyade, mevcut sistemin teknolojik imkânlar doğrultusunda yeniden yapılanmasına işaret eder.
Dolayısıyla bu olguların varlığı, kapitalizmin ötesine geçmiş olduğumuz yönünde bir iddiayı temellendirmeye yetmez; aksine, kapitalizmin esnek uyum kapasitesinin güncel bir tezahürünü yansıtır. Bu yüzden ben “platform kapitalizmi” kavramını öneriyorum.
Dijital platform gelirlerinin bugün üretimden ziyade veri üzerindeki kontrol ve aracılık faaliyetlerinden doğması, daha geniş bir dönüşüme, rantiyeci bir kapitalizme doğru bir gidişe işaret ediyor mu?
Bugünkü platform kapitalizminde rantiyeciliğin ya da rantçılığın kapladığı yerin arttığı kesin. Bu durum en açık biçimde bulut bilişim hizmetlerinin kiralanmasında görülebilir; ancak sosyal ağlardaki reklam alanlarının kiralanmasını ve üretken yapay zekâ modellerine yapılan API (uygulama programlama arayüzü) çağrılarının gerçekte bir “kullanım hakkı kiralaması” olmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Tüm bu örneklerde satılan bir meta yok, kıt bir kaynağın tekelleşmiş kontrolü üzerinden elde edilen kira geliri var. Bu açıdan teknofeodalizm savunucularıyla hemfikirim: Rant bugün giderek daha görünür bir olgu hâline geliyor, ancak bu dönüşüm hâlâ yeterince teorize edilmiş değil.
Bulut altyapıları ve yapay zekâ sistemleri devletler ve toplumlar için vazgeçilmez hâle geldi. Bunlar yeni bir dijital egemenlik biçimi mi yaratıyor, yoksa kapitalist yoğunlaşmanın derinleşmiş bir aşaması mı?
Bu altyapılar, devletin temel işlevlerini taşıyan kritik katmanların giderek daha fazla özel aktörlere devredilmesi ölçüsünde, egemenliğin kademeli bir biçimde özelleştirildiğine işaret ediyor. Dijital kimlik sistemlerinden kamu bulutuna, sağlık verilerinden yapay zekâ destekli güvenlik altyapılarına kadar uzanan bu alanlarda, devletlerin kendi altyapılarını kurmak yerine küresel teknoloji devlerine bağımlı hâle gelmesi, egemenliğin yeni bir teknik biçiminin belirmesine yol açıyor. Bu durum yalnızca operasyonel bir bağımlılık değil, aynı zamanda karar alma süreçlerini, güvenlik mimarilerini ve uzun vadeli ekonomik yönelimleri etkileyen yapısal bir bağımlılık yaratıyor.
Günümüzün iki büyük gücü olan ABD ve Çin için bu tablo daha az sorun teşkil ediyor; zira her ikisi bu alanlarda küresel ölçekte faaliyet gösteren yerli şirketlere sahip ve bu şirketler üzerinde siyasal ve hukuki anlamda önemli ölçüde denetim kurabiliyor. Fakat dünyanın geri kalanı açısından durum çok daha kaygı verici. Avrupa’dan Afrika’ya, Latin Amerika’dan Orta Doğu’ya kadar pek çok ülke, bürokratik işleyişinden güvenlik aygıtlarına kadar kritik kamusal fonksiyonlarını ABD veya Çin menşeli altyapılar üzerinde yürütmek zorunda kalıyor. Bu bağımlılık yalnızca teknik değil, aynı zamanda stratejik bir kırılganlık yaratıyor: Egemenliklerinin bir kısmını fiilen başka ülkelere devretmiş oluyorlar.
Avrupa Birliği, Dijital Piyasalar Yasası (DMA) ve Dijital Hizmetler Yasası (DSA) ile güç dengesini yeniden kurmaya çalışıyor. Bu girişimler gerçekten büyük platformları sınırlayabilir mi, yoksa platform kapitalizmi bu düzenlemeleri bertaraf edecek kadar esnek mi?
Avrupa’nın düzenleyici çabaları, Büyük Teknoloji olarak kategorize ettiğimiz dev ve çok uluslu şirketlerin gücünü belirli ölçüde frenlemekte ve bu nedenle övgüyü hak etmekte. Ancak bu yaklaşımın yetersiz kaldığı en az iki önemli nokta var. Birincisi, rekabet politikası rekabeti temel değer olarak görür; oysa çoğu zaman bizzat rekabetin kendisi Büyük Teknoloji’nin neden olduğu zararların itici gücüdür. İkincisi, mevcut büyük platformların düzenlenmesi, alternatif platformların gelişmesine pek katkı sağlamaz hatta kimi durumlarda bunu zorlaştırabilir. Devlet düzeyinde bu tür bir gelişim için rekabet politikasından ziyade sanayi politikası benzeri araçlara ihtiyaç vardır.
Elon Musk’ın kamusal tartışmalar üzerindeki etkisinden teknoloji milyarderlerinin seçim kampanyalarını finanse etmesine kadar dijital elitler artık siyasete doğrudan müdahale ediyor. Bunu demokratik kurumların zayıflamasının bir göstergesi olarak mı görüyorsunuz, yoksa kapitalizmin eski güç yapılarının yeni bir teknolojik görünümü olarak mı?
Neoliberal projenin Quinn Slobodian gibi araştırmacıların gösterdiği üzere en başından beri demokrasi karşıtı bir proje olduğunu hatırlamak gerekir. Dolayısıyla bugün Batı’da gözlemlediğimiz demokrasi aşınması, onlarca yıldır süren daha geniş bir eğilimin parçasıdır. Bana göre asıl değişim elitlerin siyaseti şekillendirme kapasitesinde değil; bu projenin içinde işlediği bağlamsal koşullarda.
Neoliberal dönemde amaç, piyasayı mümkün olan her coğrafyaya ve yaşam alanına taşımaktı; bugün ise çok daha belirgin bir jeopolitik dönemden geçiyoruz. Devletler arası rekabet, bu antidemokratik projeyi yeniden biçimlendiriyor ve birçok ülkede yükselen aşırı sağcı ve faşizan eğilimleri kolaylaştırıyor. Neoliberalizm hiçbir zaman milliyetçi bir proje değildi, ancak günümüz otoriterlikleri giderek daha milliyetçi karakter taşıyor.





