Kâğıttan Duvarların Ardında: Pasaport ve Vize Fikri Nasıl Doğdu?
Bugün uluslararası hareketliliğin temel düzenleyicisi olarak gördüğümüz pasaport ve vize uygulamaları, zorunlu ve doğal görünse da aslında görece yeni bir icat. Peki, savaş sonrası dönemin geçici bir önlemi olarak ortaya çıkan bu uygulama, nasıl kalıcı bir kontrol mekanizmasına dönüştü?
“1914’ten önce dünya herkese aitti. İnsanlar istedikleri yere gider ve istedikleri kadar kalırlardı. İzin belgesi yoktu, vize yoktu. 1914’ten önce pasaportum olmadan ve hiç pasaport görmeden Avrupa’dan Hindistan’a ve Amerika’ya seyahat ettiğimi gençlere anlatarak onları şaşırtmak bana her zaman büyük bir zevk verir.”
Stefan Zweig, Die Welt von Gestern (Tr. “Dünün Dünyası”)
Aynı gün doğan iki bebek hayal edin. Biri gözlerini Amsterdam’da açıyor, diğeri Kabil’de. İkisi de doğduğu yeri hak etmek için hiçbir şey yapmamasına rağmen, birinin dünya ayaklarının altına serilirken, diğeri kâğıttan duvarlarla çevrili bir hapishaneye doğuyor. Bu durum, modern hareketliliğin acımasız yüzünü yansıtıyor.
Günümüzde hareket özgürlüğümüz, pasaport adı verilen küçük bir kitapçığa bağlı. Ancak bu belgenin gücü, tamamen “doğum piyangosuna” (İng. “lottery of birth”) dayanıyor. Hollanda pasaportu, sahibine (vizesiz veya kapıda vize ile) 187 ülkeye seyahat hakkı tanırken, Afganistan pasaportu bu kapılardan yalnızca 24’ünü açıyor. Aradaki devasa uçurum, küresel hareketliliğin temelindeki derin ve çoğu zaman alışıldığı için görünmez olan eşitsizliği çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Bu sistem, insanları sırf doğdukları yer yüzünden ya ömür boyu aşılması zor kâğıttan hapishanelere mahkûm ediyor ya da onlara dünyaya açılan altın bir seyahat bileti sunuyor.
Peki, hareket özgürlüğümüzü yöneten, insanları doğdukları ülkeye göre ayrıştıran ve milyonlarcasını fiilen kendi sınırları içine hapseden bu kâğıttan sınırlar nasıl ve neden ortaya çıktı? Vize yalnızca güvenlik endişelerinin bir sonucu mu, yoksa kökleri daha derinde, sömürgeci ve ırksal bir kontrol arzusuna dayanan bir mekanizma mı?
Pasaport ve Vizenin Kökeni
Yazar Stefan Zweig, Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemi, “yeryüzünün herkese ait olduğu” ve insanların pasaport veya vizeye ihtiyaç duymadan seyahat edebildiği bir dünya olarak nostaljiyle anımsar. Bugün hayal etmesi zor olsa da devletlerin kimlik belgeleri aracılığıyla hareket özgürlüğünü tekeline alması oldukça yeni bir icattır.
Pasaport ve vize sistemi, ilk olarak Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı kaos ortamında, milyonlarca insanın yerinden edilmesi ve kimin nereye ait olduğuna dair oluşan derin güvensizlik nedeniyle geçici bir güvenlik önlemi olarak ortaya çıktı. 1920’li yıllarda Milletler Cemiyeti (İng. “League of Nations”) himayesinde düzenlenen bir dizi uluslararası pasaport konferansı da (İng. “International Passport Conference”) modern mobilite rejiminin şekillenmesinde kritik bir rol oynadı. Konferanslar, başlangıçta seyahat üzerindeki kısıtlamaların tamamen kaldırılması umuduyla yapılmış olsa da bu idealist hedeften, kilit aktörlerin direnişi nedeniyle hızla vazgeçildi. 1926 yılında Cenevre’de Milletler Cemiyeti’nde düzenlenen pasaport ve vizelerin tamamen kaldırılması oylamasında, 38 delegeden sadece 5’i bu kararın aleyhinde oy kullandı. Pasaport sisteminin kaldırılması yönündeki talebe sürekli karşı çıkan devletler şunlardı: İtalya, Yunanistan, Hindistan, Güney Afrika ve Büyük Britanya.
Bu süreç sonunda pasaport, geçici bir önlem olmaktan çıktı ve uluslararası düzenin vazgeçilmez bir parçası hâline geldi. Ve böylece devletlerin, mütekabiliyet (İng. “reciprocity”) ilkesini kullanarak hangi ülke vatandaşlarına serbest dolaşım hakkı tanıyıp hangilerine vize zorunluluğu getireceklerine kendi takdirlerine bağlı olarak karar vermelerinin yasal temeli atılmış oldu. Pasaport, böylece uluslararası düzeni ve bireysel hareketliliği kontrol etmede merkezi bir araç olarak kalıcı bir yer edindi.
Vizenin Ortaya Çıkışını Belirleyen Devletler
Direnen kilit aktörler arasında, Britanya İmparatorluğu ve Avustralya gibi beyaz yerleşimci sömürge devletleri bulunuyordu. Bu devletler, mevcut sistemin devamı için en büyük baskıyı yapanlardı. Britanya için amaç, tebaayı yabancılardan ayırt etmek; yerleşimci sömürgeler içinse asıl amaç, beyaz olmayan halkların, özellikle Britanya Hintlilerin kendi topraklarına girişini kontrol etmekti.
Geçici bir savaş zamanı önlemi olarak doğan vize sistemi, böylece sömürgeci bir hırsın hizmetine sunulmak üzere hızla benimsendi ve bürokratik mimarisi, insanlığın küresel ölçekte tasnif edilmesi gibi çok daha eski bir amaca hizmet edecek şekilde yeniden tasarlandı. Kısacası, sistemin kalıcılaştırılmasının ardında, resmî güvenlik gerekçelerinin ötesinde, ırksal kontrol arzusu yatıyordu.
Hindistan delegesinin, kendi vatandaşlarının sömürgeci güçler tarafından dayatılan acımasız kâğıt engellemelerinin en büyük kurbanları olmasına rağmen, pasaport sisteminin kaldırılmasına karşı oy vermesi de sömürgecilik dönemindeki uluslararası hukuk ve yönetişim mekanizmalarının içsel çelişkisini ve yapısal gücünü gözler önüne seriyordu.
Aslında Hintliler, Çinliler ve Japonlar gibi sömürgeleştirilen kesimler, ırk temelinde uygulanan göçmenlik yasalarına şiddetle karşı çıkıyordu. Bu meydan okuma karşısında pasaport, ırksal kontrolü açıkça sürdürmenin politik olarak savunulamaz hâle geldiği bir ortamda, bu kontrolü teknik olarak sürdürmenin bir yolu hâline geldi. İşte bu noktada kâğıt, ırk için bir vekil (İng. “proxy”) oldu.
Pasaport ve vize, ırksal ayrımcılığı doğrudan ifade etmeden, belirli ulusal kökenlere sahip insanları hedef alarak fiilen ırksal bir hiyerarşi kurmanın teknik ve daha az tepki çeken bir yolunu sundu. Pasaport sisteminin bu ilk günahı, yani milliyeti, ırk için sterilize edilmiş bir vekil olarak kullanması, bugün “sınırcılık” (İng. “borderism”) ve “küresel hareketlilik apartheidi” olarak deneyimlenen şeyin de kökenini oluşturdu. Özetle Küresel Güney’den bir yolcunun 21. yüzyılda bir havaalanı kuyruğunda hissettiği aşağılanmanın kökleri, bir asır önce Cenevre’deki bir konferans salonunda, ırkın adını hiç anmadan ırkı yönetmek için alınan bir karara dayanıyor.
Sınırdan Önce Sınır: Vize Sisteminin Evrimi ve İşleyişi
Vize sistemi, zamanla sadece bir seyahat izninden çok daha fazlasına, modern devletlerin egemenliklerini ve çıkarlarını korumak için kullandıkları stratejik bir kontrol mekanizmasına dönüştü.
Etimolojik olarak “görüldü” anlamına gelen vize, başlangıçta sınırda pasaporta vurulan basit bir damgadan ibaretti. Ancak sistem, analistlerin “tele-politika”, yani uzaktan siyaset olarak adlandırdığı bir yapıya evrildi. Sınır artık geçilmesi gereken fiziksel bir çizgi değil, binlerce kilometre uzakta, kişinin kendi ülkesindeki bir elçilikte aşılması gereken bürokratik bir engele dönüştü. Bu, sınır kontrolünün fiziksel olarak yerinden edilmesi anlamına geliyordu. Bu evrimle birlikte vize, devletler arasında ekonomik ve siyasi çıkarları güvence altına almak için kullanılan bir “jeo-güç aracı” (İng. “geopower tool”) hâline geldi. Hangi ülke vatandaşlarının vizeye tabi tutulacağına dair kriterler genellikle kasıtlı olarak belirsiz bırakıldı. Bu belirsizlik, vizelerin bir pazarlık kozu olarak kullanılmasına olanak tanıdı. Mütekabiliyet ilkesi ise genellikle kâğıt üzerinde kalan, eşitlikçi bir maske ardında sömürgeci güç dengesizliklerini pekiştiren bir araç oldu.
Küresel Güney’den bir vatandaş için tipik bir vize başvuru süreci, bu sistemin yarattığı bürokratik ve psikolojik yükü somut bir şekilde de ortaya koymaktadır: Başvuru sahiplerinden, özel hayatlarına müdahale niteliğinde olan banka dökümleri, maaş bordroları, iş sözleşmeleri, otel ve uçak rezervasyonları, sponsor veya davet mektupları gibi sayısız belge talep edilir. Vize başvuru ücretleri, aracı kurum komisyonları ve çoğu zaman başka bir şehre veya ülkeye giderek başvuru yapma zorunluluğunun getirdiği seyahat masrafları, özellikle düşük gelirli ülkelerdeki bireyler için caydırıcı bir mali yük oluşturur.
Başvurunun ardından başlayan uzun ve belirsiz bekleme süreci, seyahat planlarını altüst edebilir. En önemlisi, tüm bu zahmet ve masraflara rağmen, başvurunun çoğu zaman hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedilme olasılığı her zaman mevcuttur. Bu meşakkatli ve keyfî süreç, basit bir bürokrasiden çok daha fazlasıdır; küresel eşitsizliğin en keskin şekilde hissedildiği yerdir.
Küresel Bir Eşitsizlik Mekanizması: Vize Sistemi
Vize sistemi, basit bir seyahat prosedürünün çok ötesinde, küresel bir eşitsizlik ve ayrımcılık mekanizması olarak işler. İnsanların hareket özgürlüğünü doğdukları yere göre belirleyen bu sistem, araştırmacılara göre modern bir “pasaport apartheidi” ya da “hareketlilik apartheidi” yaratır. Bu hiyerarşi, küresel hareketlilik rejiminin baskın özelliği olsa da akademisyenler gerçekliğin, vize kısıtlamalarının gelişmekte olan ülkeler arasında da bir silah olarak kullanıldığı karmaşık bir bölgesel bloklar ve jeopolitik ittifaklar mozaiği olduğunu belirtmektedir.
Bu küresel ayrımcılığın temelinde, insanların köken ülkelerine göre ayrımcılığa uğraması anlamına gelen “sınırcılık” yatar. Bu kavram, bir bireyin fırsatlarının, hangi sınırlarla çevrili kimliğe doğduğuna bağlı olarak nasıl siyasileştirildiğini açıklar. Pasaportlar arasında da bariz bir hiyerarşi mevcuttur. “Güçlü” pasaportlar sahiplerine dünyaya vizesiz erişim sağlarken, “zayıf” pasaportlar milyonlarca insanı kendi ülkelerinin sınırlarına hapseder.
Bu hiyerarşi, tamamen şansa dayalı bir küresel aristokrasi ile küresel alt sınıf yaratır. Fırsat eşitliği gibi değerleri desteklediğini iddia eden ayrıcalıklı uluslar, bu değerlerin yalnızca “doğru” pasaportla doğanlar için geçerli olduğu neo-feodal bir sistemin koruyuculuğunu yaparlar.
Utanç, Ayrıcalık ve Gösterişçi Hareketlilik
Eşitsizlik, soyut bir kavram değil, sınırlarda yaşanan somut ve kişisel bir deneyim. İşte bu noktada, “kâğıttan hapishane”nin soyut mimarisi, derinlemesine kişisel bir deneyime dönüşür. Sınır görevlilerinin yolculara gösterdiği muamele, “bürokratik hürmet” (İng. “bureaucratic deference”) olarak adlandırılan bir statü göstergesidir. “Güçlü” pasaporta sahip yüksek statülü bir yolcuya (örneğin bir AB vatandaşı) gösterilen bürokratik hürmet, sadece bir kolaylık değil; aynı zamanda kişinin yüksek statüsünün kamusal bir onayıdır. Bu yolcu, genellikle kendisi için ayrılmış hızlı sıradan geçer, pasaportu sorgusuzca taranır ve yoluna devam eder. Bu deneyim, bir zevk ve ayrıcalık duygusu yaratır.
Buna karşılık, “zayıf” pasaportlu ve dolayısıyla “düşük statülü” yolcu için müdahaleci sorgulamalar ve uzun bekleyişler, küresel hiyerarşideki alt konumunu pekiştirmek için tasarlanmış aşağılanma ritüelleridir. Harpaz’ın çalışmasında geçen, Sırbistan’dan bir katılımcının 2009 öncesi AB vizesi alma deneyimini “çok aşağılayıcı” olarak tanımlaması veya İsrailli bir katılımcının AB pasaportunu kullanarak ayrıcalıklı sıradan geçmeyi “en büyük zevklerinden biri” olarak nitelemesi, bu durumun yarattığı derin psikolojik etkileri gösterir. Bir tarafta utanç ve aşağılanma varken, diğer tarafta ise sosyologların “gösterişçi hareketlilik” (İng. “conspicuous mobility”) dediği durum vardır: Bu, sadece kişinin kendi sorunsuz geçişinden değil, aynı zamanda başkalarının zorluklarını gözlemlemekten türeyen bir ayrıcalığın kamusal performansıdır.
Düzensiz Göç, Ölüm Siyaseti ve Vatandaşlık Piyasası
Kısıtlayıcı vize politikaları, göçü durdurmak yerine tam tersi sonuçlar doğurur. Yasal kanalların kapatılması, insanları hayatlarını tehlikeye atarak Akdeniz’i geçmek gibi yasa dışı ve tehlikeli yollara iter. Bu durum, milyarlarca dolarlık bir insan kaçakçılığı endüstrisini besler ve düzensiz göçü körükler. Bu sistem, aynı zamanda, göçmen ölümlerini politikanın “kabul edilebilir” bir yan hasarı olarak gören bir “ölüm siyasetine” (İng. “necropolitics”) yol açar. Ölümlerin sorumluluğu, sistemi yaratan politikalardan ziyade, utanmazca göçmenlerin ve kaçakçıların üzerine atılır.
Bu acımasız sistemin en büyük paradoksu ise hareket özgürlüğünün zenginler için alınıp satılabilen bir meta hâline gelmesidir. Yoksulların en temel hareket hakkı reddedilirken, zenginler “yatırım yoluyla vatandaşlık” programları aracılığıyla “altın pasaportlar” satın alabilirler. Bu durum, dünyayı, devletlerin farklı fiyatlara vatandaşlık sattığı bir mekâna dönüştürür ve vatandaşlığı, küresel eşitsizliği daha da derinleştiren bir lüks tüketim malı hâline getirir. Bu çelişkiler, sistemin adaletten ve sürdürülebilirlikten ne kadar uzak olduğunu kanıtlar niteliktedir ve acil çözüm arayışlarını zorunlu kılar.
Kâğıttan Duvarları Yıkmak Mümkün mü?
Mevcut pasaport ve vize sisteminin yarattığı derin adaletsizlikler karmaşık olsa da bu durum çözümsüz değil. Değişim mümkün ve daha adil bir gelecek vizyonu inşa edilebilir. Unutulmamalıdır ki, 1920’de Milletler Cemiyeti’nin ilk hedefi de bu kısıtlamaları tamamen ortadan kaldırmaktı. Bu vizyonu yeniden canlandırmak, günümüz dünyası için hem ahlaki bir zorunluluk hem de pratik bir gereklilik teşkil ediyor.
Sonuç olarak, günümüzün vize ve pasaport rejimi, sanılanın aksine sadece modern güvenlik kaygılarının bir ürünü değil. Kökenleri, emperyal güçlerin sömürge tebaasının hareketlerini ırk kelimesini kullanmadan kontrol etme arzusuna dayanan sömürgeci bir mantığa dayanıyor.
Birinci Dünya Savaşı’nın kaosuyla geçici bir önlem olarak doğan vize sistemi, zamanla evrilerek günümüzde küresel bir “hareketlilik apartheidi” sistemini sürdüren, adaletsiz bir yapıya dönüştü. Bu sistem, insanları doğdukları yere göre ayrıştırarak bir küresel aristokrasi ve küresel alt sınıf yaratıyor ve milyonlarca insanı kâğıttan hapishanelere mahkûm ediyor. Haritalarımızdaki çizgiler mürekkeple çizildi, temsil ettikleri duvarlar kâğıttan inşa edildi. Çağımızın sorusu, bu duvarların yıkılıp yıkılamayacağı değil, onlarsız bir dünyayı hayal etme cesaretine sahip olup olmadığımızdır. Hareket özgürlüğünün, doğum piyangosuyla kazanılan bir ödül değil, ortak insanlığımızın doğal bir hakkı olarak tanındığı bir dünya temennisiyle…
Kaynaklar
- Soomro, A. (2024). People, paper and power: The birth of the passport in international law. Asian Journal of International Law, 14(2), 358-385.
- Van Houtum, H. J., & Van Uden, A. M. (2021). The birth of the paper prison: the global inequality trap of Visa borders.
- Czaika, M., De Haas, H., & Villares‐Varela, M. (2018). The global evolution of travel visa regimes. Population and development review, 44(3), 589.
- Harpaz, Y. (2021). Conspicuous mobility: The status dimensions of the global passport hierarchy. The ANNALS of the American Academy of Political and Social Science, 697(1), 32-48.
- Ullah, A. A., Chattoraj, D., & Kathy, A. A. (2024). Mobility in a globalised world: How countries regulate mobility with passports and visas. Journal of Public Affairs, 24(3), e2932.