Dosya: "Vize Çilesi"

Türkiye ile Vize Krizlerinin Geçmişi: Türk Vatandaşlarının Vize Alması Hep Zor Muydu?

Herhangi bir Avrupa ülkesine gitmek isteyen Türk vatandaşları için vize demek çoğu zaman sonu belirsiz bir bekleme süresi demek. Peki Türk vatandaşlarının AB ülkeleri arasındaki vize geçmişi nasıldı? Bir AB ülkesinden vize almak hep mi zordu?

Türkiye ile Vize Krizlerinin Geçmişi: Türk Vatandaşlarının Vize Alması Hep Zor Muydu?
Türkiye vatandaşlarının vize alması hep mi zordu? Haydar Haluk Ceylan, "Avrupa'da Vize Çilesi" dosyasında bu soruyu cevaplıyor. Fotoğraf: shutterstock.com | Değişiklikler: Perspektif

Avrupa’ya gitmek için Schengen vizesi başvurusunda bulunan hemen herkesin aklında aynı soru var: “Neden bu kadar zor?” Belgeler, randevu bulma çilesi, yüksek ücretler… Türk vatandaşlarının vize hikâyesi çoğu zaman stres, zaman kaybı ve hayal kırıklığıyla anlatılıyor. Peki, tarihin herhangi bir noktasında vize konusunda rahat olduğumuz bir dönem oldu mu? Yoksa Avrupa ülkelerine vize almak hep mi zordu?

Bu sorunun cevabını bulmak için biraz geçmişe gidip hukuki dönüm noktalarını hatırlamakta fayda var.

Türkiye ile AB Arasında Vizenin Tarihi

Bugün Türk vatandaşlarına 80’den fazla ülke vize zorunluluğu uyguluyor. Tüm Schengen bölgesi ülkeleri de bu sayıya dâhil. Belki de bu sebeple “vize krizi” denince akıllara önce Avrupa ülkeleri geliyor.

Türkiye’nin Avrupa ülkeleri ile vize meselesinin kökleri AB’den çok daha eski zamanlara dayanıyor. Türkiye, 1949 yılında Avrupa Konseyi’ne üye olmuş ve 1950’li yılların başlarında başlayan tartışmalar, 1957 yılında “Avrupa Konseyi Üyesi Ülkeler Arasında Şahısların Serbest Dolaşımı Anlaşması”nın imzalanmasıyla sonuçlanmıştı. 1960 yılına gelindiğinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Avrupa Konseyi ülkelerinin büyük çoğunluğu karşılıklı olarak vize uygulamasını kaldırmıştı.

Bu serbestleşme çabaları, Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) tam üye olma hedefiyle attığı adımlarla pekişti. 1963 Ankara Anlaşması, Türkiye’nin AET ile sürekli ve dengeli ticari ve ekonomik ilişkilerini güçlendirmeyi amaçlayan kilometre taşı oldu. Anlaşma, ilerleyen bir aşamada işçilerin serbest dolaşımının (Madde 12) ve hizmet sunma serbestliğinin (Madde 14) sağlanmasını öngörüyordu.

Ankara Anlaşması, Türkiye ile AET arasında bir ortaklık düzeni kurdu. Hemen ardından gelen 1970 Ek Protokolü ise “Standstill” maddesi (madde 41/1) ile kritik bir hüküm getirdi. Bu maddeye göre taraflar vize konusunda mevcut durumdan daha kısıtlayıcı yeni önlemler getiremezdi. Yani Türk vatandaşlarının Avrupa’da hizmet sunumunu veya yerleşme haklarını zorlaştırmak hukuken yasaktı.

1970’li yılların ikinci yarısında Türkiye’de yaşanan siyasi istikrarsızlık, vizesiz seyahat uygulamasının sona ermesine yol açtı. Artan iltica başvuruları ve asayiş endişeleri nedeniyle Federal Almanya, 1957 anlaşmasını Türk vatandaşları için askıya aldığını 9 Temmuz 1980’de bildirdi ve 5 Ekim 1980 tarihinde Türk vatandaşlarına vize uygulayan ilk Avrupa ülkesi oldu.

Kısa süre sonra, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg gibi ülkeler de benzer uygulamaları başlattı. Başlangıçta geçici olduğu belirtilen bu uygulama kalıcı hâle geldi.
Bu vize mecburiyeti ve başvuru prosedürlerindeki zorluklar, Türkiye kamuoyunda dışlanmışlık, ayrımcılık ve hayal kırıklığı hissine neden oldu. Ayrıca, Türkiye’nin üyelik görüşmeleri süren ülkeler arasında vize zorunluluğuna tabi tutulan tek ülke olması, AB politikalarının ayrımcı ve adaletsiz olduğu fikrini de pekiştirdi.

Türk Vatandaşlarının Rafa Kalkan Vizesiz Seyahat Beklentisi

Avrupa Adalet Divanı, 2009 tarihli Soysal kararı ile “Standstill” maddesinin doğrudan etkili olduğunu açıkça ortaya koydu. Karara göre Almanya’nın 1980’de Türk şoförlere getirdiği genel vize şartı, Ek Protokol’ün “yeni kısıtlama yasağına” aykırıydı. Kâğıt üzerinde bu, Türk vatandaşları için büyük bir kazanım gibi görünüyordu. Fakat pratikte süreç öyle işlemedi. Almanya’nın getirdiği 1980 düzenlemesiyle birlikte Türk vatandaşları için genel vize şartı fiilen başlamış oldu. Yani hukuk metinlerinde “vizesiz giriş” ihtimali yazarken, sınır kapılarında bambaşka bir gerçek yaşanıyordu.

2000’lere geldiğimizde AB, vizeler konusunda yeknesaklık sağlamak için 539/2001 sayılı Konsey Tüzüğü ile “vizeye tabi ülkeler” listesini oluşturdu. Listedeki ülkeler arasında Türkiye de vardı. 2009’da kabul edilen 810/2009 sayılı Vize Kodu da başvuru sürecini, ücretleri ve çok girişli vizeleri düzenledi. Yani sistem daha şeffaflaşsa da Türk vatandaşlarının “vizesiz seyahat” beklentisi rafa kalkmış oldu.

Böylece Türkiye’den Avrupa’ya gitmek isteyenler 1963-1970 döneminde hukuken umut veren, 1980’de kırılma yaşayan, 2001’den sonra ise kurumsallaşarak “zorunlu hale gelen” bir vize rejimi ile karşı karşıya kaldı.

Yakın geçmişte vize meselesi, AB’nin düzensiz göçün önlenmesi konusundaki iş birliği talebiyle doğrudan ilişkilendirildi. Uzun süren müzakerelerden sonra, 16 Aralık 2013 tarihinde Türkiye AB ile Geri Kabul Anlaşması’nı imzaladı. Aynı gün, taraflar arasında “Türk Vatandaşları için Vize Serbestliği Diyaloğu” başlatıldı.

AB, vizenin kaldırılması için ön koşul olarak Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanmasını ve uygulanmasını şart koştu. Vizesiz dolaşım için 72 kriter içeren bir yol haritası yürürlüğe kondu. Bu yol haritası, tam üyelik müzakerelerinden ayrı, yeni bir koşulluluk mekanizması oluşturdu. Yol haritasının temel kriterleri arasında Biyometrik Pasaport uygulamasının başlatılması, Geri Kabul Anlaşması’nın tam ve etkin uygulanması, Türkiye’nin vize politikasının AB müktesebatıyla uyumlu hâle getirilmesi ve sınır denetiminin güçlendirilmesi yer aldı.

Türk Vatandaşlarının Schengen Başvuruları ve Ret Oranları

Hukuki tartışmalar bu bağlamda şekillenirken tarihsel süreç içerisinde karşı karşıya kalınan zorlukların istatistiklere nasıl yansıdığı da önemli bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Avrupa Komisyonu 2009’dan beri Schengen’e ülke bazlı başvuru ve reddetme oranlarını düzenli olarak yayımlıyor. Bu tabloları biraz incelediğimizde Türkiye’nin istikrarlı biçimde listenin en üst sıralarında olduğunu görüyorsunuz.

Örneğin 2019’da Türkiye’den Schengen’e yapılan başvurular yaklaşık 906 bin civarındayken, reddedilme oranıysa yüzde 9,7 düzeyindeydi. Yani her on kişiden birinin başvurusu olumsuz sonuçlanmıştı.

Pandemiden sonra bu tablo daha da değişti. 2022’de Türkiye’den yapılan başvuruların sayısı hızla arttı ve reddetme oranı yaklaşık yüzde 15,7’ye çıktı. Başka bir deyişle, Türkiye’den Schengen bölgesine yapılan her altı başvurudan biri geri çevrildi.

2023 yılında, toplam 1.055.885 başvuru ile Türkiye, Çin’in hemen ardından dünya genelinde en çok Schengen vizesi başvurusu yapan ikinci ülke oldu. Bu başvuru sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 36,5’lik bir artışa işaret ediyordu reddedilme oranı ise yüzde 16,1’e yükselmişti.

2024’te ise rakamlarda bir nebze düşüş yaşandı. Ret oranı yüzde 14,5 civarına gerilemişti. Bu gerileme vize alımının bir nebze kolaylaştığı olarak yorumlanabilir zira aynı yıl Türkiye’den yapılan başvuru sayısının 1.173.917’ye çıktığını da hatırlamak gerek.

Özetle Türk vatandaşlarının Schengen vizesi alma serüveni ilk yıllarda düşük ret oranlarıyla seyrederken son dönemde çift haneli rakamlara ulaştı. 2015’te Türkiye’den Schengen bölgesine yapılan başvurular yüzde 3,9 gibi düşük bir oranla reddedilirken, bu oran 2019’da yüzde 9,7’ye yükseldi ve sonraki yıllarda da tırmanışını sürdürdü.

Türk Vatandaşları En Çok Hangi Ülkeden Reddediliyor?

Türkiye’den Schengen’e yapılan başvurulardaki ret oranları ülkeler ve hatta misyonlar arasında da büyük farklılıklar gösteriyor. 2023 verilerine göre, Estonya (yüzde 42,5), Danimarka (yüzde 39,4), Finlandiya (yüzde 31,3), Belçika (yüzde 27,5) ve Almanya (yüzde 22) Türk vatandaşlarına en yüksek ret veren ülkeler arasındaydı. Buna karşın, Slovakya (yüzde 6,6) ve İtalya (yüzde 8,7) gibi ülkelerde Türk vatandaşlarına en düşük ret oranları kaydedildi. Almanya’nın misyonları içinde de büyük farklılıklar mevcuttu. Örneğin Ankara’daki ret oranı yüzde 27,1 iken, İzmir’den Almanya vizesi almak için başvuranların yalnızca yüzde 13,1’i reddedildi.

Bir başka çarpıcı veri de başvuru sürecinde harcanan para ile ilgili. 2024 yılında Türk vatandaşları Schengen başvuruları için yaklaşık 93,9 milyon Euro ödedi. Bunun 13,6 milyonu reddedilen başvurular nedeniyle “boşa gitti”. Yani mesele sadece evrak değil, Schengen başvurularının aynı zamanda ciddi bir ekonomik yükü de var.

Özetle Türk vatandaşları için Schengen vizesi alma süreci hiçbir zaman tamamen kolay olmadı. Rakamlar 1980 sonrası dönemde sürekli bir eşik olduğunu gösteriyor. Ancak Schengen almak her zaman aynı derecede zor da değil. Bazı yıllarda görece düşük ret oranları görülürken, son yıllarda bu oranın yeniden yükseldiğini gözlemliyoruz.

2023-2025 Döneminde Vize Krizi ve Randevu Sorunları

Tüm bu gelişmelerin yanı sıra geçtiğimiz birkaç yıl, Türk vatandaşlarının Schengen vizesi macerasında âdeta bir “kriz dönemi” olarak anılacak. Çünkü iş artık sadece “ret oranı yüksek mi?” meselesi olmaktan çıktı. Daha başvuruyu yapmadan önce insanlar randevu bulmak için mücadele vermeye başladı.

2023’ten itibaren sosyal medyada ve haberlerde sık sık rastladığımız bir hikâye vardı. Konsoloslukların randevu sistemleri tıkanıyordu. İnsanlar aylarca randevu bulamıyor, bu boşlukta da “kara borsa” diye tabir edilen bir piyasa oluşuyordu. Bot yazılımlarının randevuları saniyeler içinde kapattığı, sonra bu randevuların yüksek fiyatlarla satıldığı iddia edildi. Yani daha konsolosluğun kapısına gitmeden “vize çilesi” başlamıştı.

Bu sırada iş dünyasından akademiye kadar birçok kesim de tepkisini dile getirdi. İş gezilerine katılamayan sanayiciler, kabul almalarına rağmen vize nedeniyle eğitim döneminin ancak ortasında okullarına gidebilen öğrenciler, kongrelere gidemeyen akademisyenler… Bu durum Türkiye kamuoyunda “vize engeli” olarak anılmaya başladı.
Avrupa cephesinde ise farklı bir kaygı vardı. AB yetkilileri, Türk vatandaşlarının bir kısmının vize aldıktan sonra ya iltica başvurusunda bulunduğunu ya da kalış süresini aştığını öne sürdü. Bu da bazı üye ülkelerde “güvenlik” ve “göç kontrolü” gerekçeleriyle daha sıkı inceleme talebini gündeme taşıdı.

Ortada ciddi bir kriz vardı. Belki de bu krizin aşılabilmesi için 2025 yazında Avrupa Komisyonu, Türk vatandaşları için yeni bir uygulamayı duyurdu: Kademeli çok girişli vize sistemi. Buna göre, başvurularını doğru kullananlara önce 6 ay, sonra 1 yıl, 3 yıl ve sonunda 5 yıl süreli çok girişli vize verilmesi öngörüldü.

Bu yeni düzenleme, Türkiye’den Schengen bölgesine yaşanan vize çilesinde önemli bir dönüm noktası olabilir. Türk vatandaşları için getirilen kademeli çok girişli vize sistemi, ilk başta kulağa küçük bir değişiklik gibi geliyor. Fakat bu küçük görünen adımın sembolik anlamı büyük. Çünkü 1980’de yaşanan kırılmadan sonra Brüksel, Türkiye’ye yönelik vize uygulamalarında ilk defa kolaylaştırıcı bir çerçeve sundu.

Avrupa Komisyonu’nu bu kararı almaya iten sebepler var. Öncelikle Avrupa artık Türkiye’den gelen yüksek başvuru talebini görmezden gelemiyor. Türkiye 2024’te 1,17 milyon başvuruyla dünyada ikinci sıraya yükselmişti. Bu sayı, hem AB üyesi ülkelerin konsolosluklarını zorluyor hem de kamuoyunda “vize krizi” söylemini büyütüyor. Dolayısıyla Komisyon, yükü hafifletmek için teknik bir çözüm arayışına girdi.

Ayrıca bu düzenleme siyasi bir mesaj da taşıyor. 2013’te başlayan vize serbestisi diyaloğu hâlâ sonuçlanmamışken çok girişli vizelerin kolaylaştırılması AB’nin “tam serbesti değil ama kısmi jest” yaklaşımı olarak okunabilir. Bu, Türkiye’nin üyelik müzakerelerinde sıkışan gündeminin gölgesinde küçük ama pratik fayda sağlayan bir açılım. Yine de bu duruma eleştirel bir noktadan da yaklaşmak gerek. Bu adım randevu sıkıntısı, yüksek ücretler, belge yoğunluğu ve reddedilen başvuruların ekonomik kaybını giderebilecek denli büyük bir adım değil.

İltica Başvuruları ve Güvenlik Kaygıları: Vize Politikalarının Görünmeyen Dinamiği

Türk vatandaşlarının Schengen vizeleriyle yaşadığı güçlükleri anlamak için yalnızca başvuru prosedürlerine bakmak yeterli değil. Vize politikalarının arkasında çoğu zaman göç yönetimi ve güvenlik kaygıları yatıyor. Özellikle son yıllarda Avrupa’ya giden Türk vatandaşlarının önemli bir kısmının iltica başvurusu yaptığı iddiası bu bağlamda kritik bir rol oynuyor.

Eurostat verilerine göre, 2022 ve 2023 yıllarında Türk vatandaşlarının AB’ye yaptığı iltica başvuruları ciddi şekilde artış gösterdi. 2023’te Almanya, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerde Türk vatandaşlarının başvuruları, Suriyeliler ve Afganların ardından en yüksek gruplar arasında yer aldı. Bu tablo, AB ülkelerinin gözünde Türkiye’den gelen başvurucuları “potansiyel kalıcı göçmen” kategorisine yerleştirdi.

Böyle bir eğilim Avrupa’daki karar vericilerin vizelere daha şüpheyle yaklaşmasına neden oldu. Nitekim 2023 ve 2024 yıllarında Türk vatandaşlarına uygulanan ret oranlarının dünya ortalamasının üzerinde olması, bu kaygıyla doğrudan bağlantılı.

Avrupa ülkeleri vize sürecini bir “risk kontrolü” olarak görüyor. Bu nedenle AB, vize mecburiyetini Türkiye’den gelen veya Türkiye’yi transit olarak kullanan Türk ve üçüncü ülke vatandaşlarının hareketliliğini kontrol etmek amacıyla gerekli bir önlem olarak kullanmayı sürdürüyor.

Türk Vatandaşlarının Vize Alması Hep Zor muydu?

Görünen o ki Türk vatandaşlarının Avrupa’ya vize alma hikâyesi aslında her zaman bugünkü kadar zorlu anılarla bezeli değildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da barış havasının etkisiyle kapılar açılmış, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Avrupa Konseyi ülkeleri arasında 1950’lerden itibaren karşılıklı vizesiz seyahat başlamıştı. 1960’lara gelindiğinde birçok Avrupa ülkesine vizesiz gidilebiliyordu. Yani bir dönem, seyahatin önündeki engellerin bugünkü kadar yüksek olmadığı, insanların çok daha kolay hareket edebildiği bir zaman dilimi yaşanmıştı.

Burada 1980 yılının bir dönüm noktası olduğu görülüyor. Türkiye’deki askerî darbenin ardından artan iltica başvuruları Avrupa’da tedirginlik yarattı ve ilk olarak Almanya, ardından Fransa ve diğer Batı Avrupa ülkeleri Türk vatandaşlarına vize uygulamaya başladı. Başlangıçta “geçici” diye açıklanan bu karar kısa sürede kalıcı hâle geldi. Zamanla vize alma süreçleri kırtasiyecilik ve yarattığı maddi yük sebebiyle hep zorluklarla anılmaya başladı. Türkiye’nin AB ile üyelik müzakereleri yürütmesine rağmen aynı statüdeki ülkeler arasında vizeye tabi tek ülke konumuna gelmesi de ayrımcılık algısını pekiştirdi.

Bugünlerde ise vize krizleri daha farklı bir boyuta taşındı. Türkiye, Schengen vizesi başvurularında Çin’den sonra ikinci sırada yer alıyor. Başvurular milyonları buluyor ve ret oranları giderek yükseliyor. Randevu almak neredeyse imkânsız, karaborsada binlerce Euro’ya satılan randevu slotlarına ise çok sık rastlanıyor. Vize ücretleri, çeviri ve noter masraflarıyla birlikte ekonomik bir yük oluştururken, bazı ülkelerin fiilen başvuruları durdurduğu dahi görülüyor. Kısaca bir zamanlar kolay olan seyahat bugünlerde daha çok çile sözcüğü ile birlikte anılıyor. Vize süreçleri Türk vatandaşları için ayrımcılık ve hayal kırıklığı gibi hisleri beslerken meselenin diğer tarafında ise güvenlik kaygıları ve risk kontrolü devreye giriyor.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi #0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler