Irak Savaşı’nın Gazze’ye Yansıyan Mirası: Tony Blair Ateşkes Sürecinden Çıkarıldı
Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair, Gazze’nin geleceğinde söz sahibi olacak "Barış Kurulu"ndan dışlandı. Bu, diplomatik bir tercihten çok, Irak Savaşı'ndaki rolü nedeniyle Arap ve Müslüman dünyada bıraktığı silinmez hafızanın yarattığı tarihsel bir hüküm. Blair’in yerini alması konuşulan isimler ise sürecin daha az değil, daha fazla tartışma üreteceğini gösteriyor.
Tarihin, uzun uykusundan uyanıp hükmünü bir çekicin demire inmesi kadar net biçimde verdiği anlar vardır. Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in [Trump tarafından] önerilen “Gazze Barış Kurulu”nun dışında bırakılması da bu anlardan biriydi: Yoruma kapalı, affetmeyen ve neredeyse İncil’deki kıssalara benzeyen bir kesinliğe sahip. Bir zamanlar dünyayı bir “kurtarıcı” edasıyla arşınlayan bir adam, bizzat alevlenmesine katkıda bulunduğu bölgenin kapısından geri çevrildi. Arap ve Müslüman devletler için Blair’in adı diplomasi ya da devlet adamlığıyla eşanlamlı değil. Onun adı, felaketin kendisi.
Bir Savaş Kışkırtıcısına Barış Yok
Blair’in Gazze’nin yeniden inşası masasında yer alma girişimi, ne kaçabildiği ne de üzerini örtebildiği bir mirasın ağırlığı altında çöktü. 2003 Irak işgaline verdiği coşkulu destek -tahrif edilmiş dosyalar ve kıyamet senaryolarıyla meşrulaştırılan bir savaş- hiçbir zaman kapanmayan bir yara bıraktı. Ordular yürüdü, bombalar yağdı ve “özgürlük” bayrağı altında bir ülke parça parça edildi. Arap dünyası için Blair’in dönemin ABD Başbakanı George W. Bush’la omuz omuza verdiği görüntü, aldatmacanın silinmez bir simgesi olarak hafızalara kazındı. Unutulmadı. Affedilmedi.
Arap ve Müslüman devletler itirazlarını alışılmadık bir oybirliğiyle dile getirdi. Mesajları açıktı: Irak’taki yıkımın mimarı, Gazze’nin şifacısı rolüne bürünemezdi. Bu muhalefet o denli güçlüydü ki, başlangıçta Blair’i “çok iyi bir adam” olarak öven Donald Trump bile sessizce geri adım attı. Trump dahi, yüzü işgalin, işgalin getirdiği yıkımın ve tüm bir bölgenin parçalanmasının kolektif hafızasını tetikleyen bir arabulucuyu dayatamayacağını fark etti. Blair herkes için sürgün anlamına gelen diplomatik bir örtmeceyle “kabul edilemez” ilan edildi.
Blair’in destekçileri, Kuzey İrlanda’daki rolünü barış adına bir referans olarak öne sürdü. Ancak bu, hızla paramparça olan kırılgan bir kalkandı. Zira ABD, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Rusya’dan oluşan Dörtlü’nün (Middle East Quartet) temsilcisi olarak geçirdiği somut hiçbir şey başaramadığı sekiz uzun ve verimsiz yılın sicili ortadaydı. Eleştirmenler, müzakere çıkmazlarını çözmek, süreci ilerletecek somut adımlar atmaktan çok konuşmalar yapmayı seven; Gazze abluka altında açlığa mahkûm edilirken portföyünü kurumsal ve Körfez danışmanlıklarıyla şişiren bir diplomatı hatırlattı. Brüksel ve New York koridorlarında bile Blair’in görev süresi, kimsenin yüksek sesle kabul etmek istemediği başarısızlıklar için ayrılan o nazik utanç tonuyla fısıldanıyordu. Eğer bu özgeçmişle Gazze barış konseyine girmeyi umduysa, elindeki dosya içi boş bir kaptan ibaretti.
Henry Kissinger ve Tony Blair Arasındaki Paralellik
Onun dışlanması yalnızca siyasi bir hamle değildi—aynı zamanda ahlaki bir hesaplaşmaydı. Blair, Washington’da yüceltilip dünyanın geri kalanının büyük kısmında nefretle anılan Henry Kissinger’ı takip eden aynı laneti taşıyor. Kissinger bir eliyle Nobel Barış Ödülü’nü alırken, diğer eli Kamboçya’da bombalanmış köylerin küllerine bulanmıştı. Güç koridorlarında dolaştı ama savaş suçlarının gölgesinden asla kurtulamadı. Küresel Güney’de varlığı saygı değil, öfke uyandırıyordu.
Blair’in mirası da aynı trajik çizgiyi izliyor. Kissinger gibi, kendini uluslararası düzenin bilgesi olarak yeniden icat etmeye çalıştı; sanki Bağdat ve Felluce’nin harabeleri usulca arka plana çekilecekti. Aynı anda demokrasi ve istikrar üzerine nutuklar attı. Odayı yanlış okudu. Arap dünyası, ateşi kimin yaktığını unutmadı.
Winston Churchill Örneği
Blair’in mahkûmiyeti emsalsiz de değil. Avrupa’da Hitler’e direnişiyle yüceltilen Winston Churchill, sömürgeleştirilmiş dünyada bambaşka bir mirasla anılır: Bengal’i açlığa sürükleyen, ayaklanmaları acımasız güçle ezen, halkları kendi kaderini tayine layık olmayan barbarlar olarak gören adam. Churchill, savaş sonrası döneme küresel bir bilge devlet adamı olarak girmek istedi; ancak Hindistan’da, Kenya’da ve Orta Doğu’da o, bir kurtarıcı değil, hayatların değerini ırksal hiyerarşilerle tartan bir emperyal denetçiydi. Ortaya çıkan tablo son derece nettir: Ateşi acımasız bir kararlılıkla yakanlar, sonradan itfaiyeci rolüne bürünemez. Tarih hafızasını yitirmez; dökülen kan, onların peşini bırakmaz ve girdikleri her salona, oturdukları her konseye, anlamlı kalma çabasıyla yaptıkları her başvuruya onlarla birlikte taşınır.
Blair de itibarların coğrafyaya göre ikiye ayrıldığını keşfetti. Londra’da tartışılır. Washington’da hoş karşılanır. Orta Doğu’da ise güvensizlikle karşılanır, reddedilir ya da nefret edilir. Gazze’nin yeniden inşasının emanetçisi olarak kendini yeniden markalama girişimi, Arap ve Müslüman devletlerin hızla düzelttiği bir öz-aldatmaydı.
Blair’in kenara itilmesiyle Trump yönetimi, Jared Kushner ve emlak patronu Steve Witkoff gibi isimlere alan açmış olabilir—kendilerine özgü tartışmalı niteliklere sahip ama Blair’in benzersiz derecede zehirli mirasına sahip olmayan isimlere. Buna rağmen, Blair’in perde arkasında kalarak dolaylı tavsiyeler vermeye devam edebileceği konuşuluyor. Ancak mesaj son derece açık: Merkezde yer almayacak. Arabulucu, kurtarıcı ya da Gazze’nin geleceğinin mimarı olmayacak. Zamanı geçti. Adı, fazlasıyla kanla kirlenmiş durumda.
Blair’in dışlanması daha büyük bir gerçeğe işaret ediyor: Irak Savaşı’nın bir bölgenin tamamında hâlâ canlı olan hafızasına. Toplu mezarlar, parçalanmış şehirler, mezhepsel milislerin yükselişi, IŞİD’in doğuşu… Bunlar soyut kavramlar değil. Bunlar yaşanmış tarihler. Blair barış odasına girmeye çalıştığında, bu hatıralar nöbetçiler gibi karşısına dikildi ve geri dönmesini talep etti.
Sonuçta Blair’in yaşadığı aşağılanma, Gazze anlatısının bir dipnotu değil. Bu bölgenin yakından bildiği bir hakikatin teyididir: Savaşları başlatanlar, nadiren inandırıcı barış yapıcılar olur. Dumanı yanlarında taşırlar. Her müzakereye gölgeler sürüklerler. Her odaya hayaletler çağırırlar. Blair’in dışlanması bir diplomatik manevra değil—bir hüküm, bir uyarı, savaşın bedelinin yalnızca yıkım değil, barış konseylerinden sürgün olduğunu hatırlatan bir derstir.
Bir rol aradı. Karşısına çıkan ise bir karardı: Defol! Tarih unutmaz.
NOT: Bu tercüme, Creative Commons Attribution 4.0 International (CC BY 4.0) lisansı ile yapılmıştır. Metnin Middle East Monitor tarafından yayımlanan İngilizce aslına buradan ulaşabilirsiniz.