Gelene Ek Olamayan Çağdaş Bir Akım: Selefizm
Bugün, başta “selefistler” olmak üzere aşırı olarak nitelenen akımların mensupları, ancak ciddi ve derin bir gelenekle tanıştıklarında ve bunu içselleştirdiklerinde içinde bulundukları marjinal grupların sathiliğini ve basitliğini idrak edecek ve böyle bir anlayıştan vazgeçeceklerdir.

Selefilik kavramının Lisan al-Arab, al- Qamus al-Muhit gibi klasik sözlüklerde yalnızca sözlük anlamı verilmektedir. Buna göre “selef” lugavî olarak “önder, önce gelen” gibi anlamlar taşımaktadır.
İslam’da öncelikle ashâb ve tâbiûndan oluşan ilk nesle “selef (as-salaf as-Salihun)” adı verilmiştir. Daha sonra inanç, ahlâk-tasavvuf ve hukuk okullarının kurucu imamlarına ve bunların ilk talebelerine “selef” denmiştir. Hz. Peygamber’in ilk nesilleri öven hadisleri sebebiyle selef, İslam’da ve İslam ilim geleneğinde ayrıcalıklı bir konuma sahip olagelmiştir.
Bir “Tradisyon” Olarak Selef
Genel olarak söylemek gerekirse İslam tarih telakkisi ve ilim anlayışında önce gelen, ışığa, yani Kur’ân’ın nüzûlüne ve Hz. Peygamber’in yaşadığı zamana yakın olan daha değerli görülmektedir. Biz ise “selef”i bir süreç olarak görmeyi uygun görüyoruz. Deyim yerindeyse selef tradisyondur; Türkçedeki çok isabetli karşılıkla “gelen-ek”’tir. Yani bir yandan öteden, tarihten gelen bir şeydir; ama diğer yandan hâl-i hazırda yapılan bir “ek”, ilave, katkıdır.
Bu yönüyle “selef” kavramı durağan değil değişken (dinamik) bir yapı olarak görülebilir. O hâlde denebilir ki, İslam ilim geleneğinde “selef”, “asıl”dan neş’et eden ve –ümmetin yanılmazlığı ilkesiyle de irtibatlı olarak- asla uygun olarak devam eden bir süreçte, yani dinamik bir gelenek içinde anlam bulur.
Diğer taraftan, Selefiyye, dinî nasların anlaşılması bağlamındaki akıl-nakil birlikteliğinde nakil tarafına ağırlık veren bir anlayışı ifade etmektedir. Selefiliğin özellikle ilk döneminde gelenek, entelektüel olmaktan çok duygusal bir bilincin konusudur. Bu yönüyle Selefilik bilhassa aksiyoner ve politik yönüyle ön plandadır. Kanaatimizce Selefiyyenin bu vasfı sonraki dönemlerde de genel olarak devam ettiği içindir ki, sözgelimi Hanbelî bir fıkıh usûlü eserinde Eşâr’i, hatta Mu’tezilî bir eserin esas alındığı görülebilmektedir.
Oysa Selefiyyenin, başından beri bilhassa Mutezilî düşünce ile, ama aynı zamanda Eş’ariye ile mücadele etmiş olduğu bir vakıadır. Bu yönüyle Selefiyye, gelenek içinde kısmen denge sağlayıcı bir unsur olmuşsa da bu akımın geleneği ne ölçüde temsil ettiği İslam ümmeti tarafından daima kuşku ile karşılanmıştır. Zira, kanaatimizce gelenek aynı zamanda bilimsel ve entelektüel bilincin hemen daima etkin olduğu bir süreçtir ki, yukarıda da belirtildiği üzere, selefin belirlenmesi ve sürdürülmesi böylesi bir süreç içinde gerçekleşmektedir.
Modern Bir Fenomen Olarak Selefizm
İşte tam da bu noktadan, modern bir fenomen olan Selefizm olgusuna geçilebilir. Selefizm modern bir olgudur; zira modernite de bir yönüyle gelenekten kopuştur. Bu bağlamda Faslı çağdaş düşünür Taha Abdurrahman’ın “al-Amal ad- Dīnī wa Tağdīd al-Aql” adlı eserinde selefiliğin, kökleri Descartes’ta (ö. 1666) dayanan modern rasyonalizmin bir devamı olduğu şeklindeki tespitini kayda değer buluyoruz. Her büyük vaka gibi, modernitenin de kendisine bir gelenek tesis etme çabasına girmiş olması, bu durumu değiştirmez.
Modernizmin böyle bir geleneği kurma gayesiyle, Aristoteles metinlerinin orijinallerine ulaşıp bunları yeniden yorumlama çabası (hümanizm) içine girmiş olması bir vakıadır. Nitekim bunun öncesinde Aristoteles felsefesi, haddizatında her ikisi de Tanrı-merkezli dünyaya ait olan, Hıristiyan ve İslâm felsefeleri ile meşbû idi. Oysa yeni tesis edilen dünyada, Tanrı’nın pek o kadar da etkin olmaması öngörülmüştü.
Selefizmin modern bir olgu olarak gelenekten kopmasına “geleneksizlik” de denebilir. Bu bağlamda “gelenek”, yukarıda “selef” kavramı bağlamında değinilen bilimsel anlamından daha geniş bir anlamda “kökleri asırlara dayanan bir inanç ve düşünce sistemi ve bu sistem etrafında oluşan ahlak, hukuk, siyaset, beşerî münasebetler ve sanat kurumları” olarak tanımlanabilir.
Bir Modernlik Sorunu: Gelenekten Kopukluk
Bu yönüyle bir geleneğe mensup olmak o geleneğin deneyimlerini tevarüs etmek demektir. Kanaatimizce gelenek, asırlara dayanan deneyimlerle mensuplarına hoşgörüyü, barışı, ahlâkı, olgunluğu öğretir ve mensuplarına bir kimlik verir. İşte tam da bu nokta yalnızca Selefizmin değil, gelenekten kopuk hemen bütün modern oluşumların probleminin yattığı noktadır.
Bu tarz oluşumlara mensup kimseler kimliksizdirler, toydurlar, acemidirler; sürekli kendilerini gösterme ihtiyacı içindedirler. Fark edilmek isterler ve fark edilmenin en kestirme yolu olan inançta, düşüncede ve eylemde aşırılığa başvururlar. Düşünsel ve duygusal kapasite olarak geleneği idrak etmeye müsait olmadıkları içindir ki, inançları, düşünceleri ve duyguları yüzeyseldirler.
İşte bu nedenle Selefist anlayışlar ve akımlar, özellikle Avrupa, Balkanlar ve Orta Asya gibi bugün ciddi bir İslami gelenekten yoksun ya da kopmuş olan yerlerde rahatça yayılma imkânı bulabilmektedirler. Buna mukabil başta Türkiye gibi ciddi geleneği olan ve –büyük ölçüde- modern dünya ile de yüzleşmiş ülkelerde selefist düşünce ve hareketler, arzu ettikleri zemini bulamamaktadırlar.
Netice olarak görüşümüz ve tespitimiz odur ki, bugün, başta Selefistler olmak üzere “aşırı” olarak nitelenen akımların mensupları, ancak ciddi ve derin bir gelenekle tanıştıklarında ve bunu içselleştirdiklerinde içinde bulundukları marjinal grupların sathiliğini ve basitliğini idrak edecek ve böyle bir anlayıştan vazgeçeceklerdir. Aksi takdirde kendilerine yönelik aşırı tepkisel davranışlar tam da kendilerinin arzu ettikleri “fark edilme” ve “kimlik oluşturma” amaçlarına hizmetten başka bir işe yaramayacaktır.