'Dosya: "Entegrasyon"'

Yasalaşan Entegrasyon: Batı Avrupa Ülkelerine Karşılaştırmalı Bakış

Entegrasyon, göç araştırmalarının en tartışmalı kavramlarından biri. Bu kavram, Batı Avrupa’daki farklı ülkelerde farklı şekillerde ele alınıyor.

Göç literatürünün en temel ve karmaşık kavramlarından biri olan “entegrasyon” kavramı, göçmenlerin göç edilen topluma uyum süreçlerini ifade etmek için kullanılmakta ve göç politikası ile iç içe bulunmaktadır. Söz konusu olan Türklerin ve/veya Müslümanların Avrupa’ya göç süreçlerindeki entegrasyonu ise daha karmaşık süreç ve sorunlar söz konusu olmaktadır.

Göçmenlerin entegrasyonu konusundaki yaklaşım ve uygulamalar, ülkelerin ve toplumların göç ve göçmene bakış açısına, entegrasyon anlayışına, beklentilerine, sosyo-politik geçmişlerine ve jeo-politik gelişmelere göre değişiklik göstermektedir. Dolayısıyla da entegrasyon, farklı toplumlarda farklı şekillerde anlaşılmakta ve uygulanmaktadır. Anglo-Sakson ülkelerden farklı olarak Almanya, Fransa ve Belçika gibi ülkelerde entegrasyon, asimilasyona daha yakın olarak algılanmakta ve uygulanmaktadır. Bu ülkelerde de homojen bir entegrasyon anlayışı ve uygulamalarından ziyade farklı bölge ve eyaletlerde farklı entegrasyon anlayışları ve uygulamaları karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamanda entegrasyon politikaları, jeo-politik olaylardan da etkilenerek farklı dönemlerde farklı stratejiler içinde karşımıza çıkar. Elbette bu farklılıkların oluşmasında göçmen kitlesinin kendi içerisinde homojen olmamasından kaynaklanan nedenler de söz konusudur. Entegrasyon ve vatandaşlık arasında da bir ilişki söz konusudur ve Belçika örneğinde görüleceği üzere entegrasyon, vatandaşlığa geçiş (İng. “naturalization”) için temel bir aşama olarak görülmektedir. Neredeyse bütün Avrupa ülkeleri için entegrasyonun temel koşullarından biri ev sahibi ülkenin dilini ve kültürünü öğrenme konusundaki yeterlilik düzeyi olarak kabul edilir.

 

Avrupa Birliği Komisyonu, Brüksel’de 19 Kasım 2004 yılında yayınladığı bildiride entegrasyonun birey, aile, toplum ve devlet olmak üzere dört boyutta ele alınması gerektiğinin altını çizmektedir. Bu bildiride yerel, bölgesel ve ulusal kurumların karşılıklı iş birliği ile ve birliğin bir bütün olarak hareket etmesinden daha çok ev sahibi ülkelerin her birinin tek tek entegrasyon politikası yürütmesi gerektiği ifade edilmektedir. Ancak, entegrasyonun yasal düzenlemeleri ile toplumsal gerçeklik düzeyi arasında önemli bir farklılık bulunmaktadır. Yasalarda veya metinlerde ifade edilen ile gerçekleştirilen entegrasyon düzeyi ve uygulamaları birbirinden önemli farklılıklar göstermektedir.

 

Ülkelere Göre Farklı “Entegrasyon” Pratikleri

Örneğin Fransa’da, eşit politik vatandaşlar yaratmak amacı ile oluşturulan cumhuriyetçi entegrasyon ideali, özellikle Avrupalı olmayan göçmenler tarafından asimilasyoncu ve dışlayıcı olarak görülmektedir. Fransa’da göçmenlerin entegrasyon süreçleri, Yabancıların Ülkeye Giriş, Oturum ve Sığınma Hakkı Yasası (Fr. “Code de l’entrée et du séjour des étrangers et du droit d’asile”) ile düzenlenmektedir. Göçmenler tarafından imzalanması zorunlu olan “karşılama ve entegrasyon” sözleşmesi ile ülkeye yeni gelenler dil kurslarına katılmayı ve Fransız toplumunun değerlerini benimsemeyi kabul etmiş olmaktadır.

İtalya’da da Entegrasyon Anlaşması (İt. “Patto per l’integrazione”) adı ile puana dayalı aşamalı bir entegrasyon sistemi uygulanmaktadır. Almanya’da da benzer şekilde oturum izni sürecinde entegrasyon kurslarına katılmak, Almanca öğrenmek, Alman kültür ve tarihini bilmek ve belirli bir bekleme süresi şart koşulmaktadır. Avusturya’da göçmenlerin entegrasyonu, özellikle Müslüman ve Türkler söz konusu olduğunda aşırı sağ siyasetin etkisi ile baskıcı ve dışlayıcı bir yapı arz etmektedir.

 

Entegrasyon Bireysel Hak ve Özgürlüklerin Önünde

Vatandaşlığa geçiş ve entegrasyon anlayışında oldukça katı bir anlayış ve uygulamalara sahip olan Almanya’da, Entegrasyon İçin Ulusal Eylem Planı (Alm. “Nationaler Aktionsplan Integration”) adı ile entegrasyon devlet politikası içinde yer bulmuştur. Özellikle Türklere yönelik din ve siyaset söz konusu olduğunda göçmenlerin Türkiye ile kurdukları ilişki ağları, camiler ve Türk dernekleri entegrasyonu engelleyici bir unsur olarak görülmektedir.

İngiltere örneğinde konu ele alındığında, 2017 yılında yayınlanan Kayıp Müslümanlar (İng. “The Missing Muslims”) raporunda da benzer bir durum karşımıza çıkmaktadır. Raporda İngiletere’deki Müslümanların entegrasyon tecrübeleri yetersiz görülmekte, İngiltere merkezli bir yaklaşım ve belirsiz bir kavramlaştırma ile Müslümanların daha fazla entegre olmaları yönünde bir talep dile getirilmektedir. Bir başka örnek de entegrasyonu engellediği gerekçesi ile kız çocuklarını okuldaki karma yüzme derslerine göndermeyen Türkiye kökenli İsviçreli iki aileye verilen para cezasıdır. Burada da entegre edilme kaygısı, bireysel hak ve özgürlüklerin önüne geçmektedir.

 

Anavatanla İlişki Entegrasyona Engel Olarak Görülüyor

Avrupa Birliği Komisyonu, 20 Aralık 2017 tarihinde “Entegrasyon için Avrupa Ortaklığı” (İng. “European Partnership for Integration”) bildirgesini imzalamıştır. Bu metin incelendiğinde Avrupa ve ev sahibi ülke merkezli bir yaklaşım net bir şekilde kendini göstermektedir. Avrupa Birliği Komisyonu’nun web sayfasında entegrasyon, “Göçmenlerin, Avrupa toplumlarının ekonomik, kültürel ve sosyal gelişimlerine katkı sağlama” potansiyelleri çerçevesinde ele alınmaktadır.

Türkler ve Müslümanların Avrupa’ya entegrasyonları söz konusu olduğunda ise Türkiye kökenli her tür kuruluş, aktivite ve aktörün entegrasyon önünde âdeta bir engel gibi algılandığını söyleyebiliriz. Türkiye kökenlilere dair entegrasyon söyleminde, Türkiye’de değil Avrupa’da yetişmiş eğitimci ve din görevlilerinin ve Türkiye ile minimum düzeyde ve ancak ihtiyaç halinde ilişki içinde olan kuruluşların bulunmasının önemi sıklıkla vurgulanmaktadır. Kısacası göçmenlerin anavatanla zihinsel ve fiziksel bağları onların entegrasyonlarının önündeki yapısal engeller olarak görülmektedir.

 

Hâkim Kültüre Entegrasyon Beklentisi

Çok boyutlu (sosyal, mesleki, siyasi vb.) ve karmaşık bir süreç olan entegrasyon, temelde göç eden ve göçü kabul edenlerin karşılıklı etkileşimi ile kurulan dinamik bir süreçtir. Dolayısıyla da entegrasyon için her iki tarafın karşılıklı mutabakatı bulunmalıdır. Aslında entegrasyon “öteki” ile kurulan bir ilişki formudur. Entegrasyon algısı, beklentileri ve şartlarının hâkim kültür veya göç edilen ülke tarafından belirlenmesine dayanmaktadır. Ötekinin ontolojik olarak anlaşılma imkanı ve dikkate alınması bir yana, öteki olan göçmenin konumu ve beklentisi bu durumda kategorileştirilerek ikincilleştirilmektedir. “Batı” için, göçmen olan “öteki”, birincil olarak olumladığı ve öncelediği kendi istekleri ve kendisinin belirlediği kriterler doğrultusunda değişmek ve uyum sağlamak zorunda olan homojen bir varlık olarak görülmektedir. Bu homojenleştirici yaklaşım beraberinde çok boyutlu bir gerilim alanını da beraberinde getirmektedir. Hâkim kültür tarafından kutuplaştırılan ve ön yargılar içinde entegre olamadığı düşünülen göçmenler, ya kendi içine kapanarak, toplumun genelinden kopuk ve barışık olmayan bir yaşam alanına çekilmekte ya da daha tepkisel veya marjinal alternatif bir tavır içine girmektedir. Hâlbuki farklı neden ve özellikler ile göç eden göçmenlerin herbiri göç sürecinde beraberinde kendine özgü (sui generis) tarihi, özellikleri ve tecrübeleri ile müstakil varlık alanında bulunmaktadırlar.

 

Ehlileştirme Hastalığı

Avrupa’daki ülkelerin bazılarının “ülkelerinde göçmen görmek istemediklerini” ifade ederek çok katı bir yaklaşım içinde olduğu, bazı Avrupa ülkelerinin ise göçmenler ile ilişkilerini çok kültürlülük, entegrasyon veya asimilasyon arasında değişen bir çerçevede sürdürdüğü görülmektedir.

Avrupa’daki birçok ülkenin entegrasyon konusunda göçmenlerin kültürel ve sosyal niteliklerini merkeze almak bir kenara, onları görmezlikten gelecek şekilde bir yaklaşım içinde olduğunu söylemek mümkündür. Başka bir deyişle ev sahibi olma avantajı ile birçok Avrupa ülkesi, insan merkezli bir yaklaşım yerine göçün ve göçmenin kâr/zarar hesabı içinde ve kendini güvence altına alma perspektifi ile hareket etmektedir. Bu perspektifin neticesi olarak seçici ve dışlayıcı bir söylem ve uygulama alanı geliştirilmektedir. Avrupa ülkeleri, kendisi dışındaki konu ve topluluklar söz konusu olduğunda bir çok konuda olduğu gibi entegrasyon konusunda da teori-pratik tutarsızlığına ve “ehlileştirme” hastalığına kolaylıkla düşebilmektedir. Yasal mevzuatlardaki düzenlemeler ile gündelik hayatın gerçekliğindeki sorunlar birbirinden oldukça farklılık göstermektedir. Oysa aslında, politik ve yasal söylemlerin ötesinde göçmenlerin kendi dünyalarında karşılığını bulacakları, toplumsal hayatın her alanında ve gündelik hayatın içinde eşit katılım imkanlarının önünü açan bir entegrasyon yaklaşımı vurgulanmalıdır.

 

İndirgemeci bir yaklaşım ile entegrasyon tek taraflı bir süreç olarak görülmemeli, sadece dil öğrenmek, meslek edinmek, belirli sınavları geçmek ve bunun sonucunda oturma izni veya vatandaşlık hakkı almak ile sınırlı görülmemeli; tam tersi bireysel, zihinsel, psikolojik, kültürel/dinî yönleri de olan karmaşık bir süreç olduğu ve insan/hakları boyutunu dikkate almadan, sadece ev sahibi ülke merkezli ve bütüncül olmayan bir entegrasyon yaklaşımının sağlıklı sonuçlar vermeyeceği unutulmamalıdır. Elbette, son yıllarda özellikle sığınmacılara yönelik entegrasyon uygulamalarında Almanya’daki “Biz birlikteyiz” (Alm. “wir sind zusammen”) gibi güzel uygulamalar söz konusu olsa da, hâlâ göçmenlerin psiko-sosyal konumlarını da merkeze alan “eşitlikçilik” ve “karşılıklılık” temeline dayanan temel bir paradigma değişimine ve bu değişimin yerleşmesine ihtiyaç duyulmaktadır.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler