'Filistin'

Uluslararası Hukuk Yine Masada: Filistin Devleti Tanınacak mı?

Fransa’nın Filistin'i tanıma adımına karşılık, İsrail’in aldığı ilhak kararı, uluslararası toplumu tarihî bir tercihle karşı karşıya bırakıyor: Ya normlar işletilecek ya da kurumların meşruiyeti geri dönülmez biçimde bir kez daha zedelenecek.

Fransa’nın Filistin'i tanıma adımına karşılık, İsrail’in aldığı ilhak kararı, uluslararası toplumu tarihî bir tercihle karşı karşıya bırakıyor: Ya normlar işletilecek ya da kurumların meşruiyeti geri dönülmez biçimde bir kez daha zedelenecek.

Bu yazı, Filistin’in hukuki statüsü ve geleceğini şekillendirecek iki kritik gelişmenin kesiştiği bir dönemde kaleme alındı. Bunlardan ilki, Fransa ve Suudi Arabistan’ın eş başkanlığında düzenlenen ve iki devletli çözümü hayata geçirmeyi amaçlayan Uluslararası Barış Konferansı’nın başlatılmasıdır. Bu girişimin, 2025 Eylül’ünde Fransa’nın Filistin Devleti’ni (Ar. دولة فلسطين) resmen tanımasıyla birlikte devam etmesi bekleniyor. İkinci gelişme ise İsrail’in yasama organı Knesset’in hükûmeti işgal altındaki Batı Şeria üzerinde İsrail egemenliğini ilan etmeye ve bu toprakları ilhak etmeye çağıran bir kararı kabul etmesidir.

Filistin’in tanınmasına yönelik hamle ile İsrail’in ilhak politikasının aynı anda hız kazanması, iki devletli çözüm açısından kritik dönüm noktası oluşturuyor. Acaba hukuki ve kurumsal hesap verebilirliği hayata geçirecek gerçek bir küresel dönüşüme mi tanıklık ediyoruz, yoksa sömürgeci oldu bittiler bir kez daha uluslararası adaleti görmezden mi geliyor?

Knesset’teki İlhak Oylaması: “Jus Cogens” Normlarının İhlali

Knesset’in aldığı karar, askeri işgal altındaki topraklarda egemenliği pekiştirmeyi amaçlayan bir devlet politikasını yansıtarak, devletlerin hiçbir koşulda bertaraf edemeyeceği emredici nitelikteki uluslararası hukuk kuralları olan “jus cogens” normlarını açıkça ihlal ediyor. “Emredirici kural” anlamına gelen bu normlar özellikle Birleşmiş Milletler (BM) Anlaşması’nın 2(4). maddesinde yer alan “güç kullanarak toprak edinme yasağını ve halkların kendi kaderini tayin hakkını” güvence altına alıyor.

Knesset’te alınan ilhak kararı her ne kadar teknik olarak bağlayıcı olmasa ve uluslararası hukuk açısından geçersiz sayılsa da önemi İsrail’in ilhaka yönelik resmî politikasını ve devlet niyetini açıkça ortaya koymasında yatıyor. Bu hamle, Doğu Kudüs ve Suriye’ye ait Golan Tepeleri örneklerinde olduğu gibi Batı Şeria’nın İsrail’e kademeli olarak dahil edilmesine zemin hazırlıyor. Böylesi bir karar, devlet sorumluluğu hukuku çerçevesinde açıkça hukuka aykırı eylem niteliği taşıyor.

İlhak Kararı Uluslararası Mahkemeler İçin Delil Niteliği Taşıyor

Uluslararası Adalet Divanının (UAD) 19 Temmuz 2024 tarihli danışma görüşü, İsrail’in Filistin topraklarını (Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze) işgalinin, yerleşimlerin genişletilmesi ve nüfus transferiyle derinleşen, uluslararası hukukun süreklilik arz eden bir ihlali olduğunu teyit etti. UAD, tüm devletlere ve uluslararası örgütlere bu hukuka aykırı işgali tanımamaları ve sona erdirilmesi için etkili önlemler almaları çağrısında bulundu. Ardından BM Genel Kurulu’nun 13 Eylül 2024 tarihli kararı, işgalin sona erdirilmesi için bir yıllık süre (Eylül 2025’e kadar) öngördü. Ancak bu süre yaklaşırken, İsrail’in ilhaka yönelik yasama girişimi yalnızca yükümlülüklerini ihlal etmekle kalmıyor, aynı zamanda uluslararası mahkeme kararına bilinçli meydan okuma niteliği taşıyor.

Knesset’in aldığı karar, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) “Filistin Devleti’ndeki Durum” (ICC-01/18) başlıklı devam eden soruşturması için kritik delil niteliği taşıyabilir. İlhakı onaylamakla İsrail Parlamentosu, Roma Statüsü’nde tanımlanan suçları destekleyen bir devlet politikasını açıkça ortaya koydu. Bu durum özellikle Statü’nün 8(2)(b)(viii) maddesinde yer alan “işgal gücünün kendi sivil nüfusunu işgal altındaki topraklara transfer etmesi” yasağıyla ilgili. Bu adım, İsrail’in kendi yetkililerini soruşturmak veya yargılamak konusundaki isteksizliğini göstererek, tamamlayıcılık ilkesi gereği UCM’nin müdahalesini haklı kılıyor. Bu karar basit bir politik söylem değil, aksine suç kastının (mens rea) ve devlet politikasının kurumsallaşması anlamına geliyor ve UCM’ye üst düzey İsrailli sivil ve askeri yetkilileri yargılamak için güçlü hukuki zemin sunuyor.

Yol Ayrımı: Hesap Verebilirlik mi, Kalıcı Hukuksuzluk mu?

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, eylülde yapılacak BM toplantısında Filistin Devleti’ni tanıyacaklarını açıklaması, Avrupa’nın Filistin politikasında köklü değişime işaret ediyor. Avrupa Birliği bugüne kadar tanımayı müzakerelerin sonucuna bağlamış, bunu bir araç değil, ödül olarak görmüştü. Macron ise bu yaklaşımı tersine çevirerek tanımayı, iki devletli çözümü kurtarmaya yönelik stratejik adım olarak konumlandırdı.

BM Güvenlik Konseyinin daimi üyesi ve AB’nin önde gelen aktörlerinden biri olarak Fransa, sürece dinamo etkisi yapabilir. Bu hamle, Birleşik Krallık gibi kararsız ülkeleri de benzer adımlar atmaya teşvik edebilir. Ancak bu devletler, sembolik jestlerle yetinmeyip bunları yerleşimci kuruluşlara yönelik yaptırımlar, ilhak yanlılarının diplomatik izolasyonu, ekonomik boykot, silah ambargosu ve Filistin’in devlet inşasına destek gibi somut önlemlere dönüştürmelidir. Diplomatik tanıma, yasama yoluyla ilhakın karşısında bir denge unsuru olacaksa mutlaka onu etkisiz kılacak güçlü tedbirlerle desteklenmelidir.

Tanıma ile ilhak arasındaki bu keskin gerilim, İsrail-Filistin çatışmasının bir sonraki safhasını şekillendirecek temel unsur hâline geliyor. BM Genel Kurulu tarafından eylül ayı için konulan süre dolmaya yaklaşırken, İsrail’in hızlanan ilhak hamleleri artık yalnızca kınamalarla geçiştirilemez. Uluslararası hukuk, devletlere ilhakı tanımama, hedefli yaptırımlar uygulama, silah ambargosu ve ticaret kısıtlamaları getirme, ayrıca cezai yargı mekanizmalarını devreye sokma yükümlülüğü yüklüyor.

Knesset’in kararı, İsrail’in işgalini yıllardır “geçici bir durum” olarak meşrulaştırmak için başvurduğu hukuki belirsizliği ortadan kaldırdı. Artık uluslararası toplumun önünde net bir tercih var; ya uluslararası normları hayata geçirerek gerçek anlamda harekete geçecek ya da ilhakın normalleşmesiyle birlikte uluslararası meşruiyetin giderek aşınmasını izleyecek. Tarih, siyasi irade olduğunda uluslararası hukukun etkili bir araç olabildiğini gösteriyor. Güney Afrika’daki apartheid karşıtı mücadele, tanımama, yaptırımlar ve hukuki girişimlerle kökleşmiş rejimlerin yıkılabileceğini kanıtladı. Filistin meselesi de bugün benzer bir sınav anlamına geliyor; tanıma ile ilhak arasındaki bu gerilim, uluslararası meşruiyetin geleceğini belirleyecek.

*Bu yazı Anadolu Ajansı’nın analiz metni olarak yayımlanmıştır. Makalelerdeki fikirler, yazarına aittir ve Perspektif’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.​​​​​

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

Mutaz M. Qafisheh

Mutaz M. Qafisheh, Hebron Üniversitesi’nde Uluslararası Hukuk Profesörüdür

Yazarın diğer yazıları

Mazen Zaro

Mazen Haro, Hebron Üniversitesinden mezun bir uluslararası hukuk araştırmacısıdır. The Palestinian American Research Center (PARC) tarafından verilen Gerner Ödülü’ne sahip olan Haro, Hebron Üniversitesi Hukuk Laboratuvarı bünyesinde çalışmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler