“İsrail’in Hafıza Suikastı Sadece Gazze’yi Değil, Kendisini de Yok Ediyor”
Bir yanda un için 22 dolar ödeyen ya da açlıktan ölen çocuklar, diğer yanda İsrail buldozerlerinin yerle bir ettiği mahalleler. Gazze’nin yıkımı yalnızca insanlara değil, binlerce yıllık kültürel mirasa da yönelmiş sistematik bir saldırı. Filistinsiz bir “boş arazi” yaratma planı, açlık ve molozların üzerine inşa ediliyor.

İsrail, kitlesel açlık dâhil, Filistinlilere yönelik Nazi benzeri vahşetler listesini tamamlarken, şimdi de dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Gazze’nin yıkımına hazırlanıyor. Ağır inşaat makineleri ve devasa zırhlı buldozerler yüzlerce ağır hasar almış binayı yerle bir ediyor. Çimento kamyonları tünelleri doldurmak için beton üretiyor. İsrail tankları ve savaş uçakları mahalleleri bombalayarak, hâlâ şehir harabelerinde kalan Filistinlileri güneye sürüyor.
İsrail tankları ilerlerken, Filistinliler kaçıyor; Sabra ve Tuffah gibi mahalleler sakinlerinden “arındırılıyor.” Temiz su neredeyse yok, İsrail kuzey Gazze’de suyu tamamen kesmeyi planlıyor. Gıda ya kıt ya da fahiş fiyatlı. Bir kilo unun bedeli ya 22 dolar ya da hayatınız. Dünya gıda güvensizliği konusunda en yetkin otorite olan Entegre Gıda Güvenliği Aşama Sınıflandırması (IPC) tarafından Cuma günü yayımlanan bir rapor, ilk kez Gazze’de kıtlığı doğruladı. Rapora göre Gazze’de 500 binden fazla insan “açlık, sefalet ve ölüm” ile karşı karşıya ve “felaket koşullarının” gelecek ay Deyr el-Belah ve Han Yunus’a yayılması bekleniyor. Şu ana kadar Gazze’de 112’si çocuk olmak üzere yaklaşık 300 kişi açlıktan öldü.
Avrupa liderleri, Joe Biden ve Donald Trump bize Holokost’un asıl dersini hatırlatıyor: “Bir daha asla” değil, “Umurumuzda değil.” Soykırımda tam ortaklar. Kimileri ellerini ovuşturup “dehşete düştük” veya “üzüldük” diyor. Kimileri İsrail’in planlı aç bırakma politikasını kınıyor. Birkaçı ise Filistin devletini tanıyacaklarını söylüyor.
Bu, soykırım sona erdiğinde, Batılı liderlerin tarihin doğru tarafında durduklarını iddia edebilmeleri için oynanan bir Kabuki tiyatrosu. Oysa onlar, soykırımcıları silahlandırıp finanse ederken, katliamı kınayanları taciz ediyor, susturuyor ya da kriminalize ediyorlardı.
İsrail, Gazze’yi işgalden söz ediyor. Oysa bu bir aldatmaca. Gazze işgal edilmeyecek. Yok edilecek. Silinecek. Yeryüzünden kazınacak. Geriye, zahmetle taşınacak moloz yığınlarından başka hiçbir şey kalmayacak. Filistinsiz bir ay manzarasını andıran bu alan, yeni Yahudi yerleşimleri için temel olacak.
İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, işgal altındaki Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinin artırılması için yapılan bir konferansta, “Gazze tamamen yok edilecek, siviller… Hamas ya da terörün olmadığı insani bir bölgeye, güneye gönderilecek ve oradan büyük sayılarda üçüncü ülkelere gitmeye başlayacaklar.” dedi.
”Gazze’nin Yıkımı Sadece Filistin Halkına Karşı İşlenmiş Bir Suç Değil”
Gazze’de yaşadığım dönemde bana tanıdık olan her şey artık yok. Gazze şehir merkezindeki ofisim… Ahmed Abd el Aziz Caddesi’ndeki Marna pansiyonu… İşten sonra sahibi Safed’den (Kuzey Celile) mülteci olmuş yaşlı kadınla çay içtiğim yer… Uğradığım kahvehaneler… Sahildeki küçük kafeler… Arkadaşlarım ve meslektaşlarım… Ya sürgünde ya ölmüş ya da çoğunlukla yok olmuş birkaçı hariç çoğu tanıdığım kuşkusuz moloz yığınlarının altında gömülü.
Marna House’a son ziyaretimde oda anahtarını (12 numara) geri vermeyi unutmuştum. Anahtarın üzerinde “Marna House Gaza” yazılı büyük plastik bir oval parça vardı. Bu anahtar hâlâ masamda duruyor.
Gazze Eski Şehir’de 13. yüzyılda Memlük Sultanı Baybars tarafından inşa edilmiş, birbirine bakan iki aslan rölyefiyle bilinen görkemli Kasr el-Başa Kalesi artık yok. Aynı şekilde, giriş kapısının üzerindeki kitabelerden anlaşıldığı üzere 1387-1388 yıllarında yapılan Memlük dönemi Berkuk Kalesi de yok. Bu kalenin ana kapısındaki süslü Arapça hat yazısında şöyle yazardı:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’ın mescitleri, düzenli namazı kılan, düzenli sadaka veren ve yalnızca Allah’tan korkan kimselerce imar edilir.”
Gazze’deki Büyük Ömer Camii, antik Roma mezarlığı ve Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’ndan 3.000’den fazla İngiliz ve Commonwealth askerinin gömülü olduğu savaş mezarlığı da üniversiteler, arşivler, hastaneler, camiler, kiliseler, evler ve apartman bloklarıyla birlikte bombalanıp yok edildi. M.Ö. 1100’e uzanan ve Babilli, Pers, Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı gemilerine liman olmuş Anthedon Limanı da harabe hâlinde.
Gazze’nin en büyük ve en eski camisi olan Büyük Ömer Camii’ne giderken ayakkabılarımı girişteki rafa bırakırdım. Ortak musluklarda ellerimi, yüzümü ve ayaklarımı yıkar, yani namaz öncesi abdest alırdım. Mavi halılarla kaplı sessiz iç mekâna girdiğimde Gazze’nin kakofonisi, gürültüsü, tozu, dumanı ve telaşlı temposu kaybolurdu.
Gazze Hafızasına Karşı Siyonizmin Mitleri
Gazze’nin yıkımı yalnızca Filistin halkına karşı işlenen bir suç değil. Aynı zamanda kültürel ve tarihsel mirasımıza karşı işlenmiş bir suç. Bu aynı zamanda hafızaya yönelik bir saldırı. Geçmişi anlamadan, özellikle Filistinliler ve İsrailliler hakkında haber yaparken bugünü anlayamayız.
Tarih İsrail için ölümcül bir tehdittir. Arap dünyasında Avrupalı bir koloninin zorla dayatılmasını açığa çıkarır. Bir Arap ülkesini Araplaştırmaktan arındırma kampanyasını gözler önüne serer. Araplara, kültürlerine ve geleneklerine yönelik ırkçılığı ortaya çıkarır. Eski İsrail başbakanı Ehud Barak’ın söylediği gibi Siyonistlerin “orman ortasında bir villa” inşa ettikleri mitini sorgular. Filistin’in yalnızca Yahudilere ait bir vatan olduğu yalanıyla alay eder. Filistinlilerin yüzyıllardır süren varlığını hatırlatır. Ve çalınmış topraklara ekilmiş yabancı bir kültür olan Siyonizmin gerçekliğini gözler önüne serer.
Bosna’daki soykırımı izlerken, Sırplar camileri havaya uçurmuş, kalıntıları taşımış ve yıktıkları yapılardan bahsetmeyi yasaklamışlardı. Gazze’deki amaç da aynı: Geçmişi yok etmek ve onun yerine miti koymak, İsrail’in soykırım da dâhil suçlarını maskelemek.
Bu yok etme kampanyası, entelektüel sorgulamayı sürgün ediyor ve tarihin tarafsızca incelenmesini engelliyor. Büyüsel düşünceyi yüceltiyor. 1920’lerde Filistin topraklarının gaspından 1948 ve 1967’deki büyük etnik temizlik kampanyalarına kadar İsraillilerin, Siyonist projenin özünde yatan şiddeti yok saymasına izin veriyor.
İsrail hükûmeti, Filistinlilerin yas günü olan Nakba’yı anmalarını yasaklıyor. 1948’de Yahudi terörist milisler tarafından gerçekleştirilen katliamları ve 750.000 Filistinlinin sürülmesini hatırlamak isteyen Filistinlilere bu yüzden izin verilmiyor. Filistinlilerin kendi bayraklarını taşımaları bile engelleniyor.
Tarihsel hakikat ve kimliğin bu inkârı, İsraillilerin sonsuz kurban rolüne sığınmasına imkân tanıyor. Uydurulmuş bir geçmişe körü körüne bağlılığı besliyor. Bu yalanlarla yüzleşmek, varoluşsal bir krizi tetikliyor. Onları kim olduklarını sorgulamaya zorluyor. Çoğu ise illüzyonun konforunu tercih ediyor. Zira inanma arzusu, görme arzusundan daha güçlü.
Hafızayı silmek, toplumu katılaştırır. Geçmişi ve bugünü irdelemek isteyen akademisyen, gazeteci, tarihçi, sanatçı ve entelektüellerin çalışmalarını engeller. Katılaşmış toplumlar gerçeğe karşı sürekli savaş yürütür. Yalanlar ve sahte anlatılar sürekli tazelenmek zorundadır. Hakikat tehlikelidir. Bir kez ortaya çıktı mı yok edilemez.
Gerçek gizlendiği, hakikati arayanlar susturulduğu sürece bir toplumun kendini yenilemesi ve reform etmesi imkânsızdır. Trump yönetimi İsrail ile aynı çizgide. O da miti gerçeğin önüne koyuyor. O da geçmişin ve bugünün yalanlarını sorgulayanları susturuyor.
Katılaşmış toplumlar kendi dar çevreleri dışında kimseyle iletişim kuramaz. Doğrulanabilir gerçeği, yani rasyonel diyaloğun temelini reddederler. Bu anlayış Güney Afrika’nın Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun merkezindeydi. Apartheid rejiminin vahşetini işleyenler, bağışıklık karşılığında suçlarını itiraf ettiler. Bunu yaparak kurbanlara ve faillere tarihsel hakikate dayalı ortak bir dil verdiler. Ancak o zaman iyileşme mümkün oldu.
İsrail sadece Gazze’yi yok etmiyor. Kendi kendini de yok ediyor.