Dosya: "Doğum"

Hazal Deutschmann: “Doğum Desteği, Kadının İhtiyaçlarını Görmektir”

Almanya’da yaşayan Hazal Deutschmann, kendisini bir “doğum okur-yazarı” olarak tanımlıyor. Doğum ve ebelerin rolü ile ilgili bilgilendirici paylaşımlar yapan Deutschmann ile doğum hakkında yanlış bilinenleri, ebelik tecrübesini, Almanya’daki ebelik krizini ve Türkiye-Almanya sağlık sistemleri arasındaki farkları konuştuk.

Temel bir soruyla başlamak isterim: Sizce doğumla ve ebelikle ilgili neyi yanlış biliyoruz?

Doğumun çok tehlikeli olduğunu düşünüyoruz. Sanırım en büyük yanlış da bu. Doğum aslında fizyolojik bir süreç ama doğumun görselleştirildiği sinema ve televizyonda hep bir acil durum, bir sıkıntı, yolunda gitmeyen bir şeyler sunuluyor genelde. Aslında öyle değil. Bir kadın hamile kalıyor, gebelik ilerliyor ve en sonunda da doğum gerçekleşiyor. Bu aslında bir ebenin, bir doktorun dahli olmadan da ilerleyebilecek bir süreç. Tabii ki ebeler ve doktorlar dahil olduğunda, yolunda gitmeyen bir şey varsa bunu fark edip buna göre bir şeyler yapabiliyorlar. Ama bu onlar olmadan gebelik ve doğum olmaz demek değil. Sanırım bunu unutuyoruz. Sanki ebe ya da doktor olmazsa o gebelik ilerleyemez, o doğum düzgün gerçekleşemez gibi bir algımız var.

Siz gerçek doğum desteğinin zor bir zanaat olduğunu söylüyorsunuz. Bu zanaat nedir tam olarak?

Doğuma dair aslında üç kişiden bahsedebiliriz. Profesyonel olarak doğuma destek olan ebeler, doktorlar ve yeni yeni popülerleşen “doulalar” var. Bunlar profesyonel olarak doğuma destek olan kişiler. Ebe ve doktor tabii ki sağlık açısından doğuma destek oluyorlar. Doulalar daha psikolojik açıdan doğuma destek oluyorlar. Bunun yanında gebenin ailesi, eşi, dostu doğumda aktif olarak ona destek olabiliyor.

Şimdiye kadar obstetri, yani doğum biliminin tarihsel gelişiminde ilk gördüğümüz şey, aktif rol üstlenen ebelerdi. Doğum pratiklerinin tarihinde kadın doğum doktoru gibi bir mefhum yoktu. Yavaş yavaş doktorlar doğum alanında aktif olmaya başladılar. İlk hastanelerde doğum doktorların sürekli müdahale edilmesi gereken bir şey olarak görüldü. Oysa bizim için asıl zanaat, gerçekten müdahale edilmesi gereken yeri görüp orada müdahale edebilmek ve oraya kadar da kendimizi durdurabilmek. Yani kendimizi geri plana atabilmek ve kadını ön planda tutarak onun ihtiyaçlarını görebilmek.

Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde doğumun bir “hastalık” olmadığı gerçeğinden hareketle hastane yerine doğum evlerinde gerçekleşmesi gerektiğini savunanlar var. Doğumun tıbben kontrol edilmesi gerektiğini düşünen yaklaşım ile tabii bir süreç olarak gözlemleyen yaklaşım arasındaki farklara dair ne düşünüyorsunuz?

Almanya ve Türkiye arasında kesinlikle doğuma yaklaşım açısından bir fark var. Almanya’daki yaklaşımı Türkiye’dekinden daha doğala yakın olarak görmek mümkün olsa da Almanya’da sezaryen oranları da yüzde 30’un üzerine çıkmış durumda. Müdahaleli doğumlar elbette Almanya’da da var. Çünkü sezaryen dışında vakumla ya da forcepsle yardımcı olunan doğumlar mevcut. Epizyotemi, doğum kesesi dediğimiz uygulama Almanya’da da var.

Bir yandan şöyle bir ekol var: “Doğum kesinlikle çok tehlikelidir. Sadece hastanede, sürekli takip altında gerçekleşmelidir. Bebeğin kalp atışları, annenin durumu, açılma düzenli olarak kontrol edilmelidir.” Bir yandan da gittikçe üzerine konuşulmaya başlanan yalnız doğum ya da özgür doğum var. “Hayır doğum tamamen güvenlidir. Ben evde ne ebe ne doktor olmadan kendi başıma doğum yapacağım. Benim bu insanlara ihtiyacım yok. Çünkü doğum fizyolojik bir süreç. Ben hastanedeki müdahalelerin tehlikesinden kaçınmak için evde tek başıma doğum yapmak istiyorum.” diyen bir ekol yavaş yavaş gelişmeye başladı.

Doğumu gerçekleştiren kişi kadın. Ebeler orada olsa da olmasa da o doğumu muhtemelen o şekilde kadın gerçekleştirebilecek. Buna rağmen yüzde 3 ila 5 oranında müdahale gerektiren vakalar da oluyor ve bunu önceden kestirmek çok zor. Çok riskli görülen bir gebelik sorunsuz tamamlanabilirken, düşük riskli görülen bir gebelikte doğum sırasında acil müdahale gerekebiliyor. Bunu öngörmek mümkün değil ve biz de böyle riskler üzerinden gidiyoruz. Ben bir ebe olarak gebeye destek olmak, acil bir durum olduğunda müdahale etmek için oradayım.

Bu nedenle de mesela Almanya’da “doğum evleri” var. Doğum evi bir grup ebenin bir araya gelip oluşturduğu bir mekân oluyor ve orada çoğu zaman doktorlar çalışmıyor. Bu doğum evlerinde belli kriterler söz konusu. Örneğin gebenin 37. ve 42. haftalar arasında insülin kullanmamış olması gerekiyor ya da makat geliş doğumlar kabul edilmiyor gibi… Bu kriterlere uyan kadınlar için evde ya da doğum evinde gerçekleşen doğumlar sigorta tarafından da karşılanıyor. Yani devlet tarafından bu doğumlar destekleniyor. Bu konuda talep de artıyor. Almanya’da ayrıca “ebe yönetiminde doğumhane” konsepti de mevcut. Burada kadın hastanedeki doğumhaneye geldiğinde yalnızca ebe desteği istediğini belirtebiliyor. Bu durumda doğum sürecine doktor hiç katılmıyor; ancak acil bir durum olursa ebe doktoru çağırıyor.

Almanya’daki çoğu doğumda doktor değil, ebeler aktif. Tabii ki doktorun müdahale etmesi gereken bir durum varsa doktor aktif rol üstleniyor. Fakat prensip olarak bir kadının, “Ben sadece ebe yardımıyla doğum yapmak istiyorum.” demesi mümkün.

Almanya’da beni etkileyen tecrübelerimden biri şu oldu: Okula başlamadan önceki zorunlu doğumhane stajımızdan önce doğumlarla ilgili çok okuma yapmamıştım. Doğumhanedeki doğumlar bana güzel geliyordu. Çünkü kadınlar genelde dinleniyor, farklı pozisyonlarda doğum yapabiliyorlar, ebeler ilgileniyor, hastaneler o kadar yoğun değildi.

Sonra, sadece ebelerin çalıştığı bir doğum evinde staj yaptım ve orada benim doğuma bakışım tamamen değişti. Oradaki doğumları gördüğümde doğuma aşık oldum. Orada bulunan herkesin gebenin ihtiyaçlarını karşılamak için seferber olması ve sürecin müdahalesiz ilerlemesi beni çok etkiledi.

Almanya’da ve Türkiye’de doğum politikaları arasında obstetrik hekimliğe yaklaşım ve anneye yaklaşım açısından nasıl farklar var?

Benim gördüğüm en temel farklardan biri ebenin rolü sağlık sisteminde. Almanya’da ebe fizyolojik doğumun uzmanı olarak kabul ediliyor. Bir kadın doğumhaneye geldiğinde genelde sadece ebeyi görüyor. Ultrason yapılacaksa bunu doktor yapıyor. Bunun dışında tek muhatabı ebe.

Bir diğer fark sağlığın özelleştirilmesi. Türkiye’de çok büyük bir özel sağlık sektörü var. Çok fazla özel hastaneler ve klinikler var. Almanya’da böyle bir durum yok. En zengin kadın da, sağlık sigortası olmayan bir kadın da yan yana aynı doğumhanede, yan yana odalarda aynı kalitede doğum yapabiliyorlar. Bu Türkiye’de maalesef pek mümkün değil. Parası olanlar suda doğum, sezaryen sonrası vajinal doğum ya da farklı doğum pozisyonları gibi hizmetlere erişebiliyor. Ama parası olmayanın hiçbir seçeneği yok.

Almanya’da özellikle göç kökenli kadınların doğum tecrübesi diğerlerine göre nasıl farklılaşıyor?

Gördüğüm en önemli fark özellikle yeni gelen insanlarda Almanca iletişim problemi. Bunu çözmek kolay değil çünkü doğumhanede aynı anda bir sürü gebe olabiliyor ve hepsiyle ebelerin ilgilenmesi gerekiyor. Eğer konuşamıyorsanız bir kadına güven bağını kuracak bir destek vermek çok kolay bir şey değil.

Bunun dışında bir de ön yargılar var. Mesela benim kendi kulaklarımla duyduğum “Morbus mediterraneus” yani “Akdeniz hastalığı” diye adlandırılan bir önyargı var. Bu inanışa göre Orta Doğu’dan gelen kadınların acıya daha dayanıksız olduğu ve sürekli ağrı kesici talep ettiği, doğum sırasında ağrılarını olduğundan fazla dramatize ettikleri için epidural talep ettikleri gibi bir ön yargı var. Ben Almanya’da bir hemşirenin bunu söylediğini bizzat duydum. Oysa ben ilk sancıyla birlikte epidural isteyen bir sürü Alman kadın da gördüm, son ana kadar hiçbir şekilde ağrı kesici istemeyen Türkiye’den gelmiş kadınları da gördüm. Böylesi tanımlamalar insanların ön yargılarıyla ilgili.

Birçok ülkede doğumda şiddet vakaları gündeme geliyor. Nedir doğumda şiddet? Almanya’da genelde nasıl gerçekleşiyor?

Doğum sırasında kadının isteklerinin göz ardı edilmesi, kadına söz hakkı verilmemesi, kadının kendi bedeniyle ilgili karar alamaması, ondan izin almadan ona müdahale edilmesi, yalnız bırakılması gibi durumlarda doğumda şiddetten bahsedebiliriz. Doğumda şiddet denildiğinde insanlar genelde fiziksel şiddet düşünüyor, fakat bu şiddetin fiziksel olması gerekmiyor. Kadını doğumhanede yalnız bırakmak da şiddet. Kadının talep ettiği desteğin engellenmesi de şiddet.

Almanya’da yapılan çalışmalar ülkedeki her üç kadından birinin doğumda travmatik şeyler yaşadığını ortaya koyuyor. Ülkede “obstetrik şiddet” bilinen bir kavram. Bu televizyon programlarında, gazetelerde, tirajı yüksek gazetelerde işlenen bir konu. Örneğin gebenin doğumhanede yalnız bırakılması, hastanedeki yoğunluk nedeniyle sistemsel bir problem olarak görülebilir. Fakat “şiddet” dediğimizde ebenin vakti olmasına ve gebenin o desteğe ihtiyaç duymasına rağmen ebenin orada olmamasından bahsediyoruz.

Ayrıca gebenin karnına baskı uygulanması bazı yerlerde hâlâ yaygın olarak uygulanıyor. Bir hastanede neredeyse hiç uygulanmazken, başka bir hastanede 5 doğumdan belki birinde uygulanabiliyor. Doğumdan sonra ya da doğum sırasında kadın ağrı kesici yöntemler talep ederken bunun dikkate alınmamasını da şiddet olarak değerlendirebiliriz.

Almanya’da ebelik mesleği şu an birçok açıdan krizle karşı karşıya. Ebelerin sayısı azalıyor. Sizin gözlemlerinize göre bu krizin nedenleri ya da çıkış yolları nelerdir?

Almanya’da çok ciddi bir ebe eksiği var. Ebelik bölümünden mezun olup ebe olarak çalışmaya başlayanların çoğu mesleğe girdikten sonra ebelik yapmayı bırakıyor.

Ebelikte vardiyalı çalışıyorsunuz ve çok ciddi bir sorumluluk alıyorsunuz. Türkiye’de belki çok yaygın değil ama Almanya’da ebelere de malpraktis davası açılabiliyor. Ebeler yaptıkları ya da yapmadıkları şeyler nedeniyle ceza alabiliyorlar. Bu sadece ceza almakla alakalı da değil. Mesleki uzmanlığınız esnasında birinin başına bir şey geldiğini bilmek bile zaten çok ciddi bir yük. Vardiyalı çalışıp fazla mesai yapıp bu kadar sorumluluk alıp sonucunda cüzi bir ücretle hayat geçindirmeye çalışmak… Birçok insan bir süre sonra “Ben bu işte yokum” diyorlar ya da daha az sürelerde çalışıyorlar.

Hastaneler doğumhanede hizmetlerinde çok da fazla para kazanmıyorlar. Bu nedenle de doğumhaneye yeterince ebe almıyor; almak istediklerinde de çoğu zaman ebe bulamıyorlar. Ebe maaşlarının iyileştirilmesi için ise kayda değer adımlar atılmıyor. Siyaset her gebeye bir ebenin birebir bakım sağlaması gerektiğini bilse de genelde hükûmetler doğum politikalarını arka plana atıyor.

admin

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini sürdürmektedir. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ulusaşırı Türk toplulukları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler