'Gazze Şeridi'

Diplomasi ve Gerçeklik Arasında: Tanıma Kararı Filistin İçin Neyi Değiştirecek?

BM Genel Kurulu öncesinde Fransa, İngiltere ve Kanada gibi ülkelerden gelen Filistin Devleti'ni tanıma kararları tarihî bir dönemeç olarak görülüyor. Ancak uzmanlara göre sahadaki işgal, Batı Şeria’daki yerleşimler ve Gazze’ye yönelik artan İsrail saldırıları, bu adımların gerçek etkisini tartışmalı kılıyor.

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, video kaydı yoluyla BM'ye hitap ederken. 22 Eylül 2025. Fotoğraf: UN Photo Digital Asset Management System.

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 80. oturumu, Filistin meselesinde uzun zamandır görülmemiş bir diplomatik hareketliliğe sahne oldu. Oturum başladığı 22 Eylül’de ve öncesindeki günlerde İngiltere, Kanada, Avustralya ve Portekiz’in ardından Fransa da Filistin Devleti’ni (دولة فلسطين) tanıdığını açıkladı. Belçika, Lüksemburg, Malta, Monako ve Andorra gibi ülkeler de aynı yönde karar aldı.

Böylece Filistin’i tanıyan BM üyesi ülke sayısı 150’yi aşarak küresel düzeyde yaklaşık yüzde 80’e ulaştı. Ancak Filistin açısından tarihî öneme sahip olduğu ifade edilen bu sürecin en büyük ironisi, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın New York’a gelmesinin engellenmesi oldu. ABD, Abbas’a ve heyetine vize vermeyerek katılımını engelledi. Filistin lideri, devletinin kaderi açısından kritik görülen oturuma yalnızca video mesajıyla katılabildi.

Filistin Devlet Başkanı Abbas: “Barışa Giden Yolda Gerekli Adım”

Abbas, Fransa ve Suudi Arabistan öncülüğünde düzenlenen “İki Devletli Çözüm” konulu uluslararası konferansta yaptığı konuşmada tanıma kararlarını memnuniyetle karşıladı: “Bu tanımalar, uluslararası meşruiyet kararlarına uygun olarak, adil ve kalıcı barışın sağlanması yolunda önemli ve gerekli bir adımı teşkil ediyor.”

Filistin lideri, Gazze’nin yönetim ve güvenliği konusunda tek yetkili merciinin Filistin Devleti olduğunu vurguladı, Hamas’ın bu süreçte rol alamayacağını belirtti. Abbas ayrıca, ateşkes, insani yardım, esir takası ve İsrail’in Gazze’den çekilmesi konularını öncelikli hedef olarak sıraladı.

“Filistin halkının kendi kaderini tayin etme, özgürlüğüne kavuşma ve bağımsızlığını gerçekleştirme hakkının bu şekilde tanınması, iki devletli çözümün hayata geçirilmesinin önünü açacağına” işaret eden Abbas, böylece Filistin Devleti’nin İsrail’in yanında “güvenli, barış ve iyi komşuluk içinde yaşayacağını” kaydetti.

Liderlerin Açıklamaları

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, BM kürsüsünden “Artık bekleyemeyiz” diyerek ülkesinin Filistin’i resmen tanıdığını ilan etti. Kararın İsrail’in güvenliğini tehdit etmediğini, aksine barışı güçlendireceğini söyledi. İngiltere Başbakanı Keir Starmer da adımı “iki devletli çözüm ihtimalini canlı tutma” gerekçesiyle savundu.

Kanada Başbakanı Mark Carney ve Avustralya Başbakanı Anthony Albanese benzer açıklamalar yaparken, özellikle İngiltere’nin adımı sembolik önem taşıdı: 1917’deki Balfour Deklarasyonu’yla İsrail’in kuruluş sürecinde kilit rol oynamış olan Londra, 100 yılı aşkın bir sürenin ardından ilk kez Filistin’i devlet olarak tanıdı.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, tanıma kararlarını “teröre verilen büyük bir ödül” olarak niteledi ve “Batı Şeria’da bir Filistin devleti kurulmayacak” dedi. İsrail’in BM Daimî Temsilcisi Danny Danon ise konferansı “bir tiyatro” olarak küçümsedi. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ise bu eleştirilere karşılık verdi: “Filistinlilerin devlet kurmasıbir ödül değil, haktır.”

“Kamuoyu Baskısıyla, Gecikmeyle Alınmış Kararlar”

Tanıma kararları, Batı’nın İsrail’e koşulsuz desteğinde bir kırılmaya işaret etse de uzmanlar bu adımların “çok az ve çok geç” olduğunda hemfikir. The Guardian yazarı Nesrine Malik’e göre Batılı liderler, iki yıldır süren yıkım ve on binlerce can kaybı karşısında kamuoyunun baskısı altında bir hamle yapmak zorunda kaldılar. Ancak bu hamle, sahada tek bir Filistinlinin yaşamını değiştirmediği için daha çok yüz kurtarıcı bir jest olarak görülüyor.

Al Jazeera’ye konuşan, Doha Institute’ten Mohamad Elmasry de benzer bir noktaya işaret ederek bu kararların esasen Batı ülkelerinin hükûmetlerinin “bir şey yapmadan bir şey yapmış gibi görünme” yolu olduğunu söylüyor. Özellikle Avrupa’da artan kitlesel protestolar, hükûmetler üzerinde ciddi bir toplumsal baskı yaratmış durumda. Dolayısıyla tanıma, hem içeride seçmenleri yatıştırmak hem de uluslararası alanda İsrail’in yanında görünmemenin bir yolu olarak değerlendiriliyor.

Rida Abu Rass gibi Filistinli akademisyenler ise tanımaların önemini, İsrail’in diplomatik yalnızlaşması üzerinden yorumluyor: ABD’nin en yakın müttefikleri, bugüne kadar tanımayı hep nihai bir anlaşma sonrasına ertelemişti. Şimdi ise “safları bozarak” bu adımı attılar ve İsrail daha da yalnızlaştı. Abu Rass’a göre bu, sembolik olsa da önemli bir gelişme.

“Tanıma Kararları Yetersiz Olsa da İki Devletli Çözüm İçin Vazgeçilemez”

Tanıma kararlarının sahadaki etkisinin sınırlı olduğuna dair şüpheler de yoğun. Kararı yine Al Jazeera’ya yorumlayan araştırmacı Chris Osieck, etkili olabilmesi için “silah ambargosu, yaptırımlar ve insani koridorlar” gibi somut önlemlerle desteklenmesi gerektiğini vurguluyor. Aksi hâlde bu adımlar umut verici ama sonuçsuz kalacak.

Le Monde gazetesi ise, tanıma kararının Gazze’deki insani krize bir çözüm sağlamak adına yetersiz olsa da BM’nin iki devletli çözüm projesi açısından vazgeçilemez bir gereklilik olduğuna dikkat çekiyor:

“İki halka birden verilmiş bu mesaj, acılı tarihi içinde hapsolmuş olan güçlü tarafı mutlak kudret yanılsamasından kurtarma ve Gazze ile Batı Şeria’da sürekli bundan mustarip vaziyette yaşayanlara umut aşılama gayesini taşıyor. … Bu hamlenin somut sınırları ise, Donald Trump’ın körü körüne desteklediği Benjamin Netanyahu’nun uzlaşmaz tutumuna tosluyor. Ancak bugün olanlar karşısında durup beklemek, çaresizliği ilan etmek demektir. … Tanıma elbette barışı sağlamaya yetmeyecek. … Ancak bundan vazgeçmek, iki devletli çözüm seçeneğinin yok oluşunu hızlandırır ve sonu gelmeyen bir savaşı garanti eder.”

Bir başka önemli nokta da bu kararların, Filistin’in BM’de tam üyelik kazanmasına doğrudan kapı açmaması. Çünkü bu adım Güvenlik Konseyi’nin onayını gerektiriyor ve ABD’nin veto ihtimali tüm süreci kilitliyor. Abu Rass, bu yüzden “Tanıma kararı, Filistin’e yeni bir BM statüsü kazandırmıyor. Ama yine de İsrail üzerindeki baskıyı artırma potansiyeli taşıyor” diyor.

Filistin’in BM Üyeliğini ABD Engelliyor

Bugün itibarıyla 193 BM üyesinden 151’i Filistin’i tanıyor. Ancak BM’ye tam üyelik için Güvenlik Konseyi onayı şart. ABD’nin veto hakkını kullanması bekleniyor. Bu da tanıma kararlarının hemen kurumsal sonuç doğurmasını engelliyor. Yine de tanıyan ülkelerde diplomatik temsilcilikler elçilik seviyesine çıkıyor; Filistin’in uluslararası anlaşmalara taraf olması kolaylaşıyor. Bu yönüyle tanıma, Filistin’in devlet statüsünü güçlendiren bir adım.

Ancak SOAS Londra Üniversitesinden Prof. Gilbert Achcar’a göre -ABD vetosunun kalkması durumunda- Filistin’in gelecekte BM’ye tam üye olması da sembolik bir zafer olarak kalabilir. Achcar, “güçsüz bir Filistin Yönetimi” ve işgal edilen bölgelerin varlığı altında “bağımsız ve egemen bir Filistin devletinin hâlâ çok uzak bir ihtimal olacağını” belirtiyor.

Diplomatik ivmeye rağmen sahadaki tablo karamsarlığını koruyor. İsrail Batı Şeria’daki yerleşimleri hızla genişletiyor, aşırı sağcı bakanlar açıkça ilhak çağrıları yapıyor. Gazze’de savaş ikinci yılına yaklaşırken, ölü sayısı 65 bini ve yaralı sayısı 166 bini aşmış durumda. Birleşmiş Milletler verileri, ölen insanların üçte ikisinden fazlasının kadın ve çocuk olduğunu gösteriyor.

Tanıma Kararının Batı Şeria ve Yerleşimler Açısından Anlamı

Filistin’i tanıyan ülkelerin kararları, en somut etkisini Batı Şeria’daki yerleşim tartışmalarında gösteriyor. Uluslararası hukuk, özellikle 4. Cenevre Sözleşmesi uyarınca bu yerleşimleri açıkça gayrimeşru kabul ediyor. Dolayısıyla Filistin’i devlet olarak tanımak, Batı Şeria’nın statüsünü Filistin egemenliği altında teyit etmek anlamına geliyor. Bu açıdan her yeni tanıma, İsrail’in yerleşim politikasına karşı verilen diplomatik bir red beyanı niteliği taşıyor.

Fakat sahada gerçeklik farklı ilerliyor. İsrail hükûmeti yerleşim inşaatlarını hızla sürdürüyor ve bunu açıkça ilhak siyasetiyle temellendiriyor. Aşırı sağcı bakanlar Batı Şeria’nın yüzde 80’inin İsrail’e katılması gerektiğini dile getiriyor; Başbakan Benjamin Netanyahu da bu çıkışları destekliyor. Yerleşimlerin yayılması, Filistin topraklarını parçalara bölerek iki devletli çözümün fiilen uygulanmasını her geçen gün daha da imkânsız kılıyor.

Uzmanlara göre, Batı Şeria’daki ilhak girişimlerine karşı bir diplomatik bariyer oluşturuyor; ancak bu bariyer sahada yükselen duvarları, yeni yerleşimleri ve sürekli genişleyen işgal düzenini durdurmadığı sürece “kâğıt üzerinde” kalma riski taşıyor. Boğaziçi Üniversitesi’nden Hasan Basri Bülbül şu tespiti yapıyor: “Tanımalar Filistin’in uluslararası meşruiyetini pekiştiriyor ama işgali durdurmaya yetmiyor. İsrail’in Batı Şeria’daki fiilî politikaları, tanımaların etkisini sahada görünmez kılıyor.”

Bununla birlikte, tanımanın bazı diplomatik sonuçları söz konusu. Yerleşimlerden elde edilen ürünlere yönelik boykot çağrıları daha güçlü dile getiriliyor; bazı Avrupa ülkeleri işgal altı topraklardan gelen mallara ayrı etiketleme yapmaya hazırlanıyor. İngiltere Dışişleri Bakanı Yvette Cooper’ın, tanıma kararının hemen ardından İsrail’i Batı Şeria’da ilhak adımlarına karşı uyarması da bu yönelimin işaretlerinden biri olarak görülüyor. (P)

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler