'Avrupa Birliği '

İsrail’e Yaptırımları Geciktiren AB, “Ateşkes” Vesilesiyle Geri Adım mı Atıyor?

Avrupa Birliği, İsrail’e yönelik planlanan yaptırımları "ateşkes" sürecini gerekçe göstererek askıya aldı. Risksiz şekilde yol almaya çalışan AB, barış diplomasisini korumaya çalışırken hukuki sorumluluklarını askıya almakla eleştiriliyor.

Fotoğraf: Dan Morar/Shutterstock

İsrail ile Hamas arasında varılan ateşkes uluslararası kamuoyunda ihtiyatlı bir iyimserlik yaratırken, Avrupa Birliği’nin İsrail’e yönelik olası yaptırımları askıya alma kararı Brüksel’in dış politika kapasitesine dair eski tartışmaları yeniden alevlendirdi. Hem sahadaki kırılgan dengeyi gözetme çabası hem de AB içindeki siyasi bölünmeler, AB’nin son aylarda giderek sertleşen söylemine rağmen neden geri adım attığı sorusunu gündeme taşıdı. Üstelik bu karar, Gazze’deki insani durumun ağırlaşmaya devam ettiği, Avrupa başkentlerinde kitlesel protestoların düzenlendiği ve uluslararası hukukun ihlallerine dair eleştirilerin yoğunlaştığı bir dönemde alındı. Birlik, ateşkese ihtiyatla yaklaşırken kendi birliktelik refleksini bir kez daha sorgulamak zorunda kaldı.

Ateşkesin Akıbeti Belirsiz Olsa da AB Yaptırımları Askıya Aldı

ABD Başkanı Donald Trump’ın arabuluculuğunda ilan edilen ateşkesin kırılgan şekilde ve İsrail’in ihlallerinin gölgesinde “devam ettiği” bir dönemde, Avrupa Birliği’nin İsrail’e yönelik olası yaptırımları askıya alması hem Brüksel koridorlarında hem de uluslararası kamuoyunda geniş tartışmalara yol açtı. 21 Ekim’de Lüksemburg’da bir araya gelen AB dışişleri bakanları toplantısının ardından konuşan AB’nin dış politika şefi Kaja Kallas, Eylül ayında görüşülen yaptırımlarla ilgili “bağlamın değiştiğini”, bu nedenle yaptırım sürecinin ilerletilemeyeceğini ancak tehdidin tamamen ortadan kaldırılmadığını söyledi. “Farklı görüşlere” dikkat çekerek bakanların şu konuda anlaştığını belirtti: “Şu anda bu önlemleri ilerletmiyoruz ama masadan da kaldırmıyoruz çünkü durum kırılgan.” Bu ifade, AB’nin dosyayı kapatmadığını fakat siyasi atmosfer stabilize olmadan adım atmak istemediğini gösteriyor.

Temmuz ayında Komisyon tarafından hazırlanan yaptırım listesi, AB-İsrail Ortaklık Anlaşması’nın insan hakları hükümlerinin ihlal edildiği tespitine dayanıyordu. Öneri, hem ticari ayrıcalıkların askıya alınmasını hem de aşırı sağcı bakanlar ve Batı Şeria’daki şiddet eğilimli yerleşimcilere bireysel yaptırımları içeriyordu. Ancak hem güvenlik koşulları hem de üye devletler arasındaki görüş ayrılıkları nedeniyle bu liste hiçbir zaman bakanlar düzeyinde gerçek bir tartışmaya kavuşamadı.

Ateşkesin devreye girmesiyle birlikte tablo daha da karmaşık hâle geldi. AB, Trump’ın arabuluculuğunda ilerleyen kırılgan süreci baltalayan bir aktör gibi görünmek istemiyor. Öte yandan İsrail’in hafta sonu gerçekleştirdiği yeni saldırılar, ateşkesin ne kadar ince bir ipliğe bağlı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Kallas’ın “sahada gerçek ve kalıcı değişiklikler görmediğimiz sürece yaptırım tehdidi geçerliliğini koruyor” sözleri, Birliğin adımlarını sahadaki gelişmelere eşitleme arayışını yansıtıyor.

Avrupalı bakanların beklentileri net fakat yüksek: Gazze’ye insani yardım girişinin bariz biçimde artması, uluslararası gazetecilerin ve STK’ların Gazze’ye erişiminin sağlanması, Filistin idaresine ait vergi gelirlerinin İsrail tarafından serbest bırakılması. Fakat bu beklentiler karşılık bulmadıkça, AB’nin yaptırım dosyasını rafa kaldırması hukuken tartışmalı ve siyasi olarak kırılgan bir tercih hâline geliyor.

İçerideki Derin Bölünmeler ve Hukuki Baskı Arasında Sıkışan AB

AB’nin yaptırımları askıya alma kararının en belirgin nedeni, üye ülkeler arasındaki siyasal kırılma hattı. İspanya, İrlanda ve Belçika gibi devletler Gazze’deki insani felakete karşı daha sert bir Avrupa duruşu talep ederken; Macaristan ve Çekya gibi ülkeler Netanyahu hükûmetine yakın bir pozisyon alarak yaptırım fikrine karşı çıkıyor. Bu bölünmüşlük, AB’nin dış politika kararlarının oy birliğiyle alınması gerektiği düşünüldüğünde yapısal bir tıkanıklığa işaret ediyor. Bu nedenle AB’nin dosyayı ilerletememesinin ardında stratejik çekincelerden çok, karar mekanizmasının kendi içindeki tasarımı bulunuyor.

The Guardian‘a konuşan Filistin topraklarındaki eski AB temsilcisi Sven Kühn von Burgsdorff’un sert eleştirisi bu durumu özetliyor: “Yaptırımlar sadece davranış değişikliği üretmek için değil, uluslararası hukukun ihlallerine karşı kullanılan bir mekanizmadır.” Burgsdorff’a göre AB, kendi hukuki çerçevesini işletmekte isteksiz davranarak normatif gücünü zayıflatıyor. Eleştiriler yalnızca eski diplomatlarla sınırlı değil; AB’nin stratejik danışman çevreleri de aynı tespiti yapıyor.

Benzer şekilde, eski AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcileri Joseph Borrel ve Federica Mogherini’nin danışmanlığını yapmış Nathalie Tocci de yaptırım sürecinin askıya alınmasını “AB için mümkün olan en kötü sonuç” olarak nitelendiriyor: “Bu yapmamız gereken son şey, çünkü tam da baskıyı sürdürmemiz gereken bir andayız. Hepimiz biliyoruz Trump planının uygulanacağı kesin değil.” 

Bu eleştirilerin temelinde, Birlik’in haziran ayında İsrail’in Ortaklık Anlaşması kapsamındaki insan hakları hükümlülüklerini ihlal ettiğini resmen tespit etmiş olması yatıyor. Buna ek olarak Uluslararası Adalet Divanının 2024 tarihli görüşü, İsrail’e işgale “en kısa sürede son verme” çağrısı yapıyor ve AB’nin buna uygun bir politika yürütme sorumluluğunu gündeme getiriyor.

Birlik içinde artan toplumsal baskı da tabloyu daha karmaşık hâle getiriyor. Avrupa metropollerinde yüz binlerce kişinin katıldığı büyük Filistin dayanışma eylemleri, özellikle güney ve batı Avrupa’da hükûmetler üzerinde güçlü bir toplumsal etki yaratmış durumda. Fakat bu baskı dahi AB’nin ortak bir çizgiye oturmasına yeterli olmadı. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Direktör Yardımcısı ve kuruluşun AB kurumları nezdindeki temsilcisi Claudio Francavilla da yaptığı açıklamada, Avrupa Birliği’ni Gazze’deki ateşkes anlaşmasının ardından İsrail’e karşı önerilen yaptırımlardan geri adım atmamaya çağırdı ve AB ile İsrail arasındaki iş birliğinin askıya alınması önerisinin yalnızca Gazze’deki duruma değil, aynı zamanda işgal altındaki tüm Filistin topraklarında devam eden ihlallere de dayandığını açıkladı.

AB’nin Alternatif Stratejisi: Misyonlar, Yeniden İnşa Desteği ve Daha Etkin Diplomasi Arayışı

Yaptırımlara dair çabanın askıya alınması AB’nin tamamen geri çekildiği anlamına gelmiyor ancak daha “risksiz” bir alanda varlık gösterdiğini düşündürüyor. Brüksel, Gazze’nin güvenliği ve yeniden inşası dosyalarında etkisini artıracak, daha görünür diplomatik araçlar geliştirmeye çalışıyor. Bu çabaların merkezinde 2007’de askıya alınan Refah sınır misyonunun yeniden devreye sokulması bulunuyor. Yaklaşık on jandarmadan oluşacak bu misyon, hem insan geçişlerini hem de yardım ve malların Gazze’ye güvenli şekilde ulaşmasını denetlemeyi amaçlıyor. Refah misyonunun yeniden açılması için hem İsrail hem de Mısır’dan onay bekleniyor.

Diğer bir hat, Batı Şeria’daki Filistin güvenlik güçlerinin eğitilmesine yönelik AB misyonunun yeniden canlandırılması. Birlik, 2025-2027 dönemi için 1,6 milyar avroluk yardım bütçesi ayırmış durumda ve bu bütçeyi -birçok AB ülkesinin devlet olarak tanıdığı- Filistin Ulusal Yönetimi’ne yönelik reform çağrılarını güçlendirmek için kullanmak istiyor.

Kasım ayında düzenlenecek iki önemli toplantı -bağışçılar konferansı ve Gazze’nin yeniden inşasına odaklanacak özel zirve- Brüksel’in diplomatik manevra alanını “risksiz ve İsrail’i doğrudan karşısına almadan” genişletme çabasının parçası. Avrupalı yetkililer, yeniden inşa maliyetlerinin 70 milyar dolara yaklaştığını ve bu yükün Körfez ülkeleri başta olmak üzere uluslararası aktörlerle paylaşılması gerektiğini belirtiyor. Bu çerçevede AB, en büyük bağışçılardan biri olmanın yarattığı prestiji siyasi etkiye dönüştürme arayışında.

Geçtiğimiz hafta UAD, İsrail’in Gazze’ye insani yardımı engelleyerek uluslararası hukuku ihlal ettiğini, açlığı bir savaş aracı olarak kullandığını ve UNRWA’ya getirilen yasağın hukuka aykırı olduğunu tespit etti. Aynı günlerde yayımlanan BM Özel Raportörü raporu ise bu ihlalleri —ve süregiden soykırımı— Batılı devletlerin desteğiyle işlenen “kolektif bir suç” olarak tanımladı. Buna karşın, İsrail’e yönelik baskıyı geri çeken Avrupa Birliği’nden bu konuda hiçbir açıklama gelmedi. AB’nin bu ikircikli tavrı su soruları akıllara getiriyor “Sahadaki insani tablo bu kadar ağırlaşmışken yaptırım mekanizmasını askıya alarak kendi normatif gücünü zayıflatıyor mu?” ve “Brüksel’in attığı diplomatik adımlar, hukuki sorumlulukların yerini tutabilir mi?”. Bu soruların yanıtı henüz net değil.

Sonuç: Gündemden Düşen Yaptırımlar ve Askıya Alınmış Bir Dış Politika

Avrupa Birliği’nin İsrail’e yönelik yaptırımları askıya alması, sadece güncel ateşkesin hassasiyetleriyle açıklanabilecek teknik bir karar değil; aynı zamanda Birliğin iç siyasi bölünmeleri, uluslararası hukuk karşısındaki sorumlulukları ve dış politika kapasitesinin sınırları arasında sıkışmış karmaşık bir manevra. Yaptırım tehdidi masada kalıyor, fakat AB’nin bunu gerçeğe dönüştürebilecek irade ve birliktelik sağlayıp sağlayamayacağı belirsizliğini koruyor.

Brüksel, sahada görünürlüğünü artırmak için diplomatik misyonlar ve yeniden inşa süreçlerine ağırlık veriyor; ancak bu adımların hukuki ve siyasi boşluğu doldurmaya yetip yetmeyeceği tartışmalı. Avrupa, bir kez daha güçlü bir normatif söylem ile sınırlı pratik kapasite arasındaki açmazla karşı karşıya. Ateşkesin geleceği de, AB’nin dış politikasındaki bu gerilimli denge de hâlâ kırılgan. Brüksel’in sınavı, yalnızca diplomaside etkin olmakta değil, aynı zamanda tutarlı hareket edebilmekte.

 

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler