İsrail ile Hamas Arasında Arabuluculuk Yapan Gershon Baskin Kimdir?
Gershon Baskin, İsrail ile Filistin arasında on yıllardır arabuluculuk yapan, Oslo Anlaşmaları'ndan Gilad Shalit’in serbest bırakılmasına kadar birçok tarihî dönemeçte parmak izi bulunan İsrailli bir yazar. Baskin’in biyografisi, sadece bir arabuluculuk hikâyesi olmakla kalmıyor, İsrail-Filistin çatışmasının derin tarihinin de yeniden altını çiziyor.
Gershon Baskin: İsrailli barış aktivisti, araştırmacı ve köşe yazarı. Yuvarlak gözlükleri ve babacan ifadesi ile İsrail-Filistin bölgesindeki çatışmalarla ilgili ekranlarda yüzünü görmeye alıştığımız Gershon Baskin bundan çok daha fazlası. İsrailliler açısından bakıldığında Baskin, 2006 yılında Hamas tarafından kaçırılan İsrail askeri Gilad Shalit’in kurtarılmasında başrol oynayarak “doğru tarafı tuttuğunu” ispat etmiş bir müzakereci. Peki kimilerine göre liberal bir Siyonist, kimilerine göre ise kilit bir arabulucu olan Gershon Baskin kimdir? Baskin’in şu sıralar çok uzaklarda görünen İsrail-Filistin barışına katkıları neler?
Gershon Baskin’in İsrail’e Göçü ve İlk Yılları
1956’de New York’ta Yahudi bir aileye doğan Gershon Baskin, gençliğini sol tandanslı Siyonist bir hareket olan Young Judea (İbr. “Yehuda Hatzair”) içerisinde geçirdi. 1909’da kurulmuş olan Young Judea hareketi, kendisini herhangi bir siyasi partiye bağlı olmayan, tarafsız ve dinî olarak çoğulcu olarak tanımlayan ABD’deki en eski Siyonist gençlik grubuydu. Baskin, ABD’de geçen yıllarında Amerika’daki Afro-Amerikalıları etkileyen ırksal ayrılıkçı hareketlere karşı yurttaşlık hakları hareketini ve Vietnam Savaşı karşıtı girişimleri destekledi. Bu süreçte yolu Filistinli aktivistlerle kesişti.
1978 yılında New York Üniversitesi’nde Ortadoğu Siyaseti ve Tarihi bölümünden mezun olur almaz “aliyah” yaptı. Yükseliş anlamına gelen “aliyah”, Yahudilerin diasporadan Filistin bölgesindeki İsrail Devleti’ne göçünü ifade ediyordu. 1950 yılında İsrail Parlamentosu tarafından kabul edilen Dönüş Yasası (Law of Return), diasporadaki tüm Yahudilere ve onların çocukları ile torunlarına, Yahudi kimliklerine bağlılıkları temelinde İsrail’e yerleşme ve İsrail vatandaşlığı edinme hakkı tanımış, “aliyah” göçlerini teşvik etmişti.
Gershon, İsrail’deki ilk iki yılı boyunca “Interns for Peace” programına katıldı. Bu, 1976 yılında İsrailli Arap Farhat Agbaria ile Amerikalı haham Bruce M. Cohen tarafından kurulmuş bir organizasyondu. 30 Mart 1976’da Toprak Günü Protestosu sırasında İsrail güvenlik güçlerinin Nazareth’te beş Arap vatandaşını öldürmesinin ardından ortaya çıkan bu girişim, İsrail’in Arap ve Yahudi vatandaşları arasında kişisel ilişkiler kurarak karşılıklı anlayışı güçlendirmeyi ve barışı teşvik etmeyi amaçlıyordu.
Baskin daha sonra özellikle Arap-Yahudi ilişkilerinin sürdüğü bölgelerde, örneğin Kafr Qara köyünde gençlik liderliği ve toplumsal organizasyon çalışmaları yaptı. Burada edindiği tecrübeleri daha sonra 90’lı yıllarda Birleşik Krallık’ta Greenwich Üniversitesinden aldığı yüksek lisans ve doktora eğitimine aktaracaktı.
1982 yılında, İsrail Eğitim Bakanlığı bünyesinde Yahudi ve Arap okulları arasında birlikte yaşama (coexistence) eğitimi koordinatörü olarak çalıştı. Bu göreviyle İsrail’de bu alanda oluşturulmuş ilk sivil memurlardan biri oldu. Bu rolü kapsamında 1983’te, Başbakanlık Ofisi ve Eğitim Bakanlığı desteğiyle “Institute for Education for Jewish‐Arab Coexistence”i kurdu ve yönetti. O dönem Birleşmiş Milletlerin 1978-1983 dönemine ilişkin değerlendirmesi, “Filistinlilerin özyönetimi” tartışmasının tıkandığını ve kalıcı bir çözüm üretilemediği yönünde olmuştu.
1983 yılı aynı zamanda, 1948’deki İngiliz mandasından beri suların hiç durulmadığı bölgede, hem İsrail hem Filistin’de dengelerin değişmeye başladığı bir döneme tekabül ediyordu. İsrail Başbakanı Menahem Begin istifa etmiş, istifasından iki ay sonra amansız Mossad geçmişi ve sert Siyonist politikaları ile bilinen İzak Şamir başbakan olmuştu. Filistin hattında ise Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içinde, Suriye desteğiyle Abu Musa önderliğindeki Fatah al-İntifada kanadı, Yaser Arafat çizgisine karşı 1983’te ayrışmıştı.
Birinci İntifada’nın (1988) başlaması, Gershon Baskin’in İsrail-Filistin çatışmalarının çözümlenmesi için daha aktif bir role adım atmasında önemli rol oynayacaktı. Baskin yayılan protestoların ardından İsrail-Filistin Araştırma ve Bilgi Merkezi’ni (IPCRI) kurdu. Daha sonra “İsrail-Filistin Yaratıcı Bölgesel Girişimleri” adını alan bu düşünce kuruluşu, özünde, Baskin’in “iki taraf da birbirini dinlerse sorunların çözülebileceğine” dair inancını yansıtan kamu politikaları üretmeyi hedefliyordu. Baskin 2011’in sonuna kadar kurumun eşbaşkanı olarak faaliyetlerini sürdürdü. 1989’da üç ayrı çalışma grubu kuran IPCRI ekonomi, Kudüs’ün geleceği ve su üzerine yoğunlaşıyordu.
Oslo Anlaşmaları’nın Arka Planında Yetişen Bir Arabulucu: Gershon Baskin
Gershon Baskin 1992 yılında, şahsi tarihindeki ilk gizli arabuluculuk toplantısına Londra’da 36 yaşında bir doktora öğrencisi iken aldığı inisiyatifle, eski İsrail güvenlik görevlileri ile FKÖ’den Filistinli yetkililer arasında öncülük etti. Bu toplantıda konuşulanlar, daha sonra 1993 yılında gerçekleşecek Oslo Anlaşmaları’nın da temelini oluşturdu. Oslo Anlaşmaları, resmî olarak FKÖ ile İsrail devletinin birbirlerini tanıması gibi kritik diplomatik adımları içeren, tarihsel bir dönüm noktası olarak kabul ediliyordu.
Takip eden yıllarda Oslo Anlaşmaları, Filistinliler ve İsrailler arasındaki güç dengesizliğini kurumsallaştırmakla ve “İsrail’e nispeten ‘ucuz’ bir işgali sürdürebilme imkânı” sağlamakla eleştirildi. Oslo süreci ayrıca İsrail için ekonomik açıdan da faydalıydı. Zira bu anlaşmalar özellikle İsrail’le iş yapan şirketlere yönelik Arap boykotunun kaldırılması ve ülkenin küresel ekonomiye tam olarak entegre olmasını mümkün kılıyordu. Edward Said, Oslo Anlaşmaları’nı “Filistin’in Versailles’ı” olarak nitelendiriyordu.
Baskin ise Oslo Anlaşmaları’ndan 20 yıl sonra verdiği bir demeçte, “Oslo tarihî bir anlaşmaydı, ancak barışın nasıl sağlanacağıyla ilgilenmiyordu. Süreç iyi niyetliydi ama çok safçaydı. Çünkü Oslo, çatışmayı çözmek için önce karşılıklı güven inşa etmemiz gerektiğini varsaydı. Bu hoş bir varsayımdı ama hiç kimse güvenin oluşmaması durumunda ne olacağını düşünmedi. Sonuçta elimizde nihai bir çözüm öngörmeyen geçici bir anlaşma kaldı. Bu geçici anlaşma da anlaşmaya yönelik muhalefeti artırdı, çünkü hiçbir aşamada çatışmayı gerçekten besleyen meselelerle yüzleşmedi. Oslo’nun başına gelen esasen buydu: İşbirliği başarısız oldu, güven inşa edilemedi ve şiddet arttı.” diyecekti.
Baskin’in öngörülen barış sürecindeki rolü 1994 yılında daha da kemikleşti. Başbakan İzhak Rabin tarafından kurulan ve istihbarat memurlarından oluşan gizli bir gruba dışarıdan danışman olarak atandı. Ancak Baskin aktivist ve arabulucu olarak asıl şöhretine, 2006 yılında 19 yaşındaki İsrail askeri Gilad Shalit’in Hamas tarafından kaçırılması sonrasındaki faaliyetleri ile kavuşacaktı.
Gershon Baskin’in Hamas ile İlk İrtibatı: Gilad Shalit’in Kaçırılması
25 Haziran günü kaçırılan Shalit’in esaretinden günler önce Gazze’nin Beyt Lahia bölgesinde bir kumsalda İsrail donanmasının attığı 8 top mermisi ile bir patlama gerçekleşmiş, 8 Filistinli ölmüş, en az 30 kişi de yaralanmıştı. IDF önce sorumluluğu üstüne almış, sonra inkâr ederek patlamanın sebebinin Filistinlilere ait bir mayın olduğunu iddia etmişti. Shalit’in kaçırılmasından bir gün önce ise 24 Haziran günü İsrail, Hamas ile bağlantıları olduğu gerekçesiyle Muamar ailesinden iki erkek kardeşi bir gece baskınıyla alıkoymuştu.
Gilad Shalit’in Gazze’de kaçırılmasından 6 gün sonra Gershon, Hamas yetkilileriyle “gayriresmî” bir şekilde iletişime geçti. Üç ay sonra ise, Shalit’ten Gazze’deki Mısır hükûmet ofisine ailesine el yazısıyla yazılmış bir mektup iletti.
Gershon Baskin, Gilad Shalit’i kurtarmak için yaptıklarını sonraki 12 sene boyunca verdiği sayısız röportajda aktardı. Batı medyasındaki muhatapları, onun kendisini gururlu bir İsrailli tanımlayan biri olarak Hamas gibi terörist ilan edilmiş grupla nasıl gayriresmî bir şekilde arka planda iletişimi sürdürebildiğini, bunu yaparken kendisini nasıl hissettiğini merak ediyordu.
Gershon’ın Hamas’taki başlıca bağlantısı Hamas üyesi Ghazi Hamad’dı. Hamad, Gazze Şeridi’ndeki sınır geçişleri idaresinin başkanlığı ve 2012’deki Hamas hükûmetinde Dışişleri Bakan Yardımcısı gibi görevleri yürütüyordu. Fetih hükûmetini eleştiren yazılar yazmaktan birden fazla kez hapse girip çıkan bir gazeteci olan Hamad’ın yolu Oslo Anlaşmaları’ndan sonra Hamas’ın bir kolu olarak görülen İslami Kurtuluş Partisinin başkanlığına kadar uzanmıştı.
Gershon, soranlara Hamad’ı Hamas içerisindeki “ılımlı” ve pragmatik kişiler arasında tanımlıyordu. Shalit’in tutsaklığı boyunca tam 5 yıl 4 ay boyunca Gershon Baskin ile Hamad arasındaki iletişim de sürdü.
Bu süreci Baskin daha sonra Michael Safi’ye verdiği bir röportajda, “Tamamen Gilad Shalit’in serbest bırakılmasına odaklanmıştım.” diye açıklayacaktı. “O benim misyonumdu. O benim işimdi. Ve Gilad Shalit’i sağ salim eve getirmek için gerekirse şeytanla bile konuşurdum. Bu yüzden onların siyasi pozisyonlarını, manifestolarını ya da herkesi -beni de dahil- öldürme arzularını düşünmeye vakit ayırmadım.”
Gilad Shalit’in esir alınması ile birlikte İsrail “Yaz Yağmuru Operasyonu”nu başlatmış, Gazze Şeridi’ndeki işgali şiddetlendirmiş, çatışmalarda 402 Filistinli ve 11 İsrail askeri ölmüştü.
Ghazi Hamad ile Gershon Baskin’in İlk İletişimi
O zaman Hamas sözcülerinden biri olan Ghazi Hamad, İsrail’de ateşkes için bir muhatap arayışı ile adını duyduğu İsrailli barış aktivisti Baskin’i aramıştı. Hamad’ın Arapça ve İngilizce konuşmayı reddederek “İbranice konuşmayı severim” demesi aralarındaki yakınlığın başlangıcı olacaktı.
Hamad 2006’da yazdığı bir gazete yazısında “İşgalin çirkinliği ve vahşiliği üzerine konuşmakla ilgilenmiyorum çünkü bu bir sır değil.” diyordu. “Ben öz eleştiriyi ve kendini değerlendirmeyi tercih ederim. Hatalarımızı başkalarına yüklemeye alışığız.”
Baskin ve Hamad’ın hayatları Shalit’in tutsaklığı boyunca iç içe geçti. Bazen günde birkaç kere mesajlaşıyorlardı. Baskin Gilad Shalit’i kurtarmak istiyordu, Hamad ise İsrail hapishanelerindeki yüzlerce Filistinliyi.
Hamad, Baskin’den Shalit’in ailesini teskin etmesini ve onlara Shalit’in “hayatta ve savaş esirlerine İslam hukukunun uygun gördüğü şekilde davranıldığını”, yani barınak, yemek ve tıbbi ihtiyaçlarının karşılandığını iletmesini istedi. 2013’te “Arabulucu” (The Negotiator) kitabını yazan Baskin’e göre Hamad eğer Hamas içerisinde daha yüksek rütbeye sahip olsaydı uzun vadede İsrail’i tanıyacak ve barışa meyledecekti.
İkili arasındaki iletişim sürerken Filistin topraklarında şiddet devam ediyordu. Yine bir şiddet vakası sonrası Hamad Baskin’e, “Sen iyi bir arkadaşsın Gershon” diye yazmış ve eklemişti: “Ama çok üzgünüm ve bazen diyecek kelime bulamıyorum.”
İkilinin uzun yıllar süren çabaları, Mısır aracılığıyla yapılan görüşmeler ve Türkiye’nin sessiz dahli sonucu Shalit 18 Ekim 2011 günü İsrail’e geri döndü. Karşılığında İsrail hapishanelerindeki 1.027 Filistinli serbest bırakılmıştı.
Esir takasından sonra Baskin, Hamas’la bağlantıda kalmanın sonunda barışa da yardımcı olacağını umarak Hamad ile irtibatı sürdürdü. Aralarındaki samimiyetin boyutunu soranlara “En başından beri biliyordum ki eğer başarılı olacaksak, bu geliştireceğimiz kişisel ilişkiye dayanacak. Bu yüzden yıllar boyunca ailelerimiz, hayallerimiz ve umutlarımız ya da çocukluğumuz hakkında konuştuk.” diye anlatıyordu.
“Artık Seninle Konuşmak İstemiyorum”
7 Ekim 2023 günü her şey değişti. Hamas’ın İsrailli sivillere saldırısı sonucu İsrail’in Gazze’de başlattığı soykırım, barış umuduyla arka planda halklarını temsil etme iddiasındaki iki adamın da pozisyonlarını değiştirdi.
Baskin’e göre bu kopuş 24 Ekim’de Hamad’ın verdiği bir röportajda “İsrail’i yok etmek istediğini söylemesi” ile gerçekleşmişti. Hamad, Lübnan televizyonunda verdiği röportajda “İsrail’e bir ders vermeliyiz ve bunu tekrar tekrar yapacağız.” demişti. Hamas tarihçisi Azzam Tamimi’ye göre Hamad, İsrail bombardımanlarında aile üyelerini ve pek çok arkadaşını kaybetmişti ve bu tutum değişikliği bundan kaynaklanıyordu. Yayınlandıktan bir hafta sonra röportajı izleyen Baskin bu açıklama üzerine yıkılmış ve Hamad’a, “Bence aklını kaçırdın ve ahlaki ilkelerini kaybettin. Seninle bir daha asla konuşmak istemiyorum.” şeklinde bir mesaj attı.
O zamana kadar İsrail’in solunda konumlanmış olan Baskin, artık İsrail ana akım siyasetindeki Hamas’ın ortadan kaldırılması konusundaki görüşlere katılıyordu. Fakat Gazze’de İsrail’in soykırımsal şiddeti arttıkça Gershon’u bir pişmanlık kapladı. Yakın olduğu Filistinli arkadaşı Samir ona, “Biliyor musun Gershon? Bir hata yaptın, çünkü belki de Ghazi Hamad ile olan ilişkin hayat kurtarabilir(di)” demişti. Bunun üzerine Baskin Hamad’a tekrar yazdı: “Ghazi, eğer seninle konuşmak insan hayatlarını kurtarabiliyorsa, bağlantımızı yenilemeye hazırım.” Hamad, üç hafta sonra Baskin’e cevap verdi ve ikilinin iletişimi bu sefer soykırımın durması için devam etti.
Soykırım ve Kusurlu Bir Ateşkes Süreci
Bir yandan Hamad ile, bir yandan da ABD ve İsrail’deki yetkililerle arka planda görüşen Baskin bu süre boyunca İsrail’in katliamlarını medyada sert bir şekilde eleştirdi. Savaşın ilk aylarında Hamas’ın 7 Ekim’de esir aldığı 200 İsraillinin kurtarılmasının İsrail bombardımanlarıyla mümkün olmayacağının İsrail halkı tarafından anlaşılmasını istiyordu. 2025 yılında ise Chris Hughes’a verdiği bir demeçte, İsrail’in Gazze’de soykırım yaptığının altını çizdi.
Gershon, İsrail ile Hamas arasında 19 Ocak 2025’te sağlanan ateşkesten aylar önce, kadın ve çocuk esirlerin Filistinli kadın ve çocuk mahpuslarla takası için harekete geçmişti. Bu esnada Gazze’deki bütün mahalleler, hastaneler ve okullar bombalanıyor, Hamad ile iletişimi sürdürmek giderek zorlaşıyordu. Baskin, evi bombalandığında Hamad’ı arayarak hayatta olup olmadığını kontrol etti.
Gershon Baskin’e göre Hamas’ın derdi kadın ve çocuklara zarar vermek değildi. Bu öngörüsüne dayanarak önce İsrail hapishanelerine erişimi olan yetkililere, sonra da Hamad’a ulaştı. İsrail hapishanelerinde 59 kadın ile 190 çocuk olduğunu öğrenmişti. Bu sivillerden hiçbiri bir İsrailliyi öldürmemiş, Hamas ile ilişkileri de olmamıştı. Baskin, Gazzeli bile olmayan bu Filistinleri kullanarak İsrailli kadın ve çocuk esirleri kurtarmayı umuyordu. Ona göre Hamas zaten ve kadın ve çocuklara zarar vermekle ilgilenmiyordu. Hamas bu anlaşmayı gerçekleşmeyi istiyordu, ancak IDF’nin başka planları vardı. İsrail’in soykırım eylemleri bir buçuk aydır devam ediyordu ancak, askerî baskı sebebiyle anlaşma ihtimali askıda kalmış ve süreç iki yıl daha devam etmişti.
Gershon Baskin’e Göre Barışın Formülü: Trump’ın İş Adamlığı
Hamas’ı ikna etmenin yeterli olmadığını anlayan Gershon uzun süre barış için farklı seçenekleri değerlendirdi. Amerika’nın yardımı olmadan İsrail’in soykırımdan vazgeçmeyeceğini, Hamas’ın ne kadar aleyhine olursa olsun hiçbir barış planının İsrail’in Gazze’de istediğini yapmasından daha albenili bir seçenek olmayacağını biliyordu.
Baskin ABD’nin Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve onun en yakın sırdaşı ile iletişime geçmeyi başarmıştı. Bu, çoğunlukla tek yönlü bir iletişimdi. Gershon, Witkoff’a barışın nasıl sağlanabileceğine dair mesajlar atıyordu. Gazze’deki savaşın sona ermesinin tek yolunun, “Başkan Trump’ın bunun sona ermesi gerektiğine karar vermesi” olduğuna inanıyordu.
Baskin’e göre İsrail’deki tüm kötülüklerin başı olan Netanyahu’nun savaşı bitirmeye hiç niyeti yoktu. Gazze’yi yerle bir etme projesi Netanyahu’nun sonsuza kadar iktidarını sağlamak için elzem olarak gördüğü bir şeydi. Gershon, asıl müzakerenin İsrail’le gerçekleşemeyeceğini, Hamas yetkililerinin, “İsrail bunu kabul etmez, İsrail şunu kabul etmez” demelerinin anlamsız olduğunu anlamalarını istiyordu. Zira Baskin’e göre İsrail’in bir şeyi kabul etmeye zaten niyeti yoktu. Anlaşma Hamas ile ABD arasında gerçekleşmeli; daha sonra ABD İsrail’i anlaşma şartlarına uymaya mecbur etmeliydi. Hamas liderleri ile görüşmelerinde sürekli, “Kendinizi Netanyahu’nun değil, Donald Trump’ın karşısında oturuyormuş gibi düşünün. İkna etmeniz gereken kişi Trump.” diyordu.
Baskin, Trump’ın Netanyahu’ya ve İsrail’e olan sempatisinin iş insanı kimliğinin ötesine geçmeyeceğini savunuyordu. New Yorklu bir Yahudi olan Witkoff da Ortadoğu’daki devasa emlak yatırımlarını İsrail’de değil, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapmıştı. Dolayısıyla bu işi çözebilecek ekibin başındaki iki insanın ticari çıkarlarının İsrail’den yana olmaması, değerlendirilmesi gereken bir fırsattı. Elbette, Larry Ellison ve Jared Kushner gibi isimlerin Trump üzerindeki etkisini hafife alıyordu.
Gershon Baskin, her şeyin ötesinde, iflah olmaz bir optimistti. Sonunda, Trump’ın ikna edilmesi konusunda büyük bir aşama kaydetti. Bu esnada Witkoff, uzun süre kendisiyle iletişimde kalmaya çalışan Baskin’in mesajlarına emoji göndermek gibi “cevaplar” veriyordu. Gershon ise en azından mesajlarının okunduğunu düşünüyor ve Witkoff’a yazmaya devam ediyordu.
2025’in sonbaharına girerken, nihayet Baskin ile Witkoff arasındaki iletişim karşılıklı hâle geldi. Baskin Amerikalıların kendisine güvenmeye başladığını ve Hamas liderleriyle 18 yıllık temas deneyimimin katkısıyla barış sürecinde üstlenebileceği rolün netleştiğini hissediyordu. Eylül ayında neredeyse her gün telefonda veya WhatsApp üzerinden Amerikalı yetkililer ile konuşan Baskin kendisini sadece aktörler arasında iletişim kurabilecek biri olarak görmeyi ve ABD hükûmet çalışanından farklı hareket etmeyi önemsiyordu.
Nitekim 29 Eylül günü, Donald Trump, Netanyahu ile düzenlediği bir ortak basın toplantısında, Gazze Şeridi için hazırlanan 20 maddelik barış planını duyurdu. Arka planda Gershon’ın da hazırlanmasına yardım ettiği bu plan, soykırımın yorgunluğunu sırtlamış Filistin otoriteleri tarafından memnuniyetle karşılansa da İsrail’in sahadaki avantajını ve ateşkese uymazsa uygulanacak yaptırımları es geçiyordu. Filistinliler için herhangi bir tazminat veya insanlık suçları işleyen İsrail askerlerinin cezalandırılmasını öngörmeyen plan, tüm kusurlarıyla beraber 10 Ekim 2025 sabahı yürürlüğe girdi.
“Barış Elçisi” Gershon Baskin Siyonist mi?
İsrail’in sayısız ihlâllerine rağmen süren ateşkesle birlikte, Gershon Baskin, kalıcı bir barış ihtimali hakkında röportajlar vermeye ve yazılar yazmaya devam etti. Baskin uzun süredir iki devletli çözümün amansız bir savunucusuydu ve ona göre ateşkes, bu çözümü tekrar masaya getiriyordu.
“Tek devletli çözüm hakkında içimde bir dayanışma hissetsem de 100 yıldır bunun için savaşmıyoruz. Bence Netanyahu ve Mahmoud Abbas’tan kurtulursak ve yeni bir liderlik kuşağı ortaya çıkarsa, bu çatışmayı çözmemiz gerektiğine dair bir uyanış olacak. Açık sınırlarla, duvarlar ve tel örgüler olmadan yaşayan iki devletin barışçıl bir çözümünden bahsediyorum. Filistin topraklarını çalan yerleşimciler ve kantonlardan değil. Bu çözüm, hiç kimseye, özellikle de Filistinlilere adalet sağlamıyor. Filistinliler, Filistin topraklarının yüzde 22’sini alacaklar. Sınırlarda bir düzenleme olacak. Yüzde 4,4’lük bir ilhak ve eşit büyüklükte toprak değişimiyle, İsrail egemenliği altındaki yerleşimcilerin yüzde 82’si bu kapsama girecek. Bu, sorunun büyük kısmını çözecek, ama hepsini değil. Kudüs gibi birçok başka problem var. Ancak her şeyin çözümü mümkün. İsrailliler ve Filistinliler, bu toprakta yaşayan iki halk olduklarını ve her ikisinin de burada yaşama hakkı olduğunu kabul ettikleri anda, işte o zaman her şeyin çözümünü bulacağız. Ve bu mümkün. Biliyorum, kulağa bir hayal âlemi gibi geliyor.”
Bu açıklamalardan da görünür olduğu üzere, Gershon’un seneler boyunca pek de açıktan söylemediği ve barış hayallerini üstüne inşa ettiği gerçek, Filistinlilerin kendilerine verileni kabul etmek zorunda olduğu. Gershon, kendisine İsrail’in varlığı ile ilgili sorulan soruları cevaplarken konforlu bir çıkış yolu bulmuştu. Filistinli tarihçi Rashid Khalidi’nin “Filistin: 100 Yıllık Savaş” kitabına referans vermeyi, daha doğrusu kitabı nasıl yorumladığını paylaşmayı seviyordu. Ona göre Khalidi, çok sevdiği kitabın yüzde 90’ında Filistinlilerin Siyonizmi asla meşru görmeyeceğini anlatırken, yazdığı tarihin sonunda Filistin’in İsrail gerçeğini kabul etmek zorunda olduğunu ve İsrail’in hiçbir yere gitmeyeceğinin altını çiziyordu.
Gilad Shalit’in kaçırılmasından bir yıl önce, 2005 yılında “Siyonizmin Gerçek Anlamı” başlıklı yazısında Gershon Siyonizmden henüz neden vazgeçmediğini şöyle anlatıyordu:
“Ben her zaman, Siyonist rüyanın gerçek anlamda gerçekleşmesinin İsrail’in komşularıyla birlikte yaşamanın bir yolunu bulmasına bağlı olduğuna inandım. Siyonist rüya, dünyanın her yerinden Yahudiler için güvenli bir sığınak yaratmaktı. Bu, tanımı gereği, İsrail’in Yahudilere barınak ve güvenlik sağlaması gerektiği anlamına gelir. Siyasal Siyonizm, her zaman pratik davranarak davayı ilerletmenin bir yolunu buldu. Ancak Siyonizm, Arap-İsrail çatışmasıyla raydan çıktı. Siyonizm komşularımızla çatışma üzerine kurulu değildi. Amaç, Yahudilerin hem ruhen hem maddi olarak yaşayabileceği ve gelişebileceği, ‘Yahudi değerlerine’ dayalı adil, ilerici ve insancıl bir toplum yaratmaktı. Gerçek Siyonizm, Yahudi olmayanların her zaman aramızda yaşayacağı gerçeğini kabul ediyordu.”
2007 yılında ise Siyonizmin köklerine dönmeye yönelik tutumundan uzaklaşarak kendinden bir Neo-Siyonist olarak bahsetmeye başladı.
“Bir Neo-Siyonist olarak, Yahudi geçmişinden çok Yahudi geleceğiyle ilgileniyorum. Bu nedenle, Tevrat’ın pasajlarının içinden çıkarak 21. yüzyıl Orta Doğusunun gerçekliğine adım atmamız ve komşularımızın da tıpkı bizim kendimiz için talep ettiğimiz kolektif ve ulusal onurla yaşayabilmeleri için gerekli tavizleri şimdi vermemiz gerektiğini kabul ediyorum.
İsrail toprağı üzerindeki Yahudi mücadelesinde, sözde Siyonistler, yani yerleşimciler ve onların destekçileri ile benim gibi Neo-Siyonistler, yani mesihçi bir hayalle körleşmemiş, komşularımızla barışın geçmişimizle barıştan daha değerli olduğuna inanan İsraillilerin çoğunluğu arasında bir Yahudi varoluş mücadelesi söz konusudur.
Barış süreci yeniden başladığında ve biz bir kez daha toprak meselesiyle yüzleşmek zorunda kaldığımızda, yerleşimler ile barış arasında bir seçim yapmamız gerekecek. Geleceğimizle geçmişimiz arasında daha çok geleceğimizle ilgilenen bizler için tek doğru karar, barıştan yana olacaktır.”
Bu sözleri, onun bazı Yahudi çevreler tarafından yenilikçi bir Siyonistten ziyade Tevrat öğretilerine arkaik ve gülünç bir metin gibi yaklaşan bir “taş devri solcusu” (paleo-leftist) olarak anılmasına sebep oldu. Belki de ne yaparsa yapsın Baskin’in İsrailli bir solcu olarak görülmesi ve beklediği kesimlerden beklediği tepkileri alması, onun Siyonizm’i kendi tahayyüllerindeki barış ideallerine göre bir oyun hamuru gibi şekillendirebileceği inancını körüklüyordu. Sonuçta gururlu bir İsrailli olması, Baskin’in sözlerini İsrail’deki sıradan bir barış aktivistinden daha dinlenir kılıyordu.
2023 yılında, 7 Ekim’den günler önce, bu konuda uzun süre sessiz kalan Gershon Baskin artık kendini Siyonist olarak görmediğini yazdı. Bir tepelikte İsrail bayraklarını neşeyle sallayan çocukların fotoğrafı eşliğinde “Ev Gibisi Yok” başlığıyla yayınladığı yazısında İsrail’i terk eden arkadaşlarından ve çocuklarının da gitmesinden endişe ettiğinden bahsediyordu. İsrail onun eviydi ve onu terk etmesi çok zordu.
“Zorlanmamın bir parçası, artık kendimi bir Siyonist olarak tanımlamıyor olmam. Bunu açıkça dile getirmek, kamuya açıklamak uzun zamanımı aldı. Zorluk yaşamamın temel nedeni, Siyonist Dönüş Yasası temelinde İsrailli olmuş olmamdı. İsrail’de doğmuş olsaydım, çok daha önce Siyonist olmadığımı ilan ederdim. 1975 yılında İsrail’in yanında bir Filistin devleti kurulmasını desteklediğimi açıkladım. O dönemde bu benim için, İsrail’in Yahudi halkının ve tüm vatandaşlarının demokratik bir ulus-devleti olmasını sağlayacak Siyonist çözümü temsil ediyordu. Tarihsel Filistin’in bir kısmında Filistinliler için bir ulusal yurt olursa, İsrail’in Filistin halkı üzerindeki işgali sona ereceği gibi, İsrail vatandaşı Filistinliler de artık devletlerinin düşmanlarıyla özdeşleşmekle suçlanmadan eşit yurttaşlar olarak muamele görebilirler diye düşünüyordum.(…) İsrail giderek daha sağcı ve daha dindar bir ülke hâline geldikçe, gerçek eşitlik gündemi ne dinî sağ partilerin ne de sivil toplum kuruluşlarının programlarında yer aldığı için, hayalini kurduğum ve uğruna çalıştığım bir gerçeği tasavvur etmek neredeyse imkânsız görünüyor.
Bugün ve uzun yıllardır Siyonizm adına yapılanlar, benim değer verdiğim her şeyin tam karşısında duran eylemler. Siyonist tepkiler; Filistin topraklarında daha fazla yerleşim inşa etmek, Filistin köylerini haritadan silmek, masum Filistinlilere karşı pogromlar düzenlemek, Ulus-Devlet Yasası’nı geçirmek ve bununla birlikte çok sayıda yasal girişim ile günlük fiilî ilhak uygulamaları şeklinde kendini gösteriyor.”
“İsrail’de Yaşanır Mı?”
Gershon Baskin, İsrail’in Filistin’deki işgalini normalleştirmemek adına çalışma yapan sivil inisiyatiflere empati gösteriyordu, fakat İsrail’in varlığını sorgulamaları nedeniyle bu hareketlerle dayanışma göstermekte zorlanıyordu.
Gershon’un hayalleri İsrailli olma imtiyazında ve her gün katlanan acıların hikâyelerinde kitleniyordu. Zira İsrail’in Filistin topraklarında barış içinde var olmaya devam edebilmesi, unutmaya ve unutturmaya dayanıyordu. İsrail devleti adil değildi evet, ama Gershon’a göre oldukça gerekliydi.
Gazze’deki ateşkesten kısa bir süre sonra Gershon, katıldığı bir podcast programında sorulan “İsrail’de olmamam gerekiyor hissine kapıldın mı? Böyle bir an gelir mi?” sorusuna zorlanarak cevap verdi.
Çocuklarını militarist ve işgalci İsrail’de büyütmek istemeyen Baskin’in kızı, eşiyle birlikte yedi yıl önce Fransa’ya taşınmıştı. 31 ve 33 yaşlarındaki iki oğlu, ordu hizmetini işgal altındaki bölgelere hiç gitmeden, savaşa dahil olmadan tamamlamayı başarmışlardı ve her Şabat yemeğinde “Nasıl bu ülkede bir geleceğimiz olduğunu düşünebilirsin?” diye kendisiyle tartışıyorlardı. Gershon’ın ise İsrail’den ayrılmak için iki kırmızı çizgisi vardı: Eğer Itamar Ben-Gvir başbakan olursa ve tüm bu yaşananlara rağmen Netanyahu tekrar seçilirse İsrail artık Baskin için artık tamir edilemez hâlde demekti. Gershon’un çok sevdiği evinden, hem Filistinli hem İsrailli olduğu için kıymet verdiği Kudüs’ten ayrılması gerekecekti.
Artık 69 yaşında olan Gershon için, İsrail’i ilk geldiği 80’lere göre bugün farklı kılan şey, İsrail politikalarının özünde değişip dönüşmesi değil, kendi tabiriyle “naiflikten gerçekliğe” geçmiş olmasıydı.
Sesi titreyerek “İsrail’i gerçekten komşularıyla barış içinde yaşamak isteyen bir toplum olarak görüyordum” diyen Gershon, Siyonizm’in kendisine herhangi bir ulusu “komşu” kabul etmediğini belki de çok geç kabul etmişti. Onu taraflar için güvenilir yapan şey belki de barış ihtimaline ve İsrail’in varlığında barış nüvelerine olan inancının bu kadar sarsılmaz bir optimizmle bağlı olmasıydı. Gershon’un yaptıklarını yapabilmek için herkesi muhatap kabul etmek, dinlemek ve bazı gerçekleri görmezden gelmeye dair âdeta çocuksu ama pragmatik bir ısrar gerekiyordu. Bu ısrar, Gilad Shalit’i ve 1027 Filistinliyi evlerine kavuşturmuş ve belki de korkunç derecede gecikmiş bir ateşkesin hızlandırılmasında rol oynamıştı.
Öte yandan, Filistin’in geleceği için dinlenmeyen Filistinlilere karşın, İsrail’den göç etmenin onu evsiz hissettireceğini söyleyen Amerikalı Gershon’ın sözü, her zaman medyada daha kıymetli oldu. Kan gövdeyi götürürken güçlü taraftan, hem de Amerikalı birinin “Ben aslında bu gücü istemiyorum ve bu gücün ve toprakların yalnızca şu kadarını hak ettiğimize inanıyorum” demesi, öte yandan Ghazi Hamad’la anılarından ve yakınlığından bahsedebilmesi, son derece cazibeli bir Orta Doğu hikâyesi idi.
Militanlardan oluşan bir heyula olarak görülen Hamas’la “konuşabilen” bir beyaz (ya da beyaz sayılan bir Yahudi), siyasi öneminin dışında Gershon’ın hikâyesini oldukça heyecan verici kılıyordu. Gershon’ın saygınlığı ise, kendisine çevrilen bu egzotik bakışları barışa giden yoldaki fikirleri, İsrail halkının ihtiyaçları ve insan hakları savunuculuğu için kullanmasında yatıyordu.
Gershon Baskin, kimilerine göre hâlâ liberal bir Siyonist, kimlerine göre bir kahraman. Günün sonunda, o, dünyanın geri kalanındaki sağduyulu herkes gibi, insanların öldürülmediği, tutsak alınmadığı ve eşit olduğu bir dünyada; iki devletin ortasındaki evinde huzurla ve suçlu hissetmeden oturmak istiyor. Orada bir evi olsun diye, yanı başındaki başka mahallelerin kana bulandığı, tarlaların yakılıp bombaların düştüğü evinde…