Verilere Göre Antisemitizm Almanya’ya “Dışarıdan Gelen” Bir Olgu Değil
DeZIM tarafından yapılan kapsamlı çalışma, antisemitizmin kaynağını göçte arayan politik anlatıların gerçek tabloyu yansıtmadığını; tutumların toplumsal ve siyasal dinamiklerle şekillendiğini gösteriyor.

Almanya’da 7 Ekim 2023 sonrası hızla sertleşen tartışmalar, antisemitizm olgusunun özellikle Müslüman topluluklar tarafından ülkeye “ithal edildiği” yönündeki siyasi söylemi yeniden canlandırmıştı. Alman Entegrasyon ve Göç Araştırmaları Merkezi (DeZIM) tarafından yayımlanan yeni çalışma ise bu iddiayı bilimsel verilerle sınayarak çok daha karmaşık bir tablo ortaya koyuyor. 74 sayfalık araştırma raporu, antisemitizmin Almanya’da tek bir kaynağa indirgenemeyecek kadar çok boyutlu bir olgu olduğunu; toplumsal hafıza, siyasal yönelim, sosyalleşme biçimleri ve göç deneyiminin iç içe geçtiği bir çerçevede oluştuğunu gösteriyor.
Araştırmanın verileri, Almanya’daki en büyük temsili veri tabanlarından biri olan NaDiRa.panel’den temin ediliyor. Yaklaşık 13 bin kişilik veri setine ek olarak Aralık 2023-Nisan 2024 döneminde yapılan 6.295 kişilik ek anket, göçmen ve göçmen olmayan gruplarda antisemitik tutumları karşılaştırmalı biçimde analiz ediyor. Ayrıca yaş, eğitim, cinsiyet gibi temel değişkenler kontrol edilerek predictive margins (tahmini marjlar) yöntemiyle hesaplanan bulgular, tartışmaların çoğu zaman görmezden geldiği alt ayrımları görünür kılıyor.
Almanya’daki Klasik Antisemitizm: Yahudi Toplumuna Dair Şüphecilik
Çalışmanın en dikkat çekici bulgularından biri, klasik antisemitik kalıpların tüm gruplarda büyük çoğunluk tarafından reddedilmesi. “Yahudilerin Alman toplumuna uyumsuz olduğu” veya “Yahudilerin gizli güçlere sahip olduğu” gibi eski klişeler toplumun genelinde karşılık bulmuyor. Ancak reddetme oranlarının aynı olmadığı görülüyor: Göçmen kökenli olmayan Almanlar, Doğu Avrupalılar ve Afrika kökenliler bu ifadeleri daha yüksek oranlarda geri çevirirken, Müslüman kökenli ve Güney(Doğu) Asya kökenli katılımcılarda reddetme oranı biraz daha düşük.
Bu farklılığı belirgin kılan unsurlardan biri ise bu iki gruptaki kararsızlık oranlarının yüksekliği. Araştırmacılar, bu kararsızlığın antisemitik eğilime işaret etmekten çok anlamlandırma güçlüğü, tarihsel bağlamla sınırlı temas veya ihtiyatlı yanıt verme gibi faktörleri yansıtabileceğini belirtiyor.
Almanya’daki İkinci Tip Antisemitizm: Holokost Hafızasıyla Gerilim
Holokost hafızasına ilişkin rahatsızlık, bıkkınlık ve sorumluluğu tersine çevirme girişimleriyle ölçülen ikinci tip (sekonder) antisemitizmde ise tablo etnik veya dinî köken çizgilerinde belirgin bir ayrışmaya işaret etmiyor. “Holokost artık bıktım” diyenlerin oranı göçmen olmayan Almanlar ile Müslüman kökenli katılımcılarda neredeyse aynı seviyede. Benzer şekilde, Holokost’un Yahudiler tarafından “çıkar için kullanıldığı” yönündeki iddiaya karşı çıkma oranları da toplumun farklı kesimlerinde değişkenlik gösteriyor.
Bu alan, ithal antisemitizm tezinin en açık biçimde sarsıldığı kısımlardan biri: Zira sekonder antisemitizm, göç edilen ülkelerin kültürel bagajından çok Almanya’nın kendi hafıza rejimiyle kurulan gerilimli ilişkinin sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Gündelik Hayatta Yahudi Karşıtlığı Ne Derece Yaygın?
Araştırmanın en çarpıcı bulgularından biri gündelik dilde yer alan antisemitik ifadelerin kökenine ilişkin. “Jude” kelimesinin bir hakaret olarak çocuklukta duyulması, yeni gelen göçmenlerde oldukça düşük seviyedeyken; Almanya’da doğup büyümüş ikinci kuşaklarda ve göçmen olmayan toplumda belirgin şekilde yüksek. Bu durum, gündelik antisemitik pratiklerin ithal edilmediğini, aksine Almanya’da öğrenildiğini ve yerel sosyalleşme süreçleriyle yeniden üretildiğini gösteriyor. DeZIM’in vurguladığı üzere, antisemitizmin toplumsal dolaşımındaki önemli unsurlardan biri, göçmen toplulukların taşıyıcılığından ziyade Almanya’daki kültürel etkileşimler.
Yahudiler Hakkındaki Fikirleri Etkileyen İsrail Faktörü
2 yılı aşkın bir süredir Gazze’ye yönelik yoğun can kaybına yol açan saldırılarına -ateşkese rağmen devam eden- İsrail hükûmetinin politikalarının “Yahudilere karşı sempatiyi azaltıp azaltmadığı” üzerine kurulu ifadeye katılım Müslüman kökenlilerde ve Güney (Doğu) Asyalılarda daha yüksek; göçmen olmayan Almanlarda ise belirgin biçimde daha düşük. Ancak DeZIM burada kritik bir uyarı yapıyor: Bu ifadenin reddedilmesi, antisemitizmin kesin biçimde reddedildiğini göstermediği gibi; ifadeye katılım da otomatik olarak antisemitik bir dünya görüşüne işaret etmiyor.
Bazı gruplar Filistin meselesinin etkisiyle, bazıları ise İsrail hükûmetine olumlu bir çerçeveyle baktığı için farklı yönlerde tepki verebiliyor. Dahası, Müslüman kökenli katılımcıların önemli bir kısmı İsrail bağlamındaki sert ifadeleri onaylasa dahi klasik antisemitizmi net biçimde reddediyor. Bu durum, antisemitizm ile Orta Doğu’daki gelişmeler arasındaki ilişkinin doğrudan, tek yönlü ve tüm gruplar için aynı biçimde okumaya açık olmadığını gösteriyor.
Müslüman Kökenli Grup İçinde Farklılıklar: Göç Süresi, Vatandaşlık ve Sosyalleşme
Araştırmanın ayrıntılı bulguları, Müslüman kökenli topluluğun kendi içinde homojen olmadığını; antisemitik tutumların göç süresi, vatandaşlık durumu ve sosyalleşme biçimleriyle belirgin şekilde farklılaştığını ortaya koyuyor. Almanya’da doğmuş ikinci kuşaklar ile Alman vatandaşlığına sahip olanların antisemitik ifadelere daha net biçimde karşı çıktığı; kısa süre önce ülkeye gelenlerde ise kararsız yanıtların ve bazı antisemitik kalıplara yakınlaşmanın daha yüksek olduğu görülüyor. Dini pratik düzeyinin bu farklılıkları açıklamada anlamlı bir etkisinin bulunmaması, tartışmada sıklıkla vurgulanan din faktörünün tek başına belirleyici olmadığını gösteriyor.
DeZIM, Müslüman kökenli gruplar arasındaki bu çeşitliliğin, antisemitik tutumların oluşumunda yetişme koşulları, siyasal sosyalleşme, eğitimsel temaslar ve toplumsal konumlanma gibi birden fazla etkenin birlikte rol oynadığını gösterdiğini belirtiyor. Bu çerçeve, antisemitizmi tek bir kaynağa indirgemeye çalışan açıklamaların sahadaki farklılaşmayı karşılamadığını da gösteriyor.
Siyasi Parti Faktörü: AfD Seçmenlerinde Antisemitizm Daha Yaygın
Araştırmanın dikkat çeken bulgularından biri, antisemitik tutumların siyasi yönelimle güçlü biçimde ilişkili olması. Veriler, AfD seçmenlerinin klasik antisemitizm, sekonder antisemitizm ve İsrail bağlantılı antisemitizm dâhil tüm kategorilerde diğer seçmen gruplarına kıyasla daha yüksek onay oranlarına sahip olduğunu gösteriyor. Holokost’a yönelik “bıkkınlık” ifadeleri, komplocu söylemler ve Yahudilere yönelik genellemeler bu grupta belirgin şekilde daha sık görülüyor.
Siyasi parti tercihlerine göre ortaya çıkan bu tablo, antisemitizmi esas olarak göç kökeni üzerinden açıklayan yaklaşımların eksik kaldığını; siyasal radikalleşme ve toplumsal kutuplaşmanın antisemitik tutumların şekillenmesinde daha belirgin bir rol oynadığını ortaya koyuyor.
IGMG: “Antisemitizmi İthal Bir Problem Gibi Göstermek Yeni Ön Yargılar Üretir”
DeZIM’in kapsamlı çalışması, Almanya’daki antisemitizm tartışmasının çok daha sofistike bir analiz gerektirdiğini ortaya koyuyor. Antisemitizmin ne kökene indirgenebileceğini ne de göçmen toplulukların taşıyıcılığıyla açıklanabileceğini belirten rapor, antisemitizme karşı etkili bir stratejinin ancak toplumsal hafızayı, siyasal bağlamları, yerel sosyalleşme süreçlerini ve farklı antisemitizm türlerinin özgül dinamiklerini dikkate alan geniş perspektiflerle mümkün olacağını vurguluyor. Bu tablo, “antisemitizm -kim getirdi?” sorusundan çok “antisemitizm-nerede, nasıl ve hangi toplumsal koşullarda yeniden üretiliyor?” sorusunu merkeze alan yeni bir yaklaşımın gerekliliğine işaret ediyor.
Raporun yayımlanmasının ardından İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Genel Sekreteri Ali Mete bir basın açıklaması yaparak, araştırmanın antisemitizmi belirli gruplara atfeden yaklaşımların yanlışlığını ortaya koyduğunu vurguladı. Mete, “Antisemitizmin ‘ithal edilmiş’ bir problem olduğu düşüncesine karşı dikkatli olunmalıdır. Bu anlatı tarihsel sorumluluğu örtbas ediyor, problemin önlenmesini engelliyor ve yeni ön yargıları körüklüyor.” ifadelerini kullandı. Açıklamada, antisemitizmin ne yeni ne de dışarıdan taşınmış bir olgu olduğu, aksine Alman toplumunun farklı kesimlerinde yerleşik bulunduğu belirtildi. Mete, antisemitizmi peşinen Müslümanlara atfetmenin sorumluluğu başkalarına yıkmakla kalmadığını, aynı zamanda toplumsal ilişkileri zedeleyen yeni önyargılar ürettiğini söyledi.
IGMG ayrıca merkez partilere de çağrıda bulunarak tartışmayı basitleştirmek yerine çözüm üreten, tansiyonu düşüren bir dil kullanmaları gerektiğini belirtti. Açıklamanın kapanışı ise dikkat çekici bir uyarı içeriyor: “Antisemitizmin tüm tezahürleriyle mücadele edebilmek için hepimiz birlikte, cesaretle ve bu ülkede beraber yaşama sorumluluğumuzun bilinciyle hareket etmek zorundayız.”





