Tutuklulara Yönelik Sistematik İşkence: “Bu, İsrail’in Devlet Politikası”
İsrail hapishanelerindeki işkence, kötü muamele ve tıbbi ihmal iddiaları, 14 yaşındaki otistik ve engelli bir Filistinli çocuğun yaşadıkları ile yeniden gündeme taşındı. Tanıklıklar, işkencenin istisnai bir durum değil, kurumsallaşmış bir yöntem olduğunu ortaya koyuyor. BM ve insan hakları örgütleri, İsrail’in sistematik işkence uygulamalarının uluslararası hukukun açık ihlali olduğunu vurguluyor.
İsrail’in Filistinlilere yönelik gözaltı ve tutuklama uygulamaları, 14 yaşındaki otistik ve engelli bir Filistinli çocuğun ağır kötü muameleye maruz kaldığının ortaya çıkmasıyla yeniden uluslararası gündemde. Çocuğun yaşadıkları, Filistin İnsan Hakları Merkezi (PCHR) ve BM İşkenceye Karşı Komite tarafından yayımlanan iki sert raporun hemen öncesinde ifşa oldu. Bu raporlar, İsrail’in özellikle 7 Ekim 2023’ten bu yana Filistinli tutuklulara yönelik uygulamalarının “organize, yaygın ve devlet politikası niteliğinde” olduğuna işaret ediyor.
Bu gelişmelerin hemen ardından İsrail ve ABD, BM Genel Kurulu’nda işkencenin mutlak yasaklanmasını yeniden teyit eden karara karşı oy kullanan üç ülke arasında yer aldı. Oylama sonucu, İsrail’in hem uygulamaları hem de uluslararası hukuk karşısındaki konumu bakımından yeni tartışmaları tetikledi.
14 Yaşındaki Engelli Çocuğun Tutuklanması: “Soğuk Betonda, Sürekli Şiddet Gördü”
İsrail basınında yer alan haberlere göre 14 yaşındaki otistik ve tamamen engelli çocuk, Ekim ayında Shin Bet ve polis tarafından “güvenlik şüphesi” gerekçesiyle gözaltına alındı. Aile ziyareti için Batı Şeria’da bulunduğu sırada tutuklanan çocuğun adı ve suçlama dosyasına ilişkin bilgiler mahkeme kararıyla gizlendi.
Annesi, baskın anını şöyle anlattı: “Güneş doğmadan onlarca asker eve daldı. Çocukların odasına silah doğrulttular. Oğlum titredi, ayakta duramadı. Evi aramadılar; sadece dağıttılar ve bütün telefonları, bilgisayarları aldılar.”
Çocuğun avukatlarından biri olan Saja Misherqi Baransi, ziyaret ettiği gün gördüklerini şöyle aktardı: “Ellerini başının üzerinde tutan gardiyanlar tarafından kelepçelenmişti. Küçücük bedenine rağmen ağır bir güvenlik mahkûmu gibi muamele görüyor, hem gardiyanlardan hem mahkûmlardan sürekli dayak yiyordu.”
Baransi, çocuğun bir yatağının olmadığını, soğuk beton üzerinde uyuduğunu, yalnızca bir battaniyesi bulunduğunu ve yeterli yemek verilmediğini belirtti. İsrail Hapishane Servisi ise haklarının “tamamen korunduğunu” ileri sürdü. Avukat Jgal Dotan, çocuğun iletişim güçlüğü nedeniyle kendisini koruyamadığını söyleyerek ekledi: “Bana anlattıkları, 7 Ekim’den bu yana güvenlik tutuklularında gördüğümüz işkence şablonuyla aynı. Fakat bu kez söz konusu olan tamamen savunmasız bir çocuk.”
Otizm nedeniyle tamamen engelli olduğuna dair tıbbî teşhise ve ailenin “hiçbir şeye karışmadığı” yönündeki ısrarına rağmen İsrail polisi çocuğu “Hamas ve IŞİD’le irtibat kurmak”, “İsrail’de bazı yerleri fotoğraflamak” ve “patlayıcı hazırlamaya çalışmak” gibi ağır suçlarla itham ediyor. İsrail Hapishane Servisi ise çocuğun bir mahkeme kararıyla tutulduğunu ve haklarının “tamamen korunduğunu” ileri sürüyor. İnsan hakları örgütleri ise bu tür suçlamaların, özellikle engelli ve savunmasız bireylere yöneltildiğinde, İsrail’in Filistinli tutuklulara yönelik güvenlik merkezli yaklaşımının ne kadar orantısız ve keyfi işleyebildiğinin çarpıcı bir örneği olduğunu belirtiyor.
Haaretz gazetesinin aktardığına göre çocuk, hücre arkadaşları tarafından cinsel saldırıya uğradığını defalarca yetkililere bildirdi; ancak çocuk mahkemesi, koruma sağlama ya da nakil kararı almadı. Soruşturma ancak açık bir saldırı gerçekleştikten sonra başlatıldı. Çocuk daha sonra tecrit hücresine konuldu—ancak bu adım bir önleyici tedbir olarak değil, olay yaşandıktan sonra atıldı.
ABD ve İsrail BM’de İşkence Yasağı Oylamasında “Hayır” Oyu Verdi
Bu vaka ve İsrail’in tutuklulara yönelik muamelesine dair uluslararası ilginin arttığı bir dönemde BM Genel Kurulu’nun 80. oturumunda yapılan oylamada 169 ülke, işkencenin mutlak yasaklanmasını yeniden teyit eden karara destek verdi. Karara karşı oy kullanan üç ülke ise İsrail, ABD ve Arjantin oldu.
Karar; işkencenin olağanüstü hâl, savaş durumu veya ulusal güvenlik gerekçeleriyle dahi sınırlandırılamayacağını vurguluyor, mağdurların tazminat ve adalete erişim haklarını hatırlatıyor ve tüm devletleri işkenceyi önleme yükümlülüklerini güçlendirmeye çağırıyor.
Akademisyen Mark Kersten sosyal medya hesabında şöyle yazdı: “Üç ülke işkencenin önlenmesini amaçlayan karara karşı oy verdi. Eskiden bu kararlar oy birliğiyle geçerdi. Eğer devletler artık buna bile itiraz ediyorsa bunun anlamı nedir?”
PCHR: “Cinsel Şiddet, Sistematik İşkence ve Organize Şekilde Aşağılama”
Filistin İnsan Hakları Merkezi’nin (PCHR) 12 Kasım’da yayımladığı kapsamlı rapor, Gazze’den getirilen kadın ve erkek tutuklulara yönelik sistematik işkence ve kötü muamele örüntüsünü ayrıntılı biçimde belgeliyor. Serbest bırakılan tutuklular ve avukatlarla yapılan görüşmelere dayanan rapor, İsrail güçlerinin gözaltı ve sorgu süreçlerinde cinsel saldırı, ağır fiziksel şiddet, psikolojik işkence, çıplak bırakma, tehdit ve bilinçli aşağılamaya başvurduğunu ortaya koyuyor. Tanıklıklar, bu uygulamaların rastlantısal değil, planlı ve organize bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor.
PCHR, söz konusu ihlallerin “münferit vakalar” olarak görülemeyeceğini; bunun Gazze halkına yönelik daha geniş bir toplu cezalandırma politikasının parçası olduğunu vurguluyor. Raporda yer alan ifadeler arasında, gözaltında cinsel ve fiziksel saldırıya maruz kalan kadın tutukluların deneyimleri özellikle dikkat çekiyor. Bu tanıklıklar, işkencenin hem yoğunluğunun hem de niteliğinin 7 Ekim sonrasında belirgin biçimde ağırlaştığını gösteriyor.
İsrail yetkilileri PCHR’nin bulgularına ilişkin kamuoyuna açık bir yanıt vermedi; ancak geçmişte benzer raporları “asılsız” olarak nitelendirmişti. Human Rights Watch ve B’Tselem gibi örgütler ise PCHR’nin bulgularının uzun süredir kaydedilen uygulamalarla uyumlu olduğunu belirtiyor.
BM’nin Değerlendirmesi: “İsrail’de İşkence Fiilen Bir Devlet Politikası Olarak Yapılıyor”
Birleşmiş Milletlerin konuya dair güncel raporu da benzer bir durumu tespiti yapıyor. 28 Kasım’da yayımlanan BM İşkenceye Karşı Komite raporu, İsrail’in Filistinli tutuklulara yönelik uygulamalarına dair uluslararası arenada bugüne kadar gelen en ağır eleştirilerden biri sayılıyor. Komite, farklı kaynaklardan aktarılan bilgilere dayanarak İsrail’in “fiilen bir devlet politikası olarak organize ve yaygın işkence uyguladığı” sonucuna ulaştığını belirtti. Raporda yer alan başlıca bulgular şöyle özetleniyor:
- Sistematik kötü muamele: Komite, düzinelerce tanıklığın ortak bir örüntü oluşturduğunu vurguluyor: Filistinli tutuklulara ağır fiziksel şiddet uygulanması, uzun süreli kelepçe, zincirleme, zorlayıcı pozisyonlara zorlanma, boğma ve elektroşok iddiaları.
- Cinsel istismar ve cinselleştirilmiş işkence: Hem erkek hem kadın tutukluların cinsel saldırıya maruz bırakıldığına, kadınların hijyen ürünlerine erişemediğine ve jinekolojik bakımın engellendiğine dikkat çekiliyor.
- Tıbbi bakımın sistematik biçimde engellenmesi: Tutukluların gözleri bağlı ve zincirli hâlde muayene edildiği, uyuz vakalarının tedavi edilmediği, bazen ameliyatların anestezisiz yapıldığı belirtiliyor.
- Tecrit, temel ihtiyaçlardan mahrum bırakma, hijyen engeli: Komiteye göre bazı tutuklular günlerce duş, elektrik, su ve kişisel eşyadan mahrum bırakılıyor; aşırı soğuğa veya sıcağa maruz kalıyor; yeterince beslenmiyor. Birçok tutuklu ciddi kilo kaybı yaşıyor ve bu durum gözaltı ölümlerine katkıda bulunuyor.
- Kızılhaç erişimi engeli: Komite, İsrail’in güvenlik tutuklularının Kızılhaç tarafından ziyaret edilmesine sistematik biçimde izin vermediğini belirtiyor.
- Gözaltı ölümleri: “Anormal derecede yüksek”: 7 Ekim’den bu yana İsrail hapishanelerinde 98 Filistinli tutuklunun öldüğü kaydedildi. Bazı otopsilerde işkence ve aşırı yetersiz beslenme izleri tespit edildi. Raporda, hiçbir devlet görevlisinin bu ölümlerden sorumlu tutulmadığı vurgulandı.
Komite, ayrıca, İsrail’in, işkence şüphelilerini kovuşturma konusundaki yükümlülüklerini ihlal ettiğini belirledi. Raporda Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in uygulamalarının hapishane koşullarını “kasıtlı biçimde ağırlaştırdığı” tespitine de yer verildi.
İsrail’in Tutuklama Pratikleri: Binlerce Kişi, Çoğu Suçlama Olmadan
Filistinli ve İsrailli insan hakları örgütlerine göre İsrail, aralarında kadınlar ve çocukların da bulunduğu 10 binden fazla Filistinliyi gözaltında tutuyor. Tutukluların önemli bir kısmı herhangi bir suçlama yöneltilmeden, avukat erişiminin kısıtlandığı ve delillerin “gizli” tutulduğu idari gözaltı uygulamasıyla alıkonuyor. Bu mekanizma aylarca, bazen yıllarca yargı süreci olmadan tutulmayı mümkün kılıyor.
7 Ekim sonrası Batı Şeria’da gözaltılar keskin biçimde arttı. Filistin Esirler Cemiyeti, İsrail güçlerinin neredeyse her gün gece baskınlarıyla toplu gözaltılar gerçekleştirdiğini; kısa süreli sorgulamalarda da fiziksel şiddet ve kötü muamelenin yaygın olduğunu belirtiyor. 26 Kasım’da yalnızca Tubas’ta 162 kişinin gözaltına alınması bunun çarpıcı bir örneği.
Gözaltı politikalarına ek olarak İsrail ordusu, özellikle Cenin ve Tulkarim’deki mülteci kamplarında yürüttüğü operasyonlarda 42 binden fazla Filistinliyi zorla yerinden etmiş, çok sayıda yapıyı yıkmış ve sivillerin geri dönüşünü engellemiş durumda. İnsan hakları örgütleri, bu tabloyu “güvenlik” gerekçesi altında sivillerin sistematik biçimde kontrol altında tutulduğu çok katmanlı bir baskı rejimi olarak değerlendiriyor. (P/AA)