Doğum Nasıl Bir Politika Nesnesi Hâline Geldi?
Yalnız bir aile meselesi olmaktan çıkan doğum, tarih boyunca devletin, bilimin ve toplumun müdahale ettiği derin bir politik alana dönüştü. Osmanlı’dan günümüze, Almanya’dan Filistin’e uzanan bu yazı, doğumun nasıl bir devlet meselesine evrildiğini tarihsel, kültürel ve politik boyutlarıyla inceliyor.

Aslında bu yazıya “Ne politik değildir ki?” sorusuyla başlamak lazım. Üniversitede “Siyasal Bilimlere Giriş” dersimizin ilk gününde, “Siyasal bilimlerin kendisi de siyasidir,” hatırlatması yapılmıştı. Aradan geçen yıllarda henüz politikadan azade bir bilim, olgu ya da insanla karşılaşmadım. Bu yüzden bu yazıda doğumun nasıl politik olabildiğinden ziyade, ne şekillerde politize olduğuna -biraz da tarihçilerin ve antropologların gözünden- bakacağım.
Modern Devlet: Hayatın Sıradan Akışını da Düzenlemek İsteyen İktidar
Vakanüvisler savaşları, hükümdar ve hanedan değişimlerini, doğal afetleri kaydetmeye değer bulurken; kadınların doğurması ve her insan evladının doğarak dünyaya gelmesi, vaka-i adiye sayıldığından -eğer doğan kişi Hz. İsa ya da Efendimiz Hz. Muhammed gibi dünyayı değiştireceği mukadder biri değilse- kayda alınmaya layık görülmemiştir. Peki, ne olmuş, nasıl olmuş da doğum politik bir mesele hâline gelmiş?
Postyapısalcı literatüre göre, insanların kemiyetinden (nicelik) ziyade keyfiyetinin (nitelik) önem kazanması, modernitenin bir sonucu. Artık hükümdarın tebaasının yalnızca savaşta onun uğruna can vermesi ya da vergilerini ödemesi yetmiyor; her bir vatandaşın sağlıklı bir birey olması, okul çağındaki çocukların disipline edilmesi, askerlerin bedenlerinin ve “akıl hastalarının” belirli bir terbiyeden geçmesi de modern iktidarın elzem bir cüzü olarak kabul ediliyor.
Bu modern devletin beden ve ruh sağlığı takıntısı yalnızca vatandaşlarının iyiliği için değil (hatta kimi zaman onları feda etmek pahasına), devlet aygıtının daha verimli işlemesi için de zorunlu görülüyor. Dolayısıyla görünürde kamusal ve özel alan ayrımı kurulurken, bu ayrımın kendisi özel alanın kamusal tarafından tanzimini de öngörüyor.
Modernizmle eşzamanlı olarak gelen biyomedikalizasyon ve sekülerizm gibi diğer toplumsal dönüşümler, bu kamusal alandaki devlet erkinin -şahsi ya da ailevi olan- ev içine yansıyan tahakkümünün aracıları olarak karşımıza çıkıyor. Artık ne yatak odası ne hasta yatağı ne de seccadeler devletin ilgi alanı dışında kalıyor.
Ve bu ilginin en kristalleştiği alanlardan biri de -evet, doğru tahmin ettiniz- doğum!
Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’deki Doğum Politikaları
Tanzimat’la birlikte Osmanlı’da pek çok alanda olduğu gibi doğum da değişiyor ve dönüşüyor. Tarihçi Gülhan Balsoy bu dönüşümleri dört başlıkta toplar: Doğumun evden hastanelere taşınması, ebelik mesleğinin profesyonelleşmesi, kürtajın yasaklanması ve kısırlığın halk sağlığı açısından bir problem hâline gelmesi (Balsoy, 2015). Bu dönüşümlerin başlıca aktörü ise oldukça ilginç bir kişilik olan Besim Ömer Paşa’dır. Hem mason locası üstadı hem İstanbul Üniversitesi rektörü hem de Kızılay’ın (eski adıyla Hilal-i Ahmer) kurucusu olan Paşa, Titanik’ten kurtulan tek Türk olmasının yanı sıra (Paşa uyuyakalınca vapuru kaçırmıştır.), Türkiye’de jinekoloji ve ebelik biliminin de babası kabul edilir (“Konakta Kızılay Yeniden Doğdu”, 2018).
Paris’te ünlü jinekolog Dr. Boudin ile çalışan Besim Ömer hem imparatorluk hem de Cumhuriyet tarihi açısından devrimci bir figür olmasına karşın, o dönemde dünyadaki benzer dönüşümler göz önüne alındığında, yalnızca bu sürecin tekil bir örneğini temsil eder. Mısır’da -daha sonra Bey ve Paşa unvanları verilecek- Fransız Doktor Antoine Barthélémy Clot (Fahmy, 1997), Sudan’da İngiliz Wolff kardeşler (Boddy, 2007), sömürgeci bir yaklaşımla, yüzyıllardır süregelen doğum pratiklerini durağan, geri kalmış, cahilce, tehlikeli, ilkel ve zararlı olarak nitelendirirken; doğumun tıbbileşmesini yalnızca doğumları iyileştirmenin değil, toplumu modernleştirmenin, ırkı ıslah etmenin (eugenics) ve seçici bir pronatalizmin (doğum yanlılığı) de bir yöntemi olarak görmüşlerdir.
Artık modern devlete vatandaş doğuracak ve onu yetiştirecek olan kadınların bedenleri ne kendilerine ne de “ihtiyar acuzeler” olarak tanımlanan ebelere emanet edilemeyecek kadar kıymetli ve yönetilmeye muhtaç addedilmiştir.
Doğum Tıbbileşirken Medikal Bakış ve Toplumsal Algı Arasındaki Farklılaşma
İlerleyen yıllarda giderek tıbbileşen doğum, özelleşmenin de etkisiyle Türkiye’de ve dünyada artan sezaryen oranlarına yol açar. Gebelik artık, başlangıcından itibaren yönetilmesi zorunlu bir risk olarak görülmektedir. Risklerin tespiti ve gebeliğin kontrolü için geliştirilen teknolojiler de kendi etik ve politik tartışmalarını beraberinde getirir. Antropolog Sarah Franklin, üremeye yardımcı teknolojiler özelinde, bu sağlık teknolojilerinin siyasi ve toplumsal cinsiyet açısından nötr bir duruşa sahip olmadığını; aksine üretildikleri ideolojik ve politik varsayımları yansıttıklarını öne sürer (Franklin & Inhorn, 2025). Yalnızca teknolojik uygulamalar değil, bu uygulamalara temel teşkil eden bilgi, bilim ve teknik de benzer şekilde üretilir. Örneğin, Emily Martin tıp kitaplarını incelediğinde sperm ve yumurtanın toplumsal cinsiyet rollerini yansıtacak biçimde betimlendiğini görür: Aktif sperm, orada öylece duran pasif yumurtayı döllemektedir. Oysa yumurtayı merkeze alan bir anlatı ve yorum, üremenin hakikatini daha gerçekçi bir şekilde yansıtır (Martin, 1991).
Üstelik doğuma dair pek çok terim, tıbbileşen doğumun kapitalist doğasını yansıtacak biçimde İngilizce adlarını Sanayi Devrimi sonrası fabrika terimlerinden almıştır (örneğin “labor”, “delivery” gibi). Rayna Rapp, kendisini siyaset üstü ve hakikatin tek temsilcisi olarak konumlandıran bilim otoritelerinin ürettikleri bilgi ile gebelik ve doğuma dair kararların asıl öznesi olan aileler arasındaki uçuruma dikkat çeker. Gebelik takibinde fetüsün sağlığına dair istatistiki bilgi sunan amniyosentez gibi teknolojiler, her zaman tıbbi profesyoneller ve aileler tarafından aynı şekilde anlaşılmaz ya da aynı anlamlarla yüklenmez.
Antropolog Janelle Taylor (2008), tanı koymak için geliştirilmiş bir tarama teknolojisinin (ultrason), nasıl olup da elden ele dolaşan, Facebook sayfalarında gebeliği duyurmak için kullanılan bir görsel hâline geldiğini sorgularken; Kamran Asdar Ali, doğum ve aile planlamasının neoliberal kimliğini tartışır. Hem devletin başıboş bırakamayacağı kadar ekonomik olan hem de yönetimi bireye yüklenen bu kararlar, artık “bilinçsizce” çok çocuk sahibi olmaması gereken ebeveynleri ülkenin kaderi için bu şekilde davranmaya mecbur bırakır (2002). Michelle Murphy, erkek egemen tıbbi sisteme güvenini kaybeden Amerikalı feministlerin tıbbi teknoloji ve bilgi üretimlerini kendi ellerine alışını anlatırken (2012); Cecilia Van Hollen, Hindistan’da modernliğin sembolü olarak görülen hastanelerde yoksul kadınlara uygulanan obstetrik şiddetten, onamsız (hasta rızası alınmadan) gerçekleştirilen kısırlaştırma işlemlerinden ve bu işlemlere maruz kalan kadınların aynı anda hem “geri kalmış” hem de modernliğin taşıyıcısı olarak konumlandırıldığından bahseder (2003).
Bu çerçeveden bakıldığında, aşı karşıtlığı ve koronavirüs pandemisi sonrasında Türkiye’de de yaygın biçimde görülen modern medikal pratiklerin sorgulanması olgusu, bu sorgulamanın tarihsel ve politik sebepleri göz ardı edilerek yalnızca kitlelerin iflah olmaz cehaletine atfedilmesi; bu kitlelerin hem geri kalmış hem de asla modernleştirilemeyecek oluşları üzerinden tanımlanması oldukça tanıdık bir durum.
Sosyal Eşitsizliklerin ve Politik Gerilimlerin Yansıma Alanı Olarak Doğum
Doğum, bu örneklerde de görüldüğü gibi aslında sosyal hayatın analizine açılan bir kapı. Dolayısıyla toplumdaki eşitsizlikleri de bu alanda görüyoruz. İstanbul’da katıldığım bir doğuma hazırlık eğitiminde, dersi veren ebe Türk kadınların çok nazlı olduğundan, Avrupa’da sezaryen oranlarının düşüklüğünden dem vurmuştu. Daha sonra kadın hastalıkları ve doğum uzmanlığını Almanya’da tamamlamış Türkiyeli bir hekim, Almanya’dayken Türkiye göçmeni bir kadın geldiğinde “Bu kolay doğurur” diye meslektaşlarıyla aralarında konuştuklarını anlatmıştı. Aynı kadınların Türkiye’de nasıl olup da “doğuramadığını” ve sezaryen yapılması gerektiğini anlamakta zorlanıyordu.
“Yabancı” kadınların Almanya’da doğum yapmaları üzerine ilk çalışmalar 1960’ların ortasında yapılmış ve bu kadınlar arasında sezaryen ile cerrahi müdahaleli vajinal doğum oranlarının daha yüksek olduğu görülmüş (Loew & Schrank, 1966).
Bu durum başlangıçta dil engeli ve iletişim sorunlarıyla açıklanmış olsa da daha sonraki çalışmalarda -cerrahi müdahale ve sezaryen oranları açısından- göçmen ve yerli nüfus arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Bu tespit de doğum hizmetlerinde dile bağlı ayrımcılığın azalmış olabileceği şeklinde yorumlanmış (Matthias et al., 2015). Sosyoekonomik eşitsizliklerin doğuma yansıması yalnız göçmenlikle sınırlı değil. 2021 ve 2022 yıllarında, Amerika’daki siyah kadınlar için anne ölüm oranının beyaz kadınlara kıyasla yaklaşık 2,6 kat daha yüksek olduğu görülüyor (Njoku et al., 2023).
Türkiye’de bir yandan doğal doğum adına kampanyalar yapılıp bir yandan doğuma dair seçimler kısıtlanırken (hâlâ evde doğum veya yalnız ebeyle doğum çoğu kadın için uzak bir hayal), dünyanın gözü önünde bir halkın yok edildiği Filistin’deki doğumlar için söylenecek çok şey var. Tüm sağlık hizmetlerinin durduğu bir ortamda, doğum durmuyor. Evleri bombalanan, aileleri katledilen kadınlar o gebeliklere devam edip soykırımın ortasında doğum yapıyorlar.
Filistinli antropolog Rhoda Kanaaneh, doğumu bu anlamda hayatta kalmaya dair bir kararlılık, bir halkın direniş öyküsünün önemli bir parçası olarak görür. Bu direniş azmi, Kanaaneh’nin mülakat yaptığı bir kadının “Keşke tüm Filistinli kadınların tüplerini bağlayabilsem.” diyen İsrailli doktora “Ben yine doğurup, evladımın adını Muhammed koyacağım.” demesinde gizli (Kanaaneh, 2002). Belki “Nasıl oluyor?” diye şaşırabilirsiniz ama doğum da zaten tam olarak bu değil mi? Yeni bir başlangıç, yeni bir umut, belki de iktidarın yeniden tanımlandığı yeni bir siyaset alanı.
Kaynaklar
- Ali, Kamran Asdar. Planning the family in Egypt: new bodies, new selves. University of Texas Press, 2002.
- Balsoy, Gülhan. The Politics of Reproduction in Ottoman Society, 1838-1900. Taylor & Francis Group, 2015.
- Boddy, Janice. Civilizing Women: British Crusades in Colonial Sudan. Princeton University Press, 2007.
- Erkaya Balsoy, Gülhan. Kahraman doktor ihtiyar acuzeye karşı: Geç Osmanlı doğum politikaları. Can Yayınları, 2015.
- Franklin, Sarah, and Marcia C. Inhorn, editors. The New Reproductive Order: Technology, Fertility, and Social Change Around the Globe. NYU Press, 2025.
- Kanaaneh, Rhoda Ann. Birthing the Nation: Strategies of Palestinian Women in Israel. University of California Press, 2002.
- Loew D, Schrank P. [Report on 7000 deliveries in a medium-sized hospital with consideration of the process of labor in foreigners]. Zentralbl Gynakol. 1966; 88:23–31. German. pmid:5974477
- Martin, Emily. The egg and the sperm: How science has constructed a romance based on stereotypical male-female roles. Signs: Journal of Women in Culture and Society, 16(3), 485-501, 1991.
- Matthias, David, et al. “Caesarean Section Frequency among Immigrants, Second- and Third-Generation Women, and Non-Immigrants: Prospective Study in Berlin/Germany.” PLoS One 10.5 (2015) ProQuest. 6 Aug. 2025
- Murphy, Claudette Michelle. Seizing the Means of Reproduction: Entanglements of Feminism, Health, and Technoscience. Duke University Press, 2012.
- Njoku, Anuli et al. “Listen to the Whispers before They Become Screams: Addressing Black Maternal Morbidity and Mortality in the United States.” Healthcare (Basel, Switzerland) vol. 11,3 438. 3 Feb. 2023, doi:10.3390/healthcare11030438
- Rapp, Rayna. Testing Women, Testing the Fetus: The Social Impact of Amniocentesis in America. Routledge, 1999.
- Taylor, Janelle S. The Public Life of the Fetal Sonogram: Technology, Consumption, and the Politics of Reproduction. Rutgers University Press, 2008.
- Van Hollen, Cecilia. Birth on the Threshold: Childbirth and Modernity in South India. University of California Press, 2003.