Avrupa’nın Kapısında Doğum: Akdeniz’de Kırılgan Hayatları (Yeniden) Kurmak
Avrupa’nın sınır bölgelerine ulaşan mülteciler için hamilelik, doğum ve ölüm iç içe geçmiş durumda. Sağlık antropoloğu Dr. Vanessa Grotti, Lampedusa’dan Sicilya’ya göçmen kadınların doğum deneyimleri üzerinden, aidiyet, akrabalık ve geçiciliğe dair derin bir sorgulama sunuyor.

Avrupa Birliği’nin sınır bölgelerinde doğum yapan ve hamile durumdaki mülteciler hakkındaki bir projenin beni ölüm ve yas hakkında bu kadar düşündüreceğini hiç beklememiştim. Ama şimdi bu ikisi öylesine iç içe geçmiş görünüyor ki, daha önce bunları nasıl farklı algılamış olduğuma şaşıyorum. Kendimi giderek mezarlıklar ve doğumhaneler arasında zamanımı bölüştürürken buluyorum, sanki saha araştırmamı daha iyi anlayabilmem için ikisine de ihtiyacım varmış gibi.
Doğum ve ölüm sadece birbirini tamamlamıyor, aynı zamanda çevre bölgelerdeki mahrem ve kolektif yaşam döngüsünü de besliyor ve sürdürüyor; özellikle Orta Akdeniz rotası gibi Avrupa’ya doğru gittikçe tehlikeli ve öngörülemez hâle gelen göç yolunun sonunda yer alan bölgelerde. Bu iki büyük yaşam olayı, aynı zamanda aidiyet ağları ve hatırlama biçimleri aracılığıyla akrabalık ve toprakla kurulan yerel bağı kapsıyor; bu ağlar günlük görevleri ve toplumsal düzenleri mütemadiyen örgütlüyor.
Bir Ebeveyn Olarak Hamileleri ve Mülteci Anneleri Gözlemlemek
Bu yazıyı yazdığım sırada, yönettiğim bir proje için dokuz aydır güney Sicilya’da yaşıyorum. Bu proje, Akdeniz ve Denizaşırı Fransa’daki dört AB üyesi ülkenin uluslararası sınır bölgelerinde doğum hizmetleri ve hamile göçmen geçişlerini karşılaştırmalı olarak inceliyor. Avrupa Araştırma Konseyi (ERC) tarafından finanse edilen bu beş yıllık projem, farklı bölge ve ülkelerde karşılaştırmalı ve iş birlikçi etnografik saha araştırmasına dayanıyor. Küçük araştırma ekibimiz şu ana kadar güney İspanya (Melilla ve Ceuta), Lampedusa ve Sicilya ile Yunanistan’da çalıştı. Ekip üyelerimizden biri, Avrupa’nın en büyük doğum kliniğinin bulunduğu Hint Okyanusu’ndaki Fransız toprağı Mayotte’ye yeni yerleşti. Burada yılda 9.000’den fazla bebek dünyaya geliyor ve büyük çoğunluğu Fransız vatandaşlığı veya sosyal güvenliği olmayan kadınlardan doğuyor.
Ekipte ailemle birlikte sahada bulunan tek kişi benim ve çocuklarım günlük yaşama daha iyi entegre olmama yardımcı oldu. Gerçekten de onların arkadaşları ve aileleri aracılığıyla yerel rutinlere alıştım. Bu, ebeveyn olarak yaptığım ilk saha çalışması değil; fakat çocuklarımın kendi sosyal yaşamlarını kurabildikleri ilk saha çalışması. Bu da benim araştırmacıdan önce bir ebeveyn olarak tanımlanmama neden oluyor. Bu durum beni daha insani kılıyor ve bu devasa yabancılık uçurumunu aşacak daha fazla ortak nokta sunuyor. Ancak göçmenler, sığınmacılar, kısa vadeli sözleşmelerle çalışan kamu veya sivil toplum çalışanları, gazeteciler ve göç endüstrisinin bir şekilde parçası olan herkes gibi benim de buradaki varlığım geçici. Ebeveynliğimi buraya beraberimde taşımış olsam da akrabalarım ve köklerim başka yerde ve bu yüzden buradan ayrılmak zorundayım.
Göç Rotasındaki Sınır Bölgelerinin Akış Hâli ve Hareketliliği
Hareketlilik ve geçicilik, İtalya’nın ve hatta Avrupa’nın en kötü sosyoekonomik göstergelerine sahip bölgelerinden birinde yerel yaşamın kırılganlığının da bir parçası. Emilia-Romagna, Puglia ve Rusya kökenli olan ailem geçmişte politik ve ekonomik sebeplerle göç (mevsimsel göç dâhil) yaşamış olsa da şimdi çok daha derin ve çıplak bir sosyal gerçeklikle karşı karşıyayım: Mevsimsel ve döngüsel göçün getirdiği kırılganlık.
İster Kalabriya ile Siraküza arasında olsun, ister Sahra Altı Afrika’dan gelen zorlu göç rotasıyla, insan hareketliliği ekonomik fırsatların peşinden gitmekle sınırlı değil. Gidişler ve dönüşler, mevsimsel işler ve küçük ölçekli fırsatların yanı sıra akrabalık ve dostluk bağlarına dayanıyor.
Amazon Ormanları’nın uç bölgelerindeki yerli etnolojisi eğitimi almış bir antropolog ve üç sınır bölgesine yayılmış yarı-göçebe topluluklarla çalışmış biri olarak, yeni saha çalışmamı önceki Amazon Ormanları’ndaki deneyimlerimin merceğinden görmemek elde değil. Beni en çok etkileyen şey, burada mülteci ve sığınmacıların akrabalık bağlarının ne kadar keskin bir şekilde koparılıp yeniden yapılandırıldığı ve göç rotası deneyiminin kişilik ve aidiyet duygularını nasıl yok edip yeniden şekillendirdiği oldu. Uluslararası sınır bölgeleri sürekli akış ve hareket hâlinde.
Özellikle Kadınlar İçin Tehlikeli Bir Rota: Orta Akdeniz
İtalya’nın sınır bölgelerindeki yerel halkın gözünde, genellikle dramatik ve trajik koşullarda kurtarılan göçmenler sistematik olarak “mischini” (acınacak kişiler) olarak anılıyor. Çünkü hiçbir şeyleri yok, özellikle de güvenebilecekleri kimseleri. Ailelerini geride bıraktılar. Yalnızca Avrupa’nın kuzeylerinde bir yerlerde uzaktan akrabaları var. İtalya’daki kalışları süresince, yalnızca yolculuk sırasında birlikte pek çok şey paylaştıkları “geçiş kardeşlerine” ve kurumların sağlayabileceği imkânlara güvenebiliyorlar.
Orta Akdeniz rotası, yalnızca Libya’daki istikrarsızlık ve tehlikeler nedeniyle değil, aynı zamanda kadınlar açısından rotanın her adımında tehlikenin bulunması nedeniyle kötü bir şöhrete sahip. Kadınlar için tehlike, yola çıkmadan önce bile her yerde mevcut. Özellikle Nijer’deki büyük kamplar gibi göç rotasının belirli duraklarında tehlike daha da artıyor. Lampedusa’daki ilk kabul merkezi ve sağlık kliniğinde tedavi gören kadın hastaların çoğu, Batı ve Doğu Afrika kökenli ve yol boyunca maruz kaldıkları şiddet ve yetersiz üreme sağlığı nedeniyle ürkütücü sağlık komplikasyonlarına sahip.
Akdeniz’i aşarak sığınma arayanlar arasında kadınlar giderek çoğalıyor ve önemli bir kısmı sınırdan hamile olarak geçiş yapıyor. İlk kabul tesislerinin acil müdahale birimlerinde çalışan biyomedikal personel içinde, gelen kadınların üreme sağlığını kontrol etmek için hazır bekleyen bir kadın doğum uzmanı var. Ara sıra kurtarma gemisinde bir bebek dünyaya geliyor; ancak bu olaylar medyada yansıtıldığından daha seyrek yaşanıyor. Denizde gerçekleşen canlı doğumlar medyada çoğu zaman coşku ve rahatlama anları olarak anlatılıyor ve toplu bir iyileşme hissi yaratılıyor. Hayatın trajediye karşı galip gelmesi, yerel halk ve neredeyse her gün ölüm ve trajediyle yüzleşen kurtarma görevlileri için bir ferahlama anı olarak görülüyor.
Sicilyalılardan Mültecilere Devredilen Bir Olgu: “Yuvadan Uzakta Doğum”
Doğum ve ölüm, güçlü bir şekilde ritüelleşmiş akrabalık kurma süreçlerine bağlı ve akrabaların yokluğu, yolculuk hâlindeki annelik deneyimini anlatan görüşmecilerimin ilk vurguladığı konu. Sicilya’daki hastanelerde doğum hizmetleri daha iyi olsa da anneler geniş akrabalık ağlarının desteğinden yoksun olarak acı çekiyor. “Yuvadan uzakta doğum” ifadesi hem göçmenlerden hem de yerlilerden sıkça duyduğum bir anlatı. Bölge halkı da Sicilya’nın kendi göç ve köklerinden kopma tarihinin fazlasıyla farkında. Örneğin, “kimsenin doğmadığı ada” (İtalyanca, “l’isola in cui non si nasce”) ifadesi Lampedusalı yerel halk tarafından yaşadıkları adayı tanımlamak için kullanılıyor. Geçmişte İtalyan devleti, Lampedusalı kadınların kendi topraklarında doğum yapmasına nadiren izin vermiş ve genelde onları büyük hastanelere yönlendirmiş.
Doğurganlığın Lampedusa’daki tarihini takip edecek olursak; ilk olarak, iki dünya savaşı arasındaki yıllar ve Kuzey Afrika göze çarpar. Bu dönemde kadınlar doğum yapmak için denizi geçerek Tunus’a gidiyordu. Daha sonra, 1970’lerin ortalarından itibaren Palermo’daki doğum bakım sistemine geçildi. Bu kapsamda kadınlar doğum tarihlerinden iki ay önce, genellikle masraflarını kendileri karşılayarak, yaşadıkları bölgenin başkentindeki akrabaları ve tanıdıklarının yanında kalıyor ve doğum yapıyorlardı. Sicilya’nın bölgesel haritası, kadınların yapısal kurumsal yetersizlikleri telafi etmek için genellikle akrabaları olmadan uzun mesafeler kat etmek zorunda kaldıkları bu karmaşık üreme bakımı ağlarını ortaya koyuyor. Nitekim, Sicilya’nın güneyindeki ailelerin tarihlerini ve doğum süreçlerini izlemek, Akdeniz’de birkaç nesil boyunca uzanan karmaşık akrabalık yollarına uzanıyor. İnsanlar hareket ediyor, ama üzerinde yürümüş oldukları yollar kalıcı oluyor.
NOT: Bu yazının İngilizce aslı, 3 Kasım 2017 tarihinde Amerikan Antropoloji Derneği tarafından yayımlanmıştır.