Avrupa’da “Anonim Doğum” Dilemması
Avrupa’da anonim doğum yasaları, kadınların kimliklerini gizleme hakkı ile çocukların kökenlerini bilme hakkı arasındaki gerilimi derinleştiriyor. Orta Çağ’dan günümüze uzanan bu tartışma, hukuki ve etik açıdan çözülmesi güç soruları gündeme taşıyor.

Anonim doğum, annenin kimliğini açıklamadan bir çocuk dünyaya getirdiği ya da kimliğinin kayda geçirilmediği doğum biçimine denir. Özellikle evlilik dışı hamile kalma durumlarında karşılaşılan “neonaticide”, yani yeni doğan bebeklerin öldürülmesi suçunu önlemek amacıyla anonim doğumların yasalaştırılması meselesi yüzyıllardır tartışılıyor.
Anonim doğumda, annenin bilgiye dair kendi kaderini belirleme hakkı, çocukların biyolojik kökenlerini bilme hakkını ciddi şekilde sınırlandırır. Bu yönüyle “anonim doğum” annenin kimliğinin ancak yetişkin olan çocuk daha sonra talep ederse açıklanabildiği “gizli doğum” kavramının ötesine geçer.
Anonim doğumlar, ebeveynlik kavramlarının hukuki ve toplumsal normlarla nasıl şekillendiğini ve bu normların kadınların, çocukların ve ailelerin hayatları üzerindeki etkilerini tartışmaya açan bir konu olarak karşımıza çıkar. Hukuk sistemleri, genellikle “mater semper certa est” ilkesine, yani çocuğu doğuran kadının otomatik olarak annenin sayıldığı prensibe dayanır. Ancak Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, kadınların kimliklerini gizleyerek doğum yapmasına izin veren düzenlemeler, bu anlayışı, dolayısıyla da çocukların ailelerinin kimliğini öğrenme hakkını sorgulatmaktadır. Ülkelerin bu konudaki farklı uygulamaları ise hem hukuki hem etik olarak anonim doğum uygulamasının içinde bulunduğu çıkmazları gözler önüne seriyor.
İtalya’daki “Hayat Beşiği” Uygulaması
Anonim doğum uygulamasının kökleri yüzyıllar öncesine uzanıyor. Örneğin, 13. yüzyıl İtalya’sında evlilik dışı çocuk sahibi olmak toplumsal açıdan skandal sayıldığı için kadınlara bebeklerini anonim şekilde evlatlık verilmek üzere bırakma hakkı tanınmıştı. Bu amaçla kullanılan “ruota”, genellikle Katolik Kilisesi ile bağlantılı bir terk edilmiş çocuklar kurumunun duvarına yerleştirilmiş döner bir düzenekti. Kadınlar bebeklerini bu mekanizmaya bıraktığında çocuk doğrudan kurumun içine alınıyordu.
Terk edilmiş çocuk kurumları, bu çocuklara barınma ve eğitim sağlayan merkezlerdi. Bu çocukların büyük çoğunluğu gayrimeşru kabul ediliyordu. 20. yüzyılın sonlarına kadar evlilik dışı doğum toplumda utanç verici görülüyor ve bebeği kuruma bırakmak, sosyal dışlanmadan kaçınmak isteyen kadınların başvurabileceği tek yol sayılıyordu.
Ruota kullanımı özellikle 1940’lar ve 1950’lerde yaygınlığını korudu, ancak evlilik dışı doğum ve din konusundaki toplumsal normların değişmesiyle önemini giderek kaybetti.
1970’lerde İtalya’da kürtaj ve doğum kontrolünün yasallaşmasıyla birlikte kadınlar, bedenleri üzerinde daha fazla söz sahibi oldu ve çocuk sahibi olup olmamaya kendileri karar verebilir hâle geldi. Bu dönemde, anonim doğum yasal olarak devam etse de yüzyıllar boyunca birçok kadının hayatında derin izler bırakmış olan terk edilmiş çocuk kurumları kapatıldı.
Buna karşın “ruota” uygulaması tamamen ortadan kalkmadı. 2006 yılında İtalya’daki kürtaj karşıtı hareket, “Culla per la vita” (Hayat Beşiği) adı verilen proje kapsamında ülke genelindeki hastanelere modern güvenli bebek kutuları yerleştirdi.
Ocak 2025’te ise trajik bir olay yaşandı. İtalya’nın Puglia bölgesindeki Bari kentinde, San Giovanni Battista Kilisesi’nde bulunan bebek bırakıcısında, yaklaşık 1 aylık erkek bebek cansız şekilde bulundu. Bebeği bırakan kişi alarm sistemine bağlı kapağı kapatmamış, sistem çalışmadığı için de durum fark edilmemişti.

Avrupa’da anonim doğumun yasal olduğu ve yasak olduğu ülkeler | Kaynak: https://anonymegeburt.at/en/anogeb-eur-map/
AİHM: “Geri Alınamazlık Çocukların Hakkını İhlal Ediyor”
İtalya’da 2001’de yürürlüğe giren bir yasaya göre kadın doğum sırasında adını vermemeyi tercih ederse, bu bilgi 100 yıl boyunca erişime kapalı kalır. Çocuğun ileride biyolojik annesinin kimliğini öğrenme talebi kesin olarak reddedilir. Bu durumda “geri alınamazlık” prensibi geçerlidir, yani mahkemeler bu kararı sorgulamaz, kadının bu konuda gösterdiği irade geri alınamaz.
Bu yasa, annenin kararını yıllar sonra gözden geçirmesine olanak tanımadığı için hem çocuk hem de kadın açısından baskıcı olmakla eleştirildi. Ayrıca mutlak gizliliğin çocuğun kişisel gelişimi ve kimlik oluşturma süreci açısından zararlı olup olmadığına dair tartışmalar da sürdü.
Godelli v Italy davası bu açıdan ilginç bir dönüm noktası olarak karşımıza çıkıyor. 1943 yılında Trieste’de dünyaya gelen Anita Godelli, annesinin doğum sırasında kimliğini gizli tutmayı tercih etmesi nedeniyle doğar doğmaz terk edildi ve kısa süre içinde evlatlık olarak verildi. On yaşında evlatlık olduğunu öğrenen Godelli, ilerleyen yıllarda biyolojik kökenlerine dair bilgi edinmek istediğinde İtalyan yasalarının katı anonimlik düzenlemeleriyle karşılaştı.
Annesinin talebinin geri alınamaz kabul edilmesi, onu doğum geçmişi ve kimliği hakkında herhangi bir bilgiye ulaşmaktan yoksun bıraktı. 2012’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Godelli’nin başvurusunu kabul ederek İtalya’yı, çocuğun kökenlerini bilme hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle mahkûm etti. Görüldüğü üzere AİHM için anonimlik hakkı başlı başına sorunlu değil; ancak geri alınamaz olması (irreversibility) çocuğun hakkını ihlal ediyor.
Bu karar aynı zamanda devletlerin bu iki hakkı (anonimlik ve bilgiye erişim) adil şekilde dengeleme yükümlülüğü olduğunu da teyit ediyor. Öte yandan, anonim doğumun bir seçenek olmadığı ülkeler veya geri alınamazlığı aşmaya çalışan ülkeler de mevcut. Sosyolog Laura Maratou-Alipranti 2009’da Avrupa Parlamentosunda yaptığı bir sunumda ülkeler arasındaki politika farklarına dikkat çekmişti:
Yunanistan’da Anonim Doğum Yasaklanmış Durumda
Yunanistan, Avrupa’da anonim doğuma izin vermeyen ülkelerin başında geliyor. Medeni Kanun’a göre doğumun ilk 10 günü içinde babanın, doktorun, ebenin veya doğum sırasında hazır bulunan herhangi bir kişinin doğumu resmî olarak bildirmesi zorunlu. Anne bu bildirimi bizzat yapmak zorunda değil, bir temsilci aracılığıyla da yapabilir; ancak çocuğun doğumunun gizlenmesi veya terk edilmesi yasaya aykırı ve cezai yaptırıma tâbi. Evlat edinme durumunda ise gizlilik ilkesi uygulansa da Yunanistan’da evlat edinilen çocuklar 18 yaşına geldiğinde biyolojik kökenlerini araştırma hakkına sahip.
Fransa, Avusturya ve Lüksemburg’daki Gizli Doğumlar
Fransa, Avusturya ve Lüksemburg’da ise biyolojik annelik ile yasal annelik arasında ayrım olduğu düşünülüyor. Evli olmayan bir kadının anne sayılabilmesi için çocuğu resmen tanıması gerekiyor; aksi hâlde kimliği doğum belgesine yazılmıyor. Bu düzenleme, kadına hastanede güvenli bir şekilde kimliğini gizleyerek doğum yapma hakkı veriyor.
Öte yandan, Fransa’da kadın doğumdan sonraki sekiz hafta içinde çocuğunu geri alma hakkına sahip. 2000’li yılların başında beri her yıl yaklaşık 600 kadının bu haktan yararlanmakta olduğu düşünülüyor. 2002 reformu ile kadınların, çocuk yetişkin olduğunda kendisine verilmek üzere kapalı bir zarfla kişisel bilgi bırakması mümkün olsa da bu uygulama zorunlu tutulmuyor. Fransa’nın “Naissance sous X” (X altında doğum) uygulaması, tarihsel olarak Vichy rejimi döneminden bu yana vardı ve 2002 yılında yeniden yasaya dahil edildi.
2003 yılında görülen Odièvre v. France davası, Avrupa’da anonim doğum tartışmalarında önemli bir dönüm noktası oldu. Mahkemeye başvuran Odièvre, Fransa’daki “Naissance sous X” sistemi kapsamında doğmuş, yetişkin olduğunda biyolojik annesinin kimliğini öğrenmek istemiş ancak yasal düzenlemeler nedeniyle reddedilmişti.
AİHM, çocuğun kökenlerini bilme hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesiyle güvence altına alınmış özel hayata saygı hakkının bir parçası olduğunu kabul etti. Ancak Fransa’daki sistemin, annenin anonimlik hakkı ile çocuğun bilgiye erişim hakkı arasında adil bir denge kurduğunu belirterek ihlal olmadığına hükmetti. Mahkeme özellikle 2002’de kurulan Ulusal Kökenlere Erişim Konseyi (CNAOP) sayesinde çocukların biyolojik kökenlerine dair bilgiye sınırlı da olsa ulaşabilme imkânının bu dengeyi sağladığını vurguladı.
Almanya’da 2014’te Uygulamaya Geçirildi
Almanya’da ise 1990’lar ve 2000’ler döneminde anonim doğumun yasallaşması için resmî girişimler olmuş, ancak yasal boşluk ve etik kaygılar yüzünden bunlar uzun süre hayata geçmemişti. Bunun temel nedeni olarak Alman Aile Hukuku’nun ebeveyn-çocuk ilişkisinin kırılmazlığı ilkesine sıkı sıkıya bağlı olması kabul edildi. 26 Kasım 2009’da Alman Etik Konseyi yayımladığı görüşünde Almanya’da 1999’dan beri var olan “baby drop” (bebek kutuları) ve anonim doğum imkânlarını değerlendirmiş; bu değerlendirmede, deneyimlerin risk altındaki (bebek öldürme ya da terk etme eğiliminde olan) kadınların çoğunlukla bu imkânlardan faydalanmadığını gösterdiğini belirtmişti.
Öte yandan Almanya’da 2014’te yürürlüğe giren “vertrauliche Geburt” (gizli doğum) sistemiyle anne doğum esnasında kimliğini sağlık görevlileri ve danışmanlar dışında gizleyebiliyor. Çocuk 16-18 yaşında annesinin kimlik bilgisine ulaşabiliyor. Buna karşılık İtalya ve Belçika’da, anonim doğum yasal olsa da hem anne hem de çocuk daha sonra kökenlerini araştırma hakkına sahip.
Hukukun Kör Noktasında Hangi Tartışmalar Var?
Anonim doğum tartışmaları günümüzde “çocuk merkezli” olması açısından eleştiriliyor. Kadının ve özellikle biyolojik babanın konumunun bu tartışmadan dışlanması ise başka sorunlar yaratıyor. Örneğin, anonim doğuma izin veren yasaların katılığı; kadınların kararını değiştirerek çocuklarının izini sürmesinin de önünde bir engel olarak yükseliyor. Bir anlamda kadının “karar değiştirme hakkı” elinden alınmış oluyor. Bu durum, kararının sonucu olarak bir tür kamusal cezalandırmaya dönüşüyor.
Öte yandan babanın hem anonim doğum şartlarına sebep olmadaki sorumluluğu, hem çocuğun köken bilgisindeki rolü ve bilgi edinme hakkı hem etik hem hukuki tartışmaların dışında kalmış durumda. Bu durum, kadının hamileliğinin genellikle “tecavüz sonucu olduğu” varsayımına dayandırılsa da bu varsayımı destekleyecek yeterli veri bulunmuyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesine göre özel hayatın korunması hakkı bu durumda her üç taraf için de geçerli.
Devletlerin bebek ölümlerini engellemek için aldığı anonim doğum önlemi ise, bebeklerin hayatta tutulmasına dair annelerin yeteri kadar desteklenmiyor olabileceğinin altını çiziyor. Kadınların kimliğini gizleyerek doğum yapma hakkını feminist bir yerden okumak bu açıdan zorlaşıyor. Zira burada önce gizliliğin bir “özgürlük” veya haktan önce neden bir “zorunluluk” olarak karşımıza çıktığını anlamak gerekiyor.
Kadınların hangi şartlarda ve neden kamusal olarak yalnız bırakıldığının ve çocukların neden güvenli bir şekilde evlat edinme sistemine dahil edilemeyeceği şartların oluştuğuna dair daha çok veriye ve kapsayıcı bir tartışmaya ihtiyaç var gibi görünüyor. Bu açıdan “geri alınamaz anonimlik” ne çocuklara ne de annelere hizmet ediyor. Bu olguyu ele alan kaynaklar her ne kadar anonim doğumların yıllık doğum oranlarına göre çok düşük bir yüzdeye sahip olduğunu vurgulasa da konunun kelimenin tam anlamıyla “hayat memat meselesi” olması, hukukun kör noktalarını fark etmenin önemini tekrar gözler önüne seriyor.