Sessiz Kalabalıkta Yalnızlık: Yolunda Gitmeyen Doğumlar
Bebek mevlitleri, baby showerlar, hediyeleşmeler ve güzel temenniler arasında hamile kadınlar ve sonrasında doğan bebekler birer kutlama vesilesi. Ancak her gebelik ve doğum arzu edilen şekilde ilerlemiyor. Kadınların “yolunda gitmeyen doğum” hikâyelerine kulak vermek için Aysima ve Lale ile konuştuk.

Tetikleyici İçerik Uyarısı: Bu yazı, hamilelik süreci, bebek kaybı ve erken doğumla ilgili hassas içerikler barındırmaktadır.
Aysima’nın iki hamileliğinden bir kaybı ve bir de küçük kızı var. İkinci hamileliğindeki bakış açısını kayıp sürecinin nasıl şekillendirdiğini şöyle anlatıyor:
“Hamileliğim boyunca duyduğum ‘Allah kurtarsın’ sözü önceleri beni hep şaşırttı. Ben hapishanede mahkûm muydum? Evet, hamileliğim geçmeyen bulantılar ve bel ağrıları eşliğinde zor geçiyordu. Bazen bedenim ele geçirilmiş gibi hissetmek hoşuma gitmiyordu ama bir yandan da bu süre bebeğim için gerekliydi. Bebeğime daha doğmadan yük muamelesi yapmayacaktım. Kendime bile itiraf etmesem de çocuğuma en süper anne olacaktım. O yüzden her istifradan sonra cesur bir ifade takınıp, beni endişeyle bekleyen kim varsa, onun yanına hamileliğin ‘hakkını vermiş’ bir şekilde gidiyordum.
Bu endişeli kendini beğenmişliğin arkasında, ‘ne olursa olsun hamileliğimin sonuna kadar devam etmesi’ için şükürsüzlük yapmaktan korkmam yatıyordu. Zira ilk bebeğimi 9 haftalıkken, Amerika’da evde ‘doğurmuştum’. Türkiye’de düşük vakalarında koşa koşa jinekoloğa gitmen ve kürtaj işlemi görmen gerekiyor. Bu, şehir hayatında hem kültürel olarak kabul görmüş hem de doktorların enfeksiyon riskine karşı tercih ettiği bir şey. Ben de başıma gelene kadar bunun kürtaj dışında bir alternatifi olduğunu bilmiyordum. Bebeğimi kaybettiğimi öğrendiğimde yaşadığımız şehrin dışındaydık ve geceydi. Rasgele bir acil servise gidip gerçekle yüzleştik. Bana üç seçeneğim olduğunu söylediler: Bir hastaneye gidip kürtaj olmak, eve gidip ‘doğal yollarla’ düşüğün gerçekleşmesini beklemek veya süreci hızlandırmak için ilaç almak. Karar verecek durumda olmadığım için eve gittim.
Ertesi gün, Amerika’da yaşadığım şehirde sigortamın karşıladığı doktorları sırayla arayıp acil randevu almak için aradım. Kimse randevu vermedi. Çoğunun da sebebi yeni hasta almak istememesiydi. Kimse durumumu acil görmüyordu. Bense bir yandan evlat acısı hissediyor bir yandan da Türkiye’deki uygulamalardan hareketle saatli bombayla dolaşıyor gibi hissediyordum. En son mesai saatinin bitmesine yakın, yakındaki bir hastaneye gidip sigortasız bir şekilde de olsa bir doktora görünmek için neredeyse sekretere yalvardım. Neyse ki çıkmak üzere olan bir doktor beni fark etti ve hemen muayeneye aldı. Bana ilk söylediği şey ‘Bu senin suçun değil, yanlış bir şey yapmadın veya ağır falan kaldırmadın’ oldu. Bu sözleri yıllarca minnetle içimde taşıdım.
Amerika, sağlık sisteminin acımasız pahalılığı ile meşhurdur. O gün hem maddi olarak acil olmayan bir operasyonu karşılayamayacağımız için hem de bebeğimden hemen ayrılmak istemediğim için eve gidip beklemeye karar verdim. Doktora nasıl bir sancı beklemem gerektiğini, kendimi neye hazırlamam gerektiğini sordum. Bir gün önce gittiğim acildeki erkek doktorun ‘ağır bir regl sancısı gibi olabilir’ dediğini de ekledim. Doktorum acı acı gülerek bu benzetmenin yerinde olmadığını belirtti.
Bu kararımızdan dolayı Türkiye’deki ailelerimiz çok endişelendi. Tam 10 gün ‘düşürmeyi’, yani doğum sancımın gelmesini bekledim. Saçma gelecek belki ama duygusal olarak çok acı çeksem de vücudum bana bebeğimle o süreyi verdiği için minnettar hissettiğimi ve Allah’a şükrettiğimi hatırlıyorum. Bu süreçte ne kadar çok insanın düşük ve ölü doğum tecrübesiyle imtihan olduğunu öğrenip şaşırdığımı hatırlıyorum. Ben tecrübemi yakınlarımla paylaştığımda, birçok kadın bana bu konuda açıldı ve bu konunun yeteri kadar konuşulmadığını, hepimizin kendi yalnız köşelerimizde acı çektiğimizi daha iyi anladım.
“Kızım İki Buçuk Yaşında Olabilir Ama Ben Beş Yıldır Anneyim”
Halbuki ben kendimi hazırlamak için çok fazla kaynak aramama rağmen internette doğru düzgün bir şey bulamamıştım. Neyse ki, bir Amerikalı kadının bloğunu buldum ve eşime de okuttum. Kendimizi hem psikolojik hem de fiziksel olarak bizi neyin beklediğine hazırlamaya çalıştık. O ana kadar aşama aşama evde böyle bir şeyi tecrübe etmeyi anlatan hiçbir kaynağa ulaşamamıştım. O zaman düşüğün de bir tür doğum olduğunu anladım ve bunu da tecrübe etmiş oldum. Sonradan ben de ‘güldüm’ o erkek acil doktorunun tarifine.
İnsanlar beni ‘en azından hamile kalabiliyorsun’ diye teselli etmeye çalıştılar. Onları anlıyorum ama onların söylediği benim doğurganlığımla ilgiliydi, bebeğimle değil. Belki, Allah korusun üst üste kayıplar yaşasaydık, bu yas dönüşürdü ve hem bebeğime hem doğurganlığıma dair bir yasa dönüşürdü. Ancak ben uzun süre bebeğimin yasını tuttum. 9 haftalıktı belki ama onun varlığından haberdar olduğumuz o bir aya, aylar sığmıştı.
Biliyorum ki bebek çok küçük olduğu için üzüntümü abartılı bulanlar oldu. Kendi durumumu çok daha uzun süre bebeğini taşıyıp doğumda kaybedenlerle bir tutmuyorum. Ama bize 9 haftalık o bebeği toprağa vermek nasip oldu ve biz onu sevebileceğimiz kadar çok sevdik. Üzülebileceğimiz kadar da üzüldük.
İnsanların anlamadığı şey şu: Ben o bebekle anne oldum zaten. Kızım 2 buçuk yaşında olabilir ama ben 5 yıldır anneyim. İlk zamanlar teselli edermiş gibi acımı küçümseyenlere çok öfkeleniyordum. Ne hikmetse kadınların yaşadığı şeyler çok olunca onları küçük görmek ya da böyle durumları utanılacak bir şeymiş gibi saklamak eğilimindeyiz. Oysa bu kadar yaygın bir kayıpta birbirimizi desteklemenin daha iyi yolları olmalıydı. Ben bu süreçte bazı tercihlere mecbur kaldım, ama seçebileceğim şeyleri bilmek beni güçlendirdi. O acının içerisinde öğrenebildiğim her şeyden güç aldığımı hissettim. Bir yandan da bulunduğum yerin sağlık sistemi içerisinde hareket kabiliyetimin ne kadar sınırlı olduğunu hissettim.
“Sabıkalısın, Dikkat Edeceksin”
Kızımın doğumunda ise Türkiye’de küçük bir şehirde yaşıyordum. Ve tercihlerimle ilgili bambaşka durumlarda buldum kendimi. Hamileliğimin başında doktor, düşüğümü kastederek ‘sabıkalısın, dikkat edeceksin’ dedi. 40. haftayı doldurduktan sonra, ‘daha önce bebek kaybetmişsin, bu ilk çocuğun, normal doğum için ısrar edip riske girme’ diyerek beni hiç istemediğim suni sancı almaya ikna etti. Çok şükür başarılı bir sezaryenle sonuçlandı doğumum, kızıma kavuştuk. Hamileyken, anne olarak bir doktorun odasına girdiğinizde duyduğunuz her şey çok önemli oluyor. Bazen sorumluluk tamamen üstünüze yıkılıyor. Amerika ya da Türkiye gibi bir yerde paranız ve bilginiz varsa bu belki o kadar kötü bir şey değil. Öte yandan bunlardan biri ya da ikisi birden yoksa özellikle kayıp içeren hikâyelerde çok yalnız bırakıldığımızı düşünüyorum.
Hâlâ doğumuma dair çok hüzünlendiğim, suçlu hissettiğim oluyor ve tercihlerim konusunda daha baskın olabileceğim bir ortam olsa nasıl olurdu diye düşünüyorum.”
Protokol 2: “Her Sancı Çektiğimde Kollarım Boştu”
Almanya’da yaşayan Lale’nin ise üç hamileliğinden bir vefat eden oğlu, hayatta sekiz yaşında bir oğlu ve altı yaşında bir kızı var. Doğumdan hemen sonra kaybettiği ilk çocuğu Ali Sefiyullah’ın hikâyesini şöyle anlatıyor:
“İlk evladımın ismini, kendisinden bahsederken söylemeyi çok önemsiyorum: Ali Safiyullah. Safiyullah, Allah’ın seçtiği demek. O sıralar 20 haftalıktı. Beni doğuma hazırlayacak olan gariban hemşire, yanıma geldiğinde hastasını sıradan bir doğuma hazırlayacağını düşünerek odama bir coşkuyla girmişti. Benim yas sürecimin çoktan başladığını görmüş olmanın yüzünde oluşturduğu şaşkınlığı iyi hatırlıyorum. ‘Benim bebeğim maalesef yaşamayacak. O yüzden üzülüyorum’ dediğimde, ‘Sen dert etme, her şey yolunda. Seninle alakası yok.’ açıklamasını yaparak rahatlatmaya çalıştığında, gözlerinde beliren acıma ise bana ağır gelmişti ve sessizce içime ağlayarak ebeyi beklemiştim.
Doktorum doğumdan kısa süre sonra tekrar doğumhaneye geldi. İsim vermemizin doğru olduğunu, çünkü bebeğimizin soluk almış, yaşamış bir insan olduğunu söyledi. Akikasını unutmamam gerektiğini ve cenaze namazı kılınarak, kefenlenerek defnedilmesi gerektiğini anlattı. O anlar için Rabbime sonrasında çok şükrettim, gerekeni hatırlatan bir doktorumun olması şükür sebebiydi. Ebe tam evladımı götürecekken bebeğimi bana vermelerini istedim. Evladımın kokusunu ilk ve son kez o bir saat içerisinde aldım.
Eşim ve amcası evladımı defnetmeye götürdüklerinde yanımda akrabalarımız vardı. Akrabalarımın destekleri iyi gelse de sözlerinden zaman zaman kaçmak istedim. ‘Üzülme, bir bebeğin daha olur. Yeniden hamile kalırsın. Bak hamile kalabiliyormuşsun.’ gibi cümlelerdi bunlar. Sanki bir kazağımı eskitmişim de yenisini alabilecekmişim gibi. Abdest aldım. Namaz kılmak istedim. Sadece Allah’a sığınmak istedim ama bana namaz kılamayacağımı söylediler. Lohusaymışım. ‘Ama benim bebeğim yaşamadı ki!’ dediğimi hatırlıyorum. Elbette anne olduğumuz için değil, bedenimizin dinlenip kendini onardığı için lohusa oluyoruz. İki ayrı hocamı arayıp bu bilgiyi teyit ettirdiğimi hatırlıyorum.
Lohusalık süreci çok sancılı bir süreç. Bir deprem sonrasında toprak tekrar yerleşmek için nasıl artçı depremlere ihtiyaç duyuyorsa, hamilelik sonrası rahim de aynı şekilde sancılar salgılıyor. Her sancıda kollarım boştu. Bir keresinde ‘oğlum’ diye incecik bir iniltiyle inlediğimi hatırlıyorum.
Prematüre Bebek Annesi Olmak
Ali Safiyullah’tan bir buçuk yıl sonra doğan oğlum ve ondan iki yıl sonra doğan kızım da hamileliklerimin 29. haftasında sezaryenle dünyaya geldi. İkinci oğlumda hamileliğimin başından beri problemler vardı. Ona rağmen sezaryen daha önce asla düşünmediğim bir şeydi. Bu sefer her şeyi doğru yapmak isteyen Lale olarak normal doğurup kendime ‘doğru annelik madalyası’nı taktırma arzusu beni doğum evraklarını imzalamama konusunda kararlı kılmıştı.
Çok küçük oldukları için doğum travmalarına maruz kalmamalıymış erken prematüreler. Oğlum için doğumhanenin hazırlık odasında ebe beni bir türlü ikna edememişti. En sonunda başhekime yanıma oturup kolunu omzuma atıp ‘bak bu doğumu ben yapacağım, dolayısıyla iyi olacak’ diyerek muzip şekilde gülmüştü. Bebeğimi korumamız gerektiğini ve bunu birlikte güzel bir şekilde atlatacağımızı söylediğini hatırlıyorum.
İkna olmuştum. Bir ordu eşliğinde sezaryen olmak üzere doğumhaneye alındım ve ‘problemsiz’ bir sezaryen ameliyatı geçirdim. Sabah olduğunda acılar içerisinde ayağa kalktım. Garip bir şekilde bunu başaramazsam beni evladımın yanına göndermeyeceklerine inanmıştım. Prematüre bebek annesiyseniz odanıza tatlı bir beşik içerisinde bebeğiniz getirilmez. Almanya’da prematüre ünitesinde bebeklerin kendi odaları olur çoğu zaman. Bu ebeveynlerin bebekleri ile özel vakit geçirmesi için sağlanan bir imkân. Başka ebeveynleri rahatsız etmemek adına, evladının odasına varana dek bir sorun olduğu ailelere söylenmez. Bu yüzden bebeğimi görene dek korkuyla geçerdi günlerimiz.
“Sezgilerim ve Israrım Sayesinde Problemden Haberdar Olduk”
Kızımda ise hamilelik mükemmel ilerliyordu. Hiçbir belirti olmadan aniden yine yirmi dokuzuncu haftada kanamam oldu. Tedirginlikle hastaneye gittiğimde muayenemi yapan ebe kırıcı bir üslupla, rutin muayene sonrası kanama geçirmemin normal olduğunu, bunun için saçma bir şekilde hastaneye gelmem gerekmediğini ve eve gidip beklemem gerektiğini söyledi.
Kendisine çocuğum adına endişelendiğim için kendisinden özür dilemeyeceğimi söyledim. İki yıl önce aynı odada, aynı haftalarda oğlumun sezaryen evraklarını imzaladığımı, bunu ona daha önce de söylediğimi ve hasta karnesini okuma nezaketinde bulunsaydı zaten ben söylemeden de bunu bilebileceğini söyledim.
Özür diledi ve mekân değiştirerek yeni bir başlangıç yapmamızın faydalı olacağını düşündüğünü söyledi. Başka bir muayene odasında muayenemi yapıp gerçekten problemli bir durumun olduğunu söyledi. Onu dinlemediğim için mutlu olduğunu ve doktoru çağıracağını ifade etti. Böylelikle sezgilerim, ısrarım ve ebenin de esnekliği ve pişmanlığı sayesinde bir problemin varlığından haberdar olduk. İki gün sonra güzel kızım dünyaya geldi.
Çocuklarımın prematüre olarak bu dünyaya gelmeleri beraberinde birtakım zorluklar getirdi ve çevrem bu konuda hiç duyarlı olmadı. Zaten stres altında olan lohusa annelere karşı son derece acımasız olan, her hatayı annede bulan toplum prematüre annelerine karşı daha da fütursuzca davranıyor. O son yolculuğa gitmemen gerektiğini düşünenler, yanlış beslendiğin konusunda hemfikir olanlar, doktorunun yine yanlış teşhis ile birlikte hamilelik tansiyonu veya hamilelik şekerini fark etmemiş olduğu konusunda net fikre sahip olanlar… Eşim de ben de dindar yaşamaya çalışan akademisyenleriz ve anne-baba olma kararımızı okumalarla, dualarla, kendimizi geliştirerek desteklemeye çalıştık. Ama süreç içerisinde her zaman bir şeyleri yanlış yapmakla suçlandık.
Çocukların erken doğmasına sebep olabilecek tıbbi tetikleyiciler olsa da net bir açıklaması yok bu durumun. Bir anne olarak bebeğinizin prematüre doğmasına engel olamazsınız. Her doğum sonrasında olduğu gibi prematüre annesi olarak da bebeğinizin nasıl yetişeceğine dair sorumluluk sizde ve eşinizde. Biz eşimle bunların farkındaydık. Kimse anlayış göstermese de eşimle hastanedeki hemşirelerin ve sonrasında evimize destek için gelen prematüre bebek hemşirelerinin tavsiyelerini, sezgilerimize de güvenerek uyguladık. Çevremizin baskılarına birlikte nezaketi bozmadan karşı durduk.”