'İspanya '

“İspanya’nın İsrail’e Yaptırımları, Avrupa’da Derin Bir Değişimin Simgesi”

İspanya, İsrail’e silah satışını yasakladı. Sivil ve askeri amaçla kullanılabilen ürünlere kısıtlama getirdi ve askeri teçhizat taşıyan İsrail donanma gemilerinin İspanyol limanlarına yanaşmasını engelledi. Bu adımlar bir Avrupa hükümeti tarafından alınan en ciddi politika değişiklikleri olarak görülüyor. Peki İspanya'nın tutumu, Avrupa içinde köklü değişimlerin öncüsü olabilir mi?

İspanya’nın İsrail’e yönelik son dokuz maddelik yaptırım paketi, tek başına alınmış bir karar değil, yıllardır olgunlaşan siyasi tutum değişiminin bir sonucu olarak öne çıkıyor. Avrupa’nın birçok ülkesinde Gazze ve Filistin halkıyla dayanışma nihayet somut adımlara dönüşmüş durumda. On binlerce can kaybının ardından gecikmeli de olsa atılan bu adımlar stratejik önem taşıyor. Zira İsrail’in sömürgeci projesinin kuruluşunda ve desteklenmesinde tarihsel olarak merkezi rol oynayan Avrupa, uzun süredir olmadığı kadar doğrudan biçimde kendi sorumluluğuyla yüzleşmek zorunda kalıyor.

On yıllar boyunca Avrupa’nın siyasi ve mali desteği -Washington ve uluslararası kurumlar üzerinden aktarılarak- İsrail için bir tür siyasi kalkan işlevi gördü. Bu sayede İsrail, cezasız biçimde hareket edebildi; diplomatik dokunulmazlıktan ve kapsamlı uluslararası destekten yararlandı. Bu kesintisiz destek, uluslararası hukuk ihlallerinin rutin ve cezasız hale geldiği bir düzeni normalleştirdi ve Tel Aviv’deki istisnacılık algısını daha da güçlendirdi.

İspanya’nın Avrupa Çizgisinden Kopuşu

İspanya, 8 Eylül’de İsrail’e silah satışını yasaklayan, hem sivil hem askeri amaçla kullanılabilen ürünlere kısıtlama getiren ve askeri teçhizat taşıyan İsrail donanma gemilerinin İspanyol limanlarına yanaşmasını engelleyen kapsamlı bir yaptırım paketi açıkladı. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu adımlar, onlarca yıldır büyük bir Avrupa hükümeti tarafından alınan en ciddi politika değişikliklerinden biri niteliğinde. Paket ayrıca üst düzey diplomatik temasların sınırlandırılmasını, bazı sektörlerde işbirliğinin askıya alınmasını ve İsrail yerleşimlerinde faaliyet gösteren şirketlere yönelik daha sıkı denetimler getirilmesini içeriyor. Gazze’ye insani yardımı artırırken Başbakan Pedro Sánchez, benzer yaptırımların tüm kıtaya yayılması için AB çerçevesinde çalışmayı taahhüt etti. Ancak bu yaptırımlar yalnızca siyasi bir manevra olarak değil; soykırımın tanınmasına dayanan ahlaki ve hukuki bir sorumluluk olarak sunuluyor.

İspanya, Haziran 2024’te İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanı’nda açılan soykırım davasına resmen katıldı. Eylül 2025’te ise savcılar, savaş suçları ve soykırım şüphesiyle bazı İsrailli yetkililer hakkında soruşturma başlattıklarını duyurdu. Bu adımlar, İspanya’yı uluslararası hukuk mekanizmaları üzerinden hesap sorulmasını aktif biçimde takip eden nadir Avrupa ülkelerinden biri konumuna getiriyor.

İspanya, 9 Eylül’de Hollanda ve Slovenya ile birlikte İsrailli aşırı sağcı bakanlar Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich’e yönelik giriş yasağı kararı aldı. Normalde bu tür yasaklar tek taraflı uygulanırken, Hollanda kendi kararını Schengen Bilgi Sistemi’ne (SIS) kaydederek Schengen Bölgesi’ndeki 29 üye ülkenin tamamını aynı yasağı uygulamakla yükümlü hale getirdi.

İspanyol hükümeti, 18 Eylül’de yaptığı açıklamada İsrail’in turnuvaya katılması halinde 2026 FIFA Dünya Kupası’nı boykot edeceğini duyurdu. Bundan sadece birkaç gün önce, 14 Eylül’de protestocular, İsrail’in katılımını gerekçe göstererek La Vuelta bisiklet yarışının final etabını engellemişti. Bu gelişmeler, tabandan yükselen uluslararası siyasetin giderek daha dinamik hale geldiğini ve sıradan insanların küresel spor etkinliklerini hesap sorulacak birer platforma dönüştürme iradesini gösterdi.

Genel tabloya bakıldığında İspanya, mahkeme salonlarından futbol stadyumlarına ve yarış pistlerine kadar geniş bir alanda toplumsal dayanışmayı, hukuki girişimleri ve siyasi sembolizmi nadir görülen bir bütünlük içinde ortaya koyuyor. Almanya ve Birleşik Krallık hâlâ İsrail’in tutumunu korumacı bir dille savunurken, Madrid’in İrlanda, İsveç, Norveç ve Belçika ile aynı çizgide hareket etmesi, Avrupa’da hesap verebilirlik ve adalet konusunda giderek büyüyen ayrışmayı gözler önüne seriyor. Savaş sürdükçe bu ayrışmanın daha da derinleşmesi bekleniyor.

Tarihsel Hafıza ve Diplomatik Değişim

İspanya’nın ton ve tutumundaki bu değişim, on yıllardır süregelen diplomatik ikiyüzlülüğü de yıkıyor. “İsrail’in meşru müdafaa hakkı” etrafında şekillenen alışıldık söylemler yerine İspanya, uluslararası adaleti, ahlaki netliği ve tarihsel sorumluluğu öne çıkarıyor. Bununla birlikte kurumsal hafızasını da devreye sokuyor. 1970’lerde İspanya, Filistin’in kendi kaderini tayin hakkını teyit eden BM kararlarına destek vermiş, ardından dönemin Başbakanı Adolfo Suarez, Yaser Arafat’ı Madrid’de ağırlamıştı. Ancak zamanla İspanya, AB’nin “denge” yanlısı resmi çizgisine uyum sağladı.

Ancak Gazze’deki İsrail soykırımı bu dengeyi kökten sarstı. Gazze’de süregelen imha kampanyası ve Filistin direnişi, Gazze’yi Filistin halkının ortak deneyiminin gerçek temsilcisi konumuna taşıdı ve İsrail’in suçlarının boyutlarını tüm açıklığıyla gözler önüne serdi.

Bu durum, İspanyol halkını hükümetlerinin Filistin politikasında kısmen de olsa söz sahibi hale getirdi. Eylül 2024’te 200’ü aşkın sendika ve sivil toplum kuruluşu, İsrail’le tüm siyasi, ekonomik ve askeri bağların koparılmasını talep ederek 24 saatlik genel greve çağrı yaptı. O tarihten bu yana Başbakan Pedro Sánchez hükümetinin attığı her adım, doğrudan bu taleplere yanıt verme ve onları karşılama çabasını yansıtıyor.

Dolayısıyla İspanya’nın mevcut tutumu, yalnızca bir politika değişikliğini değil, aynı zamanda derin bir kültürel ve ahlaki değişimi de simgeliyor. Bu yaptırımlar, tekil hareketleri ortak bir Avrupa cephesine dönüştürerek, bir zamanlar dokunulmaz ve eleştiriden muaf görülen İsrail’i siyasi açıdan yalnızlaştırabilir. Bunun İsrail’in bölgesel bir parya devlete dönüşümünün başlangıcı olup olmadığı henüz belirsiz olsa da, İspanya’nın girişimi, vizyon, yapı ve toplumsal destekle birleştiğinde yaptırımların sembolik olmanın ötesine geçebileceğini ve gerçek bir hesap verebilirliğin temelini oluşturabileceğini gösteriyor.

*Bu yazı Anadolu Ajansı’nın analiz metni olarak yayımlanmıştır. Makalelerdeki fikirler, yazarına aittir ve Perspektif’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.​​​​​

Ramzy Baroud

The Palestine Chronicle’ın editörü olan gazeteci Ramzy Baroud, Ilan Pappe ile birlikte editörlüğünü yaptığı Kurtuluş Vizyonumuz: Katılımcı Filistinli Liderler ve Aydınlar Konuşuyor (Our Vision for Liberation: Engaged Palestinian Leaders and Intellectuals Speak Out) adlı kitabın da aralarında bulunduğu altı kitabın yazarıdır. Baroud, İslam ve Küresel İlişkiler Merkezi’nde (CIGA) kıdemli araştırma görevlisidir.

Yazarın diğer yazıları

Romana Rubeo

Romana Rubeo, The Palestine Chronicle’ın genel yayın yönetmenidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler