Yaşadığımız Dijital Çağ, Aynı Zamanda Bir Gözetim Çağı
Dijitalleşme, gözetimi yalnızca bir toplumsal kontrol aracı olmaktan çıkararak, bireylerin davranışlarından sermaye üreten bir mekanizmaya dönüştürdü. Prof. Dr. Fabien Granjon dijital çağda gözetimin yerini analiz ediyor.

Gözetim uygulamaları, kolektif yaşamın ve onun toplumsal düzenlerinin ayrılmaz birer parçasıdır. Modern toplumlarda bu uygulamalar, düzenin içselleştirilmesi (doğru davranışların öğretilmesi) ile düzene geri dönüşü hedefleyen eylemler (cezalandırma) arasındaki arayüzde yer alır. Böylece gözetim, bu iki boyutu birbirine bağlayan diyalektik bir işlev üstlenir.
Gözetim, bir yandan soruşturma yürütmeyi, bilgi toplamayı, bu bilgileri derlemeyi, saklamayı ve analiz etmeyi mümkün kılar. Böylece bireyler ve topluluklar hakkında bilgi birikimini artırarak, eylemlerin arzu edilen normlara uygunluğunu denetleme olanağı sunar. Öte yandan, bu normlardan sapma durumlarında daha az ya da çok zorlayıcı biçimde “düzene dönüşü” sağlayacak önlemlerin alınmasını mümkün hâle getirir.
Dijital Gözetim Nedir?
Yaşamın çeşitli alanlarının giderek daha fazla dijitalleşmesi, gözetim mantıklarına büyük bir ivme kazandırdı. Günümüzde gözetim çoğu zaman varlığını, kullanım kolaylığını ve etkinliğini artıran sosyoteknik araçlar aracılığıyla gerçekleşiyor.
Daha çeşitli, daha hassas, daha sistematik ve hatta daha otomatik hâle gelen dijital gözetim (Roger Clarke’nin ifadesiyle “veri gözetimi/dataveillance” ya da Josh Blackman’in ifadesiyle “her yerde gözetim/omniveillance”) büyük veri (big data), öngörücü algoritmalar ve yapay zekâ tarafından olduğu kadar, birbiriyle bağlantılı bilişim teknolojilerinin (çerezler, RFID çipleri, GPS, API’ler vs.) yaygınlaşmasıyla birlikte ortaya çıkan veri toplama düzenekleri sayesinde de hızla güç kazandı.
Makro düzeyde, yani devletler açısından bakıldığında, kamu eyleminin dijitalleşmesi birçok sonuca yol açtı. Özellikle gözetim açısından bu süreç, eşi benzeri görülmemiş bir fişleme hacmini de mümkün kıldı. Kamu eylemi dijitalleşince vatandaşların ve özellikle dezavantajlı grupların denetimini artıran, birbiriyle bağlantılı veri tabanlarının oluşturulmasına olanak sağlandı.
Bu yenilenmiş gözetim biçiminin bedeli olarak, idari ilişki giderek bir eşitsizlik mühendisliğine dayanmaya başladı. Bu durum, Virginia Eubanks’ın “dijital yoksullar evi” (digital poorhouses) adını verdiği olguyu da üretmektedir: Belirli toplumsal kategoriler için tasarlanmış, onları daha fazla kontrol eden, damgalayan ve zaten maruz kaldıkları sosyal eşitsizlikleri pekiştiren uygulama alanları doğar.
Mezo düzeyde, birçok mesleki alan da bu dönüşümden etkilenmiştir. Bu durum, bazı mesleklerin (örneğin sosyal hizmet) temelini oluşturan mesleki özerklikleri zayıflatmış, aynı zamanda hiyerarşik ya da yatay (örneğin meslektaşlar arası) denetim süreçlerini güçlendirmiştir.
Bireysel düzeyde ise, mobil ve bağlantılı cihazların çoğalması, sürekli çevrim içi olma eğilimi ve sosyal medyanın yaygınlaşması sayesinde, kullanıcıların bıraktığı çeşitli dijital izler üzerinden giderek daha hassas ve daha müdahaleci profilleme işlemleri yapılabilir hâle gelmiştir.
Dijital bilgi ve iletişim teknolojilerinin sıradan kullanıcıları açısından, bu gelişmeler “bağlantılı eylem olanaklarının artışı” gibi görünse de aslında bunlar veri toplama pratiklerinin temelini oluşturur. Bu pratikler bazı kullanıcı grupları için, fark edilmeyen ama etkin bir çevrim içi olanak daralmasına yol açabilir. Buna karşın, bazı kullanıcılar bu “filtre balonlarını” kendi lehlerine kullanarak, kendilerine sunulan içerikleri kişiselleştirmekte ve görünmesini istemedikleri unsurları bilinçli biçimde dışarıda bırakmaktadır.
Gözetim Kapitalizmi ve 5 Teknoloji Devi
Gözetimin en ürkütücü boyut kazandığı alan belki de piyasa ve meta dünyasıdır. Shoshana Zuboff’a göre yaşadığımız çağ, veri çıkarımına dayalı yeni bir sermaye birikim dinamiğini temel alan gözetim kapitalizminin ortaya çıkışıyla karakterizedir.
Bu sistemde toplumsal denetim, artık yalnızca emek gücünün sömürülmesi, malların dolaşımı ve tüketimi ile değer yaratımını mümkün kılan bir dizi araç ve prosedürden ibaret değildir. Tam tersine toplumsal deneyim, artık insan deneyiminden kâr elde etmeyi merkezine alan yeni bir piyasanın kalbinde yer almaya başlamıştır.
Zuboff’a göre dijital ekonomi, yaşamların her yönünü kapsayan genelleşmiş bir gözetim aracılığıyla, benzeri görülmemiş bir güç biçiminin ortaya çıkmasını mümkün kılmıştır. Bu gücün başlıca yürütücüleri ve faydalanıcıları, milyarlarca kullanıcının giderek çeşitlenen dijital platformlarda (sosyal medya, kullanıcı üretimli içerik siteleri, çevrim içi satış platformları vb.) bıraktığı sayısız dijital izi yakalama, depolama, analiz etme ve ticarileştirme kapasitesine sahip olan beş teknoloji devidir: Google, Amazon, Meta/Facebook, Apple ve Microsoft.
Bu dijital izler, internet kullanıcılarının çevrimiçi ortama yükledikleri içeriklerden (metinler, fotoğraflar, videolar vb.) oluşur; ancak bunlarla sınırlı değildir. Kullanıcıların çevrimiçi eylemleri (arama yapmak, yorum yapmak, izlemek) ve internette takip ettikleri dijital güzergâhlar da (balistik izler) bu gözetim ağının bir parçasını oluşturur.
Dolayısıyla gözetim kapitalizmi, kitlesel veri toplamanın (big data) ticarileştirilebilme kapasitesi üzerine kuruludur. Bu yapı, bir yandan bazı rejimlerin -hatta “demokratik” olanların bile- otoriter eğilimlerini güçlendirmelerine, diğer yandan da davranış yönlendirme pratiklerini sağlamlaştırarak kâr maksimizasyonunu mümkün kılmalarına hizmet eder.
Her iki durumda da gözetim araçları ne kadar çok bilgi toplayıp işleyebilirse (bu noktada yapay zekâların gelişimi belirleyici bir rol oynar), o kadar etkin hâle gelir. Bu nedenle, her şey mümkün olan en fazla veriyi toplamak üzere organize edilmiştir.
Kullanıcıları sürekli “etkileşimde bulunmaya” teşvik eden dijital araçların sunduğu imkânların (affordances) yanı sıra, algoritmik öneriler aracılığıyla çevrimiçi davranışları daha gizli biçimde yönlendiren eylem programları da devrededir. Buna bir de kullanım koşulları, lisanslar, gizlilik politikaları ve “tek tıkla onaylanan” sözleşmeler eklenir. Çoğu zaman kimsenin okumadığı bu metinler, kişisel -hatta kimi zaman son derece hassas- verilerin yağmalanmasını yasal hâle getirir ve kullanıcıları, çoğu kez farkına bile varmadan, özel hayatlarının giderek büyüyen bir bölümünden vazgeçmeye iter. Zuboff bu durumu şöyle açıklamaktadır:
“Gözetim kapitalizmi, insan deneyimini tek taraflı biçimde ücretsiz bir hammadde olarak sahiplenir. Bu deneyim, davranışsal verilere dönüştürülmek üzere toplanır. Bazı veriler ürün ve hizmetleri geliştirmek için kullanılsa da geri kalanı özel mülkiyete tabi bir ‘davranışsal artık’ olarak tanımlanır ve ‘yapay zekâ’ adı verilen gelişmiş üretim zincirlerine aktarılır. Bu zincirlerde, söz konusu veriler, insanların şimdi, yakında veya ileride ne yapacaklarını öngören tahmin ürünlerine dönüştürülür. Son olarak, bu tahmin ürünleri, benim ‘gelecekteki davranış piyasaları’ adını verdiğim, davranışsal tahmin piyasalarında alınıp satılır.” (Zuboff, Gözetleme Kapitalizmi Çağı)
Dijital Gözetim ile “Kendi Kendinin Gözetçisi”ne Dönüşmek
Tek başına bu hâliyle bile durum son derece endişe vericidir. Ancak olgunun korkutucu niteliği, birlikte işleyen üç ek olgunun farkına varıldığında çok daha belirgin hâle gelir.
Birinci ek olgu şudur: Her geçen gün daha hedefe yönelik hâle gelen reklamcılık, aktif internet tüketicilerinin beklentilerini belirli ürün ve hizmetlerle daha iyi örtüştürebildiği ölçüde, giderek daha etkili hâle gelmektedir. İkinci el olguda “davranışsal artık”, yalnızca özgürce gerçekleştirilen eylemlerin kaydedilmesi ve işlenmesi değildir; aynı zamanda, gözetim kapitalizminin bizzat kendisinin ürettiği çeşitli yönlendirmelerin sonucu olan davranışların, bu sistemin hafızalarına kaydedilmesidir (yani yazıya ve senaryoya dökülmesidir). Başka bir deyişle, dijital gözetim, davranışların sürekli gözlemlenmesine dayandığı ölçüde, aynı zamanda gözlemlediği tutumları üretmeye de büyük ölçüde katkıda bulunur ve bu nedenle giderek kendine gönderme yapan (otoreferansiyel) bir hâle gelir.
Fark etmemiz gereken üçüncü olgu ise şudur: Gözetim kapitalizmi, hâlihazırda dayandığı “algılayıcılardan” (donanım ve yazılım, bilgisayarlar, tabletler, akıllı telefonlar, akıllı saatler, platformlar, jeolokasyon sistemleri, çerezler, izleyiciler vb.) memnun değildir. Aksine gözetim kapitalizmi, yaşamları daha da çıplak bırakma kapasitesini artırmayı amaçlamaktadır. Bu sistem, mülksüzleştirme alanlarını sürekli genişletmeyi hedefler ve bu bağlamda, nesnelerin internetinin (IoT) gelişimine güvenir. Zira gözetim kapitalizmi, ancak bu şekilde çıkarıma ek olarak icrayı da içeren “gerçeğin ticaretini” mümkün kılar. Böylece, en küçük ve en mahrem özelliklere kadar uzanan her türlü bireysel özelliği belgeleyen yeni kişisel verileri toplayarak (yani “artığın birikimini” sürdürerek) yeni veri kaynaklarını geri kazanmayı amaçlar.
Dijital çağda gözetim, “varoluşumuzun tüm kurumsal alanlarına nüfuz etme” eğiliminde görünmektedir. James B. Rule, Erol Yayböke ve Sam Brannen gibi bazı yazarlar, tam gözetimin veya dijital otoriterliğin ortaya çıkışına tanık olduğumuzu öne sürüyor. Bu durum, kamuoyu ve yurttaşların giderek daha sıkı biçimde gözetlenmesi yoluyla demokratik rejimlerin içinde bile görülüyor. Bu türden gözetim biçimleri, bazı durumlarda insan haklarına, özel yaşama ve sivil özgürlüklere zarar veriyorlar; aynı ABD seçimlerinde kamuoyunu manipüle eden Cambridge Analytica skandalında olduğu gibi.
Üstelik dijital gözetimin sıradanlaştırdığı şey yalnızca gözetlenme olasılığı değil; aynı zamanda, başkalarını gözetleme ve diğerlerinin yaşamlarını yakından izleme olasılığı. Hatta kişinin kendisinin gözetçisi hâline gelmesi. Bu, “kişiler arası gözetim” olarak adlandırılan olgunun yanı sıra, öz-gözetimin gelişmesine de işaret ediyor. Yazılı formların, kişisel ölçüm sistemlerinin ve öz-takip (self-tracking) pratiklerinin gelişmesiyle birlikte, kendine yönelik gözetim (self-surveillance veya soiveillance) olanağı da ortaya çıkmış durumda.
Bu olgu, bireysel öz-düşünümün genişlemesinin ve kendilikle ilişki biçimlerinin yoğunlaşmasının bir göstergesi olarak görülebilir. Bu da Foucault’nun deyişiyle, “kendinden hem sahip olunan hem de göz önünde tutulan bir şey olarak haz alma” olanağını yaratır. Ancak bu yansıtıcı haz, çelişkili eğilimlerden bağımsız değildir: Bireyin benmerkezci ve araçsal yönelimlerini güçlendirir, onu zaman zaman kendini küçültme mantıklarının sınırına kadar sürükler.
                  
               
                  
                     
            




