'Gazze Şeridi'

Harap Bedenler ve İsrail’in Alıkoyduğu Cenazeler: Yeni Organ Hırsızlığı İddiaları

Gazze'deki ateşkes sürecinde İsrail ordusunun iade ettiği bazı Filistinli cenazelerinde organ eksiklikleri ve işkence izleri bulunduğu öne sürülüyor. İade edilen bu bedenlerdeki tahribat, ölüm sonrası muamelenin de sistematik bir uygulamaya dönüştüğüne işaret ediyor. Peki bu bulgular, İsrail’in yıllardır tartışılan organ toplama politikalarıyla nasıl kesişiyor?

Fotoğraf: Wessel du Plooy/Shutterstock

Ateşkese rağmen İsrail saldırılarının hedefinde olmaya devam eden Gazze Şeridi’ndeki yıkım, yalnızca yıkılan binalarda, çöken altyapıda ve dökülen kanda değil; cesetlerine ulaşılan Filistinlilerin eksik organlarında da kendini gösteriyor. Soykırımın en az konuşulan, ancak en sarsıcı boyutlarından biri, Filistinlilerin ölümden sonra dahi maruz bırakıldığı muamele. İsrail ordusunun Gazze’den topladığı ya da tutuklular arasında hayatını kaybeden Filistinlilerin bedenlerini geri iade etme biçimi haftalardır yeni bir tartışmayı gündeme taşıyor: sistematik organ eksiklikleri, ağır işkence izleri ve ailelere teslim edilmeyen, hatta kimlikleri dahi tespit edilemeyen yüzlerce ceset.

Bu vakalar, savaşın anlık vahşetinin ötesinde, Filistinlilerin bedenlerine yönelik kontrol ve müdahalenin tarihsel sürekliliğine işaret ediyor. 1990’lardan bu yana belgelenmiş organ hırsızlığı skandalları, mezarlıkların tahrip edilmesi, cenazelerin siyasi baskı aracı olarak alıkonması ve İsrail’in yıllardır organ ticareti pazarındaki tartışmalı rolüne dair raporlar bir araya geldiğinde, bugün yaşananlar çok daha yapısal bir ihlal çerçevesine oturuyor.

Eksik Organlar, İşkence İzleri ve Tahrip Edilmiş Bedenler

Gazze’deki hükûmet yetkililerinin geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamalar, İsrail’in Filistinli cenazelere yönelik muamelesine dair yıllardır süren tartışmaları yeniden dünya gündemine taşıdı. İsrail ordusunun Uluslararası Kızılhaç Komitesi aracılığıyla teslim ettiği 120 cenazenin bir kısmında gözler, kornealar, kulak içi dokular ve hayati organların eksik olduğu; bedenlerde işkence, boğulma ve infaz izlerinin bulunduğu yönündeki iddialar, münferit vakalar olarak değil, süreklilik gösteren bir uygulama olarak değerlendiriliyor.

Gazze Hükûmeti Medya Ofisi Direktörü İsmail es-Savabta, teslim edilen cenazelerin çoğunun korkunç bir hâlde ulaştığını, bazılarının gözleri bağlı ve elleri ayakları kelepçeli olduğunu, kimi bedenlerde boğulma ve ip izlerinin bulunduğunu açıkladı. Organ eksikliklerinin sistematik bir uygulamaya işaret ettiğini de belirtti. İsrail ordusu bu suçlamalara yanıt vermedi; ancak daha önceki çatışma dönemlerinde de benzer iddialar gündeme gelmişti. Çeşitli insan hakları örgütleri, 2023’ten itibaren mezarlıkların buldozerlerle tahrip edilmesi, toplu mezarların kazılması ve hastanelerden cesetlerin toplanması gibi vakaları belgeledi.

2023 yılında Euro-Med Human Rights Monitor’un yayımladığı bir rapor, İsrail güçlerinin Şifa ve Endonezya hastanelerinden topladığı bazı cenazelerin organları alınmış hâlde geri gönderildiğini belirtmişti. Bu bulgular, Filistinlilerin bedenlerinin ölüm sonrası bile sistematik bir kontrol mekanizmasına tabi tutulduğu yönündeki değerlendirmeleri güçlendiriyor.

Gazze’den Önce de İsrail’in Organ Hırsızlığı Yaptığına Dair Bulgular Vardı

Bu iddialar, İsrail’in yıllardır Filistinli bedenlerini alıkoyduğu, organlarını topladığı ve uluslararası hukuku ihlal eden uygulamalar yürüttüğü yönündeki daha geniş bir tarihsel bağlamla da ilişkilendiriliyor. 1990’lardan itibaren defalarca gündeme gelen organ hırsızlığı vakaları; antropolog Nancy Scheper-Hughes’un ifşa ettiği vakalar, İsveç gazetesi Aftonbladet’in haberleri ve İsrail Adli Tıp Enstitüsünün eski direktörü Yehuda Hiss’in açıklamalarıyla doğrulanmıştı.

Hiss ve bazı meslektaşlarının Filistinlilerden deri, kemik, kalp kapakçığı ve kornea topladıkları; göz kürelerinin çıkarıldığı bedenlerin ailelere göz kapakları yapıştırılarak geri verildiği ortaya çıkmıştı. Hiss’in kornea toplamanın “gayriresmî bir rutin” olduğunu söylemesi, skandalın boyutlarını gözler önüne sermişti.

2009 yılında Aftonbladet’in yayımladığı ve Filistinli ailelerin organları eksik şekilde kendilerine teslim edilen yakınlarına ilişkin anlatıları içeren haber, uluslararası bir krize dönüşmüştü. Daha sonra Hiss’in ifadeleri İsrail Channel 2 tarafından yayımlanınca, İsrail ordusu uygulamanın “yıllar önce sona erdiğini” kabul etmek zorunda kalmıştı.

Hiss ayrıca, 2003 yılında bir İsrail buldozeri tarafından öldürülen Amerikalı aktivist Rachel Corrie üzerinde ikinci bir otopsi yaptığını ve onun vücudundan doku ve organlar aldığını mahkemede itiraf etmişti.

İsrail’deki Bağış Problemi ve Organ Ticareti Tartışmaları

İsrail’in organ bağışı konusunda yaşadığı yapısal sorunlar da tartışmanın önemli bir boyutunu oluşturuyor. Yahudi dinî öğretileri “hayat kurtarma” ilkesini öne çıkarırken, özellikle Ortodoks Yahudi topluluklarının beyin ölümünü kabul etmemesi, ülke içinde organ bağış oranlarını Batı ülkelerine kıyasla oldukça düşük seviyede tutuyor. Buna karşılık, organ nakli ihtiyacının yüksek olması İsrail’i uzun yıllar boyunca “organ turizmi”nin merkezlerinden biri hâline getirdi.

Avrupa Parlamentosunun 2015’te yayımladığı Trafficking in Human Organs başlıklı raporunda, İsrail organ kaçakçılığına karışan başlıca ülkeler arasında sayılmış; ayrıca ülkenin 2008 tarihli İstanbul Bildirgesi’ni imzalamayı reddetmesi, bu eleştirilerin yalnızca spekülatif olmadığını göstermişti.

Bazı dijital veri eğilimleri de bu tabloyu destekler nitelikte. Google Trends verileri, 7 Ekim 2023’ten sonra ABD’de “İsrail’de böbrek” gibi organ nakliyle ilgili aramaların olağanüstü arttığını gösteriyor. Aramaların özellikle Sheba, Soroka ve Rambam gibi organ nakli birimleri bulunan hastanelere yönelmesi, organ turizmine dair soru işaretlerini artırıyor.

Bu çerçevede, Filistinlilerin bedenlerinin hem savaş hem barış dönemlerinde organ ticareti endüstrisi için bir kaynak olarak görüldüğü yönündeki iddialar artık münferit şikâyetlerden ibaret değil; etik, siyasi ve ekonomik bir bütünlüğe işaret ediyor.

Filistinlilere Ait Cenazelerin Alıkonması İsrail’in Devlet Politikasına mı Dönüştü?

İsrail’in Filistinli cenazeleri alıkoyma uygulaması yalnızca fiilî değil, aynı zamanda yasal bir zemine dayandırılmış durumda. İsrail Parlamentosunun (Knesset) 2018’de kabul ettiği yasa, güvenlik güçleri tarafından öldürülen Filistinlilerin cenazelerinin belirli koşullar sağlanana kadar ailelere teslim edilmemesine izin veriyor.

Bu karar, İsrail Yüksek Adalet Mahkemesinin, insan kalıntılarının alıkonulmasının “bir dizi temel hakkı, her şeyden önce insan onurunu” ilgilendirdiğini kabul etmekle birlikte, devletin temel hakların ihlaline izin verecek bir yasayı çıkarabileceğine hükmetmesinin ardından yasalaştı.

2024 yılında ön onay alan yeni yasa tasarısı ise saldırı sırasında öldürülen Filistinlilerin cenazelerinin ailelere hiç verilmeden, üzerlerinde isimlerinin dahi yazmadığı “Sayı Mezarlıkları”na gömülmesini öngörüyor. Bu uygulama insan hakları örgütleri tarafından “insan dışılaştırma”, “zorla kaybetme” ve “kolektif cezalandırma” örneği olarak değerlendiriliyor.

Uluslararası hukuk, savaşta bile ölü bedenlere saygı gösterilmesini zorunlu kılıyor. Dördüncü Cenevre Sözleşmesi, cesetlerin yağmalanmasını açık biçimde yasaklıyor; ancak İsrail, sözleşmenin Gazze ve Batı Şeria’da uygulanabilirliğini tanımıyor. Bu durum, iddiaların bağımsız bir soruşturmayla doğrulanmasını zorlaştırıyor.

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler