'Gazze Şeridi'

“Gazze’deki Acılara Sessiz Kalanlar, İnandırıcılıklarını Yitirecek”

Almanya’daki kiliselerin Gazze konusundaki sessizliği birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Filistinlilerin acılarını görmezden gelen Katolik ve Protestan kiliselerinin, kendi ahlaki öğretileri ve adalet anlayışlarıyla bu tutumu nasıl bağdaştırdıkları ise en temel sorulardan biri olarak öne çıkıyor.

Fotoğraf: Anadolu Images | Değişiklikler: Perspektif

Dinî cemaatler kamuoyunda ve dünya siyasetinde yaşananların yalnızca dikkatli gözlemcileri değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal gelişmeler hakkında da uyarıcıdırlar. Bu gelişmelere dair gerektiğinde ortaya koydukları eleştirileri kendi dinî öğretileri ve öz anlayışları gereği yaparlar.

Almanya’daki Protestan ve Katolik kiliselerinin göç, ırkçılık ve sağ popülizm gibi konulardaki tutumları da onların bizzat kendi teolojilerine ve bu teolojilerden hareketle ortaya konulan dünya görüşüne dayanır. Kiliselerin bu tutumu, Alman tarihindeki toplumsal rolleriyle de uyumludur. Bu yönüyle Almanya’daki kiliselerin kendi dinî öğretileri ve tarihleriyle eleştirel bir hesaplaşmanın ürünü olan duruşları takdir ve saygıyı hak eder.

Ancak bu takdir edilecek tutum, Gazze’de yaşanan ve birçok uzmana göre de soykırım olan korkunç katliamlar söz konusu olduğunda yalnızca sınırlı ölçüde gerçekleşebildi. Her iki Alman kilisesi de, yani Katolik ve Protestan cemaatler, 7 Ekim’in ikinci yıl dönümü vesilesiyle açıklamalar yayımladı. Ancak bu açıklamalar, tıpkı Almanya’da bu konuyla ilgili genel tartışma gibi, Almanya’nın Nazi dönemindeki sorumluluğunun ve ülkede sıkça ileriye sürülen “devlet aklı”nın (Staatsräson) gölgesinde kaldı.

Almanya’daki Kiliselerin Gazze Konusundaki Tutumları

Alman Piskoposlar Konferansı’nın (DBK) açıklaması, 7 Ekim 2023’teki saldırıları ayrıntılı biçimde ele alıyor ve İsrail’in kendini savunma hakkını vurguluyordu. Ancak 7 Ekim 2023’ten bugüne kadar Gazze’de İsrail ordusunun doğrudan saldırıları sonucu 60 binden fazla insan öldürülmüştü. Yüz binlerce kişinin akıbeti ise bilinmiyor. Kurbanlar arasında sayısız çocuk var. Aileler yok edilmiş durumda, Gazze’nin tamamı yerle bir edildi. Gazze Şeridi’ndeki durum insan eliyle gerçekleştirilen büyük bir insani kriz olmaya devam ediyor.

Tüm bu gerçeklere rağmen DBK’nın açıklamasında, Alman hükûmetinin Gazze’deki soykırımı sona erme konusundaki çekingenliği ele alınmazken, Almanya’nın Yahudi halkına ve İsrail’e olan özel sorumluluğu vurgulanıyordu. Böylece DBK’nın açıklaması, Almanya’nın İsrail’e karşı sorumluluğunun aynı zamanda İsrail’i, kendi kendini yok eden politikalarının sonuçlarından korumayı ve Filistinlilerin temel haklarını, özellikle de onurlu bir yaşam sürme haklarını nihayet teslim etmeyi gerektirdiği gerçeğini göz ardı ediyordu.

Her ne kadar DBK açıklamasında Gazze’deki “insani felakete” dikkat çekse de, İsrail’in savaş suçlarına, örneğin toplu cezalandırma, sivil altyapının yıkımı, açlık ablukası gibi eylemlerine yönelik açık bir eleştiri ve kınama barındırmıyordu. Oysa bu insan hakları ihlalleri Birleşmiş Milletler, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü, B’Tselem, Sınır Tanımayan Doktorlar ve daha birçok kuruluş tarafından detaylı bir şekilde belgelendi. Buna karşın BDK’nin açıklaması ise Gazze’deki “felaket sonuçlar” ve “apokaliptik görüntüler” ifadeleriyle yetiniyor, İsrail’in eylemlerini açıkça tanımlamıyordu. Açıklama ayrıca Filistinlilerin kolektif deneyimlerini, Nakba’yı, on yıllardır süren İsrail işgalini, sistematik hak gasplarını göz ardı ediyordu. Filistinlilerin acısı ise daha çok mevcut savaşın bir sonucuymuş gibi tasvir ediliyordu.

Antisemitizmin kararlılıkla reddedilmesi gerekir, bu doğru. Ancak Almanya’daki sorun, “İsrail’e yönelik eleştirinin” tartışmalarda sıklıkla “antisemitizm” olarak etiketlenmesidir. Bu durum, insan hakları ihlallerine yönelik meşru eleştirilerin, alalacele biçimde gayrimeşru ilan edilmesi ve bu suçlarla yüzleşmenin Almanya bağlamında giderek zorlaşması tehlikesini doğurur.

Almanya Protestan Kilisesi (EKD) tarafından 7 Ekim’de yayımlanan basın açıklaması ise daha kısa ve dengelidir. Ancak bu açıklama da birçok şeyi göz ardı etmektedir. EKD de açıklamasında İsrail ordusunun savaş suçları ve insan hakları ihlallerine açıkça değinmemekte, soykırımdan söz etmemekte, Almanya’nın tutumuna veya kalıcı barışı imkânsız kılan İsrailli yerleşimci şiddetine eleştiri yöneltmemektedir.

Papa Franciscus: “Bu Savaş Değil, Vahşet”

Almanya’daki iki büyük kilisenin bu tutumundan farklı olarak diğer ülkelerdeki kiliselerle onların temsilcileri ise bütünüyle farklı bir duruş sergilemektedir. Örneğin Güney Afrika Piskoposlar Konferansı, Güney Afrika hükûmetinin İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı davayı desteklemektedir.

“Soykırıma Karşı Rahipler” adlı ağ, 21 ülkeden 550’den fazla rahibin katılımıyla 2025 yılı Eylül ortasında yaptığı açıklamada, hedeflerinin arasında “Kutsal Topraklardaki Hristiyan topluluklarını desteklemek; şu anda Filistinlilere karşı işlenenler gibi her türlü savaş suçunu ve soykırım biçimini kınamak; uzlaşma ve hesap verebilirlik kültürünü teşvik etmek” olduğunu belirtiyor.

580 milyondan fazla Hristiyan’ı temsil eden Dünya Kiliseler Konseyi (WCC), 2025 Haziran ayında “Filistin ve İsrail’deki apartheid, işgal ve cezasızlığın sona erdirilmesi” çağrısında bulunmuştu ve Gazze’deki eylemlerin bir soykırım oluşturabileceğini ifade etmişti.

Nisan 2025’te vefat eden, dünya genelinde 1,4 milyar Katolik’in ruhani lideri olan Papa Franciscus, Gazze’de çocukların bombalanması karşısında ise şöyle demişti: “Bu bir vahşet. Bu bir savaş değil. Bunu söylemek istiyorum çünkü insanın kalbine dokunuyor. (…) Bu bir savaş biçimi değil, bunlar kriminel eylemler.”

Papa Franciscus, “Umut Asla Hayal Kırıklığına Uğratmaz” adlı kitabında ise şunları yazmıştı: “Bazı uzmanlara göre Gazze’de yaşananlar, dikkatle incelenmesi gereken bir soykırımın özelliklerini taşıyor.”

İnsan Hakları İhlallerine Sesini Yükseltmek

İnsanlar her gün tarif edilemez acılar yaşarken, yıkım ve katliam görüntüleri bu kadar açık bir şekilde ortadayken net bir kınama ve eleştirinin gelmemesi, bazı çevrelerde sessizliğin hâkim olması temel değerlerin erozyonuna yol açar. Böyle bir durumda hepimizin aklına tam olarak şu soru gelir: Gazze’deki korkunç insani krizin nedenlerini açıkça ifade edememek, kiliselerin kendi ahlaki ve teolojik iddialarıyla ne kadar bağdaşıyor? Ve insanı, açık bir haksızlık karşısında gerekli netliği, inandırıcılığı ve insanlığı sergilemekten alıkoyan şey nedir?

Barışa ve adalete adanmış dinî cemaatlerin, tüm bu anlatılan, tarif edilemez acılara rağmen, işgal, savaş ve soykırım gibi ağır ve belgelenmiş suçlar karşısında daha net bir tutum sergilememeleri hayal kırıklığı yaratır. Antisemitizmle mücadele nasıl ortak bir görevse, insan hakları ihlallerine karşı durmak da aynı derecede ortak bir görevdir; özellikle de bu ihlaller ağır savaş suçları kapsamına giriyorsa.

İnandığı dinin barış potansiyeline atıfta bulunan herkes, kitlesel ölümler, toplu cezalandırmalar ve insan eliyle yaratılan krizler karşısında açıkça konuşmalı, buna göre davranmalı ve bu ölçeklerle hareket etmelidir.  Onbinlerce masum Filistinlinin acısı ne küçümsenebilir, ne görmezden gelinebilir, ne de siyasi hassasiyet adına bu acının üzeri örtülebilir.

Kim susarsa ve bu acının adını koyma cesaretini bulamazsa, artık ahlaki bir ses olma konusundaki inandırıcılığını da kaybedecektir.

Ali Mete

Frankfurt’ta Din Bilimleri lisans eğitimini tamamlayan Ali Mete, İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Genel Sekreteridir. Mete aynı zamanda PLURAL Yayınevinin müdürlüğünü ve Perspektif dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler