'Dosya: "Srebrenitsa"'

“Kimse Yitip Giden Yaşamları Geri Getiremeyecek”

Tarık Samarah 11/07/95 isimli galerinin kurucusu ve fotoğraf sanatçısı. Savaşı Saraybosna’da yaşadıktan sonra Srebrenitsa katliamının ardından gelen süreci ve toplu mezarların açılışını fotoğraflayan Samarah ile soykırımın boyutlarını ve fotoğraf çekerken hissettiklerini konuştuk.

Srebrenitsa’yı tek bir kelime ile anlatsanız, hangi kelimeyi seçerdiniz?

1995 yılında Srebrenitsa’da meydana gelen olayların dehşetinin büyüklüğünü tek bir sözcükle ifade etmek çok zor. Şayet bu suçu en doğru ve en yakın şekilde özetleyebilecek böyle bir sözcük varsa o da “soykırım”dır. Bu noktada ünlü soykırım araştırmacısı Gregory Stanton’ı ve çalışmalarını hatırlamakta fayda var. Kendisi “Soykırımın Sekiz Safhası” adlı makalesinde soykırımın süreç ve safhalarını anlatıyor. Bu safhalar, “biz ve onlar” arasındaki ayrımı gösteren sınıflandırma, insani özelliklerinden ayrıştırma, öldürme ve son olarak inkâr gibi süreçleri kapsıyor ve her sürecin ayrı ayrı tanımlanması, analiz edilmesi gerek.

Uluslararası Kayıp İnsanlar Komisyonunun (ICMP – İng. “International Commission for Missing Persons”) çalışmalarına eşlik edip toplu mezarlar açılırken fotoğraflar çektiniz. Bu, kolay dayanılacak bir tecrübe olmasa gerek. İzlenimlerinizi bizimle paylaşır mısınız?

1990’larda Bosna-Hersek’teki savaş esnasında Saraybosna’da yaşadım. O zamanlar yirmili yaşlarımın sonlarındaydım. Saraybosna’daki kuşatmadan ve orada yaşananların ardından hayatta kalmayı başardım. O günler ölüm, açlık, susuzluk ve çaresizlikle geçen günlerdi… Sokaklarda ölü çocukların cesetlerini görürdük.

Savaş bittikten sonra Doğu Bosna’ya gittim. Her ne kadar savaş süresince orada olup biten dehşeti tahmin etsem de savaştan sağ kalanlarla tanışmak, toplu mezarları görmek, çürüyen cesetlerin kokusunu hissetmek; tüm bunlar benim için yeni ve korkunç birer tecrübeydi. Yine de yıllar boyu hayatımı ya da işimi nefretin yönetmesine izin vermedim. Beni yönlendiren şey sevgi oldu. Çünkü yaşananlar karşısında nefret hissetmem, zayıf olduğum anlamına gelirdi.

Bu hissiyatla 2012’de 11/07/95 galerisini kurdum. Bu galerinin amacı dünya üzerindeki tüm şiddet biçimlerine karşı güçlü ve kararlı bir ses olabilmekti; hâlâ da buna çaba gösteriyorum. Srebrenitsa bir sembol. O yalnızca Bosna-Hersek’teki savaşın bir sembolü değil, aynı zamanda masum insanların çektikleri acının ve başkalarının acılarına kayıtsız kalmanın da bir sembolü. Dünya Srebrenitsa’da 8 bin insanın katledilişini nasıl sükûnetle izlediyse günümüzde işlenen suçları da aynı kayıtsızlıkla izlemeye devam ediyor.

Srebrenitsa’da hâlâ binlerce kayıp var ve her sene yeni toplu mezarlar bulunuyor. Bu mezarlara dair işleyiş nasıl?

Muhtemelen bu sorunun cevabını en iyi verebilecek kişi ben değilim. Yine de bildiklerimi özetlemeye çalışayım. Srebrenitsa’daki 8 bin insanın kaderi soykırım henüz taptazeyken, yani 1995 temmuzunda bile tahmin edilebiliyordu. Srebrenitsa’nın kuşatmaya yenilmesi ve düşmesinin ardından on gün sonra Bosna’da Müslüman sivillere yönelik katliam olduğunu bildiren haberler ortaya çıktı. ABD yönetimi kaybolmalarından bir ay sonra 10 Ağustos 1995’te Srebrenitsa dolaylarında toplu mezarlardaki insanların fotoğraflarını yayımladı. ABD’nin Birleşmiş Milletler elçisi Madeleine Albright, kitle suçlarının kanıtı olarak ABD hükûmeti tarafından yayımlanan birçok fotoğrafı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne gösterdi. Fotoğraflarda yer alan görüntülerde yerel bir futbol sahası ve saha çimlerinin üstünde yatan yüzlerce insan ve toprağı kazan iş makineleri vardı. Sonrasında yapılan kazılarda bu toprak yığınlarının Srebrenitsa insanlarının gömüldüğü toplu mezarlar olduğu ortaya çıktı. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi de görüntülerin geçerli deliller olduğunu onayladı. Dahası fotoğraflarda birçok farklı mekânın olması ikinci ya da üçüncü toplu mezarların daha var olduğuna işaret ediyordu. İkinci ya da üçüncü toplu mezarlar yapılan katliamı saklamak için kurbanların cesetlerinin yerlerinin sistematik şekilde değiştirildiği alanlardı. İşlenen suçu örtbas etme çabasının sistemli tabiatını başka birçok unsur da ortaya koyuyordu: Toplu mezarlarda bulunan kişisel eşyalar, göz bantları, bağlama ipleri, tüfek fişekleri ve cesetlerde bulunan toprak bileşimleri… Toplu mezarların içinde bulunan bağ ipleri ve göz bağları şüphesiz bunların toplu infaz olduğunu gösteriyordu. Buldozer ve iş araçlarının kullanılmış olması, bulunan iskeletlerin çoğunlukla yarım ya da noksan oluşunu açıklıyor. Beş ayrı yerde de izine rastlanan bir ceset vardı örneğin; ilk gömüldüğü yer ile son gömülme yeri arasında 30 kilometre bulunuyordu.

Sürecin nasıl işlediğine gelince: Toplu bir mezar tespit edilip alan kazıldıktan sonra cesetler çıkarılarak kimlik tespiti yapılıyor. Kimlik tespiti için ilk olarak kurbanların kişisel eşyaları ve kıyafetleri kullanılıyor; sonrasında DNA analizi başlıca araç olarak kullanılıyor. Süreç oldukça uzun ve zorlu: Bir yandan ilk gömü alanlarından ikinci ve hatta üçüncü gömü alanlarına taşınan cesetlerin bütünlüğü bozulmuş oluyor; kemikler kırık ya da parçalanmış hâle geliyor ve hatta bazı kurbanlardan geriye kalan tek bir kemik olduğu için DNA örneklerini çıkartabilmek çok zorlaşıyor. Öte yandan ise tek bir üyesi bile hayatta kalmayan ailelerin DNA analizleri neredeyse imkânsız hâle geliyor. Her yıl 11 Temmuz’da, bir önceki yıl içinde kimlik tespiti yapılmış kurbanlar için cenaze merasimi düzenleniyor.

Konu üzerinde yıllarca süren çalışma ve araştırmalarım süresince benim için en zor zaman ilk cenaze merasimiydi. Potočari köyündeydik. Hatırlıyorum da çok sıcak bir gündü. Her yerde polis ve Sırbistan Cumhuriyeti askerleri vardı: Yani o gün cenazelerini gömmeye gelmiş olduğumuz insanları yıllar önce ayırıp sonrasında katletmiş olanlar…

İmamlar Müslüman cenazelerinde sık rastlanmamasına rağmen kadınları cenaze merasimine katılmaya çağırıyordu. Bir insanın hayatında duyabileceği dayanılması en güç ses kuşkusuz sevdiği kişinin tabutuna kürekle atılan toprağın çıkardığı ses… O gün 600 civarında tabut toprakla örtüldü. O gün şimdiye dek işittiğim en hüzünlü, acı dolu senfoniyi dinledim. Her mezarda dört tane olmak üzere o gün 2.400 kürek kullanıldı.

2002 yılında Srebrenitsa katliamından kurtulanların kaldığı kampı ziyaret edip fotoğraflar çektiniz. Geride kalanların durumu nasıldı?

Aslında bu kamplar evlerinden sürülen Bosnalılar için geçici bir çözüm olarak inşa edilmişti. Ne var ki savaşın üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen Bosna-Hersek’te yüzlerce Bosnalı hâlâ mülteci kamplarında yaşıyor. Bu insanlar hâlâ geçmişteler.

Bu kamplarda benim fark ettiğim şey şuydu: Geçen bunca senenin ardından hâlâ umutluydular. Son ana kadar sevdikleri insanların sağ olduğuna inanan kadınlar vardı. O zamanlarda “Srebrenitsa erkekleri”nin, yani kamyonlara bindirilerek ölüme götürülen insanlar arasında sağ kalmış, belki de Sırbistan’da hapishanelerde, kamp ya da maden ocaklarında tutuklu olanlarla ilgili söylentiler bulunuyordu. Elbette bunların hiçbirinin aslı yoktu. Çoğunun cesedi sonradan toplu mezarlarda bulundu. Tam da bu nedenle, yani taşıdıkları umut yüzünden, Uluslararası Kayıp İnsanlar Komisyonunun temsilcileri kendilerine gelerek buldukları ceset kalıntılarının aile fertlerine ait olabileceğini söylediklerinde bu kadınlar ölüm anını tekrar tekrar yaşıyorlar; tam da o an akıllarından uzak tutmaya çalıştıkları o kötü haberi almış oluyorlar çünkü.

Siz Srebrenitsa’nın sorumlularının cezalandırılacağını ve adaletin yerini bulacağını düşünüyor musunuz?

Adalet yerini muhtemelen bulacaktır; ama kimse ölenleri geri getiremez, kayıpları telafi edemez. Mezarların açılması ve kurbanların kimliklerinin tespiti hâlâ sürüyor. Görünen o ki savaştan yirmi yıl sonra bile gerçeklerin ortaya çıkması, suçların kabul ve itirafı ve telafisi hâlâ başlamadı. İnsanların günlük yaşamları hâlâ geçmişteki acılarla mücadele etmekle geçiyor. Bosna-Hersek savaştan yirmi yıl sonra bile hâlâ savaşın acı sonuçlarının ızdırabını yaşamaya devam ediyor.

Tarık Samarah’ın 11/07/95 isimli galerisine ulaşmak için tıklayınız.

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler