'Dosya: "Azınlık Etkisi"'

“Mühtedi Olmak, Sizi Güçlü Olmak Zorunda Bırakıyor”

Gernot Galib Stanfel, Avusturya’nın Pressbaum kentinde yaşıyor ve 20 seneden fazla bir süredir müzikle uğraşıyor. Eski doğu müziğiyle müzik terapisi ve farklı atölye çalışmaları yapan, sonradan Müslüman olmuş Stanfel ile azınlık içinde azınlık olmayı konuştuk.

Avusturya’da azınlık olan bir dinin üyesi olarak günlük hayatta hangi tecrübeleri yaşıyorsunuz?

Bana kalırsa Avusturya toplumunda “dindar olmak” başlı başına azınlık olmak anlamına geliyor. Devletin yapısı dine göre değil, laik ve seküler bir anlayış çerçevesinde oluşturulmuş durumda. Din daha ziyade özel alana ait, sadece orayı düzenleyen bir şey olarak görülüyor. Bu durumda insanın kendi kararlarını dinî inancına dayanarak aldığını söylemesi bile başlı başına bir azınlık olmaya yetiyor Avusturya’da. Bence bizim ülkemizde en bariz zıtlık her türden inançlılarla inançsızlar arasında gerçekleşiyor. Bir de buna benim Müslüman olmamla “azınlık içinde azınlık” olmam gerçeği ekleniyor; zira inançlılar arasında Müslümanlar da farklı bir azınlığı oluşturuyorlar.

Genelde insanların kararlarına baktığımızda dinî inançlardansa diğer nedenlerin daha baskın bir rol oynadığını görüyoruz. Çevre, insanların kendi kararlarını dinî inançlarına dayanarak almasını anlayamıyor. Örneğin dışarı çıktığımda benim Avusturyalı çevremde cinsellik konusunda benimle diğerlerinin davranışlarının arasında farklar olduğu, benim için evlilik dışı bir ilişkinin mümkün olmayacağı ortaya çıkıyor. Bu durumda sanki bu davranışınız modern değil ya da geri kafalı bir tavırmış gibi yapayalnız kalıveriyorsunuz.

Biraz somutlaştıralım: Diyelim ki bir ortamda 8 kişi de bir rengin siyah olduğunu, 2 kişi ise beyaz olduğunu söylüyor. Ve söz konusu renk gerçekten de beyaz. Bu durumda insan ne yapar?

Bu durumda insan ya da kişinin savunduğu fikir o ortamdan dışlanıyor. Bu tarz durumlarda insanın kendi fikrinde sebat edebilmesi için çok güçlü bir karaktere sahip olması gerek. Ben –her ne kadar bu kavramı sevmesem de- bir “mühtedi” olarak “başka” bir şeye karar vermiş bir insanım, bu da verdiğiniz karar konusunda sizi güçlü olmak zorunda bırakıyor.

Meslek hayatınızda azınlık-çoğunluk arasındaki “farklılıklar” nasıl kendisini gösteriyor?

Meslek hayatında farklar çok da belli değil, çünkü iş arkadaşlarım örneğin benim dindar bir insan olduğumu biliyor. Bu durum da benim Caritas’ta verdiğim müzik terapilerinde sorun olmuyor, herkes bu durumu kabulleniyor. Dindar oluşum örneğin noel zamanlarında sorun olabiliyor. Arkadaşlarım ya da ailem beni noel için davet ettiklerinde elbette seviniyorum. Genelde alışıldığı üzere bir şişe şarap hediye verilirken benim için sorular başlıyor: Şarabı başkasına mı hediye etmeliyim? Edebilir miyim? Böylece ihtilaflar oluşuyor.

20’li yaşlarımdan da bir örnek verebilirim. Dışarıya Müslüman olduğumu ve İslam’da karar kıldığımı söylediğimde insanlarla ilişkilerimde bazı sorunlar ortaya çıkmaya başladı. O zamana kadar bir genç olarak akşamları dışarı çıkar, Avusturya’da âdet olduğu üzere bir bardan diğerine giderdim. Daha sonra bu durum biraz daha zorlaştı, çünkü arkadaşlarımla birlikte gidiyor, fakat içki içmiyordum. Onlar da İslam’a karşı bir garezleri olduğu için değil, ama benimle bir şey yapamadıkları, daha önceki yaşamımızı idame ettiremedikleri ve ben bir kenarda portakal suyumla oturduğum için garip bir durum ortaya çıkıyordu.

Peki, olumlu örnekler de var mı?

Evet, örneğin oruç. Bazen oruçla ilgili anlayışsızlıkla karşılaştım, insanın yemekten feragat etmesinin anlamsız olduğu gibi ifadeleri dinledim. Ama oruç tutmanın aslında o kadar da zor olmadığını, o esnada oruçlu olduğumu söylediğimde, “Yani dayanabiliyorsunuz?” tepkisini alıyordum. Bu gibi durumlarda dinî nedenlerle bir günde bu kadar fazla bir disiplinin sergilenmesi bir hayranlık ve büyük oranda saygı oluşturuyor.

Ölüm sonrası yaşam gibi temel inanç farklılıkları söz konusu olduğunda neler yapıyorsunuz?

Şimdi burada farklı inançlardan insanlar arasındaki ilişkilere dair bir yaşam tavsiyesi veremem elbette. Fakat şunu söyleyebilirim: Bazı din kardeşlerimiz kendi kapılarının önünü hiç süpürmemelerine rağmen daima diğerleri için neyin iyi olduğunu bildiklerini iddia ediyorlar. Ben insanın biraz daha münzevi olmasının, biraz daha arka planda kalmasının daha iyi olduğunu düşünüyorum. Hangi dinden olursa olsun birisinin gelip benim burnuma bir şeyler dayatması beni korkuturdu. Bizim toplumumuzda bunun bir karşılığı da yok. Kişi iç huzuru ve ruhsal tatmine ulaşmak için bunu kendi isteğiyle yapmalı. Bunun yerine insanı zorlamak, olumlu etkiden ziyade daha da sinir bozmaya neden oluyor.

Genel olarak toplumumuzda Müslümanların örneğin domuz eti yememesi gibi temel bilgilerin eksik olduğunu görüyorum. Bence insanın diğer inançlara dair temel bir bilgisi ve dinler arasındaki farklara dair az da olsa fikri olmalı. Bu bence dindarlararası iletişimden daha ziyade eğitimin bir sorunu. Bu genel kültür eksikliği de iletişim sorunlarına neden oluyor.

Azınlık-çoğunluk ilişkileri “kimlik”leri de yakından etkiliyor. Siz gençlerin “kimlik” konusundaki gelişimini nasıl gözlemliyorsunuz?

Avusturya’da bu konuya dair pozitif bir yaklaşımın eksikliğini duyuyorum. Örneğin çok dilliliğin büyük bir potansiyel olduğunu ve olumlu gözlemlendiğini göremiyoruz. Herkesin Almanca konuşması gerektiğine dair talep abartılı bir şekilde dile getiriliyor. Elbette ben de herkesin Almanca konuşabilmesini isterim. Örneğin Müslüman öncülerimize ve onların dil yetkinliklerine baktığımda tatsız bir hisse kapılıyorum. Fakat öte yandan Avusturya’daki 400.000 Müslüman’ın çok büyük bir kısmının çift dilli olduğunu ve bunun müthiş bir potansiyel anlamına geldiğini görmek gerekiyor. Modern zamanlarda “insan”dan ziyade “insan sermayesi”nden bahsediyorsak eğer, dilin de büyük bir sermaye olduğunu anlamamız gerek.

“İyi” ve “kötü” diller var mı sizce?

Kesinlikle var. Çok dilliliğin olumlu yanları özellikle Müslümanlarda göz ardı ediliyor ve bu çok anlamsız. Oysa en basitinden sadece ekonomik açıdan bakıldığında bile Türkiye’nin büyük bir ekonomiye sahip olması bu bakış açısını değiştirmeli.

Kendinizi bir “azınlık üyesi” olarak nasıl hissediyorsunuz?

“Çok kimliklilik” konseptini benim için oldukça uygun buluyorum. Müzisyenim, Müslüman’ım, Pressbaum’luyum… Bu farklı düzlemler üzerinden insan farklı gruplara aidiyet besliyor ve bu grupların üye sayısı bazen büyük bazen küçük olabiliyor. Burada ulus aidiyeti biraz daha ikinci planda kalıyor.

Öte yandan Avrupa’da ortaya çıkan ve Avrupa’ya büyük zararlar veren ulusçuluğun büyük ölçüde aşıldığını düşünüyorum. Bugünkü gelişmeleri izlediğimizde milliyetçi hareketler daha çok geçmişe öykünen, marjinal protesto hareketleri olarak göze batıyor. Günümüzde bazı güçlerin dini bölgeselleştirmeye çalıştığını görüyoruz. Bugün Müslümanların “geldikleri yere geri dönmeleri”, Hristiyanların da Batı’da kalmaları gerektiğine dair sesleri yeniden duymaya başladık. Bunlar aslında az ya da çok tedavülden kalkmış düşüncelerdi.

Bununla birlikte mültecilerin Balkanlar üzerinden kullandıkları rota ile Osmanlıların Viyana’yı fethetmeye gelirken kullandığı rotanın aynı olmasını ilginç buluyorum. Bu sayede eski şablonlar –belki de bilinçsizce- yeniden güncel hâle getiriliyor, insanlar korku ve endişeye kapılıyorlar.

Azınlık-çoğunluk arasındaki fikir farklılıklarını aşabilmek için kişinin kendi inancını daha açık bir şekilde ortaya koyması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben insanların örneğin göstere göstere namaz kılması taraftarı değilim. Açıkça söylemek gerekirse bu tarz şeyler hoşuma gitmiyor, zira bu ilk etapta benimle Allah arasında. Bu gösterişsel dindarlığın beraberinde getirdiği baskının çok fazla işe yaramadığını düşünüyorum. Baskı, karşı baskı oluşturur. Temiz, namazın asaletine uygun ve estetik duygularımızın da eşlik edebileceği bir mekânda namaz kılınır, ama daha fazlası aranmamalı bence.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler