'Dosya: "Avrupa’ya Gelen Mülteciler"'

Suriyeli Amar’ın Bitmeyen Mücadelesi

Kaçakçılar, iptal olan seferler, gözaltılar, sınır dışı edilmeler ve tehlikeli rotalar… Mültecilerin denizler ve kıtalar aşan yolculuklarının en bariz örneğini Suriyeli Amar’ın hayatı sunuyor.

Geminin korkuluklarına tutunarak gökyüzünü inceleyen Amar* derin bir nefes aldı. Biraz rahatlamıştı. İçini aynı anda hem hüzün hem de sevinç kapladı. Yüz ifadesinden ayların yorgunluğu okunuyor, yaşadıkları gözlerinin önünden geçiyordu.

1964 yılında Suriye’nin Humus şehrinde dünyaya gelmişti. “Amar, aferin oğlum! Okuma kabiliyetin çok güçlü.” İlkokul öğretmeninin sesi yankılandı kafasında. Humus’taki anıları canlandı. Ortaokulu bırakıp hasta babası için iş hayatına atıldığında henüz 17 yaşında genç bir delikanlıydı. Ne kadar da çabuk geçmişti Beyrut’ta kaldığı bir yıl. İşine odaklanmışken bir anda savaşın ortasında bulmuştu kendisini. Lübnan toprakları İsrail askerleri tarafından işgal edildiğinde Amar Beyrut’u terk etmek zorunda kalmış, Suriye’ye dönmüştü. Nihayet hasretle bitirmeyi hayal ettiği okulunu tamamlamış, ardından eğitimi için bir yıl süreyle İngiltere’ye gitmişti.

Doğduğu Humus Amar için en güzel şehirdi, tekrar memlekete döndü. Başarılı bir üniversite hayatından sonra babasıyla yeniden Lübnan’da ticarete atıldı. Gençliğin verdiği heyecanla iş hayatında büyük başarılar elde etti. Suriye’de askerliğini tamamladıktan sonra 31 yaşında hayatına eşi Rolanda’yı ortak etti.

Dalgaların gür sesleri ve gemideki hareketlilik ile gerçeğe döndü. Hayır, bir sorun olmamalı. Bunca çaba ve aşılan onca tehlikeden sonra olmamalı. Gemide panik rüzgârı esmeye başladı, gözler kaçakçılar ekibine takıldı. Kaçakçılar gemi motorunun başında toplanıp tartışmaya başlarken, gemideki herkesin gözlerinde korku belirdi. Bilhassa şeker hastası olan dokuz yaşındaki Bissan ürkek bakışlarıyla içler acısı durumdaydı. Bitmişti her şey, buraya kadardı. Sahil güvenliğin onları yakalaması belki an meselesiydi. Tam o anda motor bir anda çalışıverdi, herkes derin bir nefes aldı.

Amar kollarını kafasının arkasında kenetleyerek aldığı ilaçların da verdiği rahatlıkla düşüncelerini yeniden keskin rüzgâra bıraktı. Evlendikten sonra Humus’ta açtığı kıyafet dükkânını hatırladı, daha sonra kardeşiyle Bulgaristan’da yaptıkları ticareti. Her şey yolundaydı. Ta ki Arap Baharı ilk esintilerini hissettirmeye başlayana kadar.

Geminin ufak bir kıyıya toslamasıyla sarsıldı. Yolcular birer birer denizin ortasındaki küçücük adaya atlıyordu. Amar neye uğradığını anlayamadan denizin dalgaları arasında buldu kendisini. Bu arada başka bir gemi de adaya yeni insanlar getirdi. İki gemideki yolcular başka bir gemiye burada aktarma yapacaklardı. Amar adada diğer gemiden gelen arkadaşları Hussan, Alaa ve Asus ile karşılaştı. Arkadaşları biraz sonra daha büyük bir geminin geleceğini söylediler. Biraz sonra adaya ufak bir filika yanaştı. Kimse kimseyi görmüyor, düşünmüyordu. Birbirlerini iterek, koşarak filikaya çıkmaya çalışıyorlardı. Amar da olduğu yere kenetlenmiş, hareket edemiyordu. İçini bir panik kapladı kalabalığı görünce. Küçük Bissan, annesi ve ablası da Amar ile aynı kaderi paylaşıyor, çaresizce bekliyorlardı. Filika yolcuları yüklenip denize açıldı, ama yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Denizde sahil güvenliği fark eden filika birden rotasını değiştirip tekrar adaya yöneldi. Kıyıya yanaştığında herkes filikadan inip adada oradan oraya koşmaya başladı. Soğukkanlı davranmaya çalışıyordu Amar, o da saklanmalıydı hemen.

Ama nereye?

Bissan ve ailesi bir çukura yatmış, titreyerek olacakları bekliyorlardı. Amar bir kayanın ardından onlara yaklaşan sahil güvenliği izliyordu. “Dışarı çıkın! Kuşatıldınız! Hey siz!” Ellerini kaldırıp doğruldu ve yavaşça onlara doğru yürüdü. O anda kasıtlı olarak hedef olmamakla beraber kurşun yağmuruna tutuldular. Amar kendisini yere atarak korumaya çalıştı. Aşağılayıcı bir şekilde Amar, diğerleri ve küçük Bissan sahil güvenlik tarafından tutuklanarak ülkeyi yasa dışı terk etme suçundan hapse atıldılar. Tam 59 kişi Mısır’ın İskenderiye şehrinde 35 metrekarelik bir odada tutsak kaldılar. Tutuklananların en küçüğü 5 yaşındaydı. Dışarıdan uykularını kaçıran işkence feryatları duyuluyordu. Amar, “Yaşanan onca zorluk bunun için miydi?” diye düşünürken içi içini yiyordu.

Aynı odada bulunan 5 yaşındaki tutsak çocuğu görünce aklına en küçük kızı geldi. Küs ayrılmışlardı. Suriye’den göç edişini hatırladı. İç savaşın başladığı zamanlar Amar, kardeşi ve yeğeni barışçıl eylemciler arasında yer almışlardı. Bu durumun tehlike arz ettiğini ve Esed’in askerleri tarafından arandıklarını öğrenince ailesi ile birlikte Mısır’a göç etme kararı almıştı. Orada kayınbiraderi ile birlikte yürüttüğü bir ticareti vardı.

Odaya getirilen her yeni tutsak ile birlikte nefes almak da zorlaşıyordu. Hayat 280 metrekarelik evden 35 metre karelik bir hapis odasına sürükleyebiliyor insanı. Eşini, kızlarını ve Kahire’deki geniş evini düşündü. Barok stilindeki holde küçük kızının koşturmalarını. Acı bir tebessüm belirdi yüzünde. Bir an için renkli iş hayatını özledi. Sekiz işçisi ile birlikte işlettiği 3 mağazasını hatırladı, ofisinde içtiği kahveyi. Her şey Sisi’nin gerçekleştirdiği darbeyle yerle bir olurken elinden hiçbir şey gelmemişti. Mağazalarını devretmek veya kapatmak zorunda kalmıştı.

Hayır, hayır! Onu daha da güzel bir hayat bekliyordu denizlerin ardında. Almanya’ya ulaşmalıydı. Böyle bitmemeliydi. Bunca sıkıntının bir karşılığı olmalıydı. Eşi ve kızları ile vedası, defalarca gemi seferlerinin iptali ve bekleyişler, Mısır’ı kana bulayan darbe taraftarları Baltacılar tarafından kaçırılıp bir müddet esir kaldıktan sonra tekrar özgürlüğüne kavuşmak boşuna olmamalı.

Yol arkadaşlarından aylar sonra Amar İskenderiye’deki hapishaneden serbest bırakıldı. Aslında buna serbest bırakılmak da denemezdi. Ya Türkiye’ye, ya da Lübnan’a sınır dışı edilmek zorundaydı. Tercihini Türkiye’den yana kullandı.

“Amar, lütfen gitmeden önce son bir kez yanına gelelim, görüşelim.” diye yalvarıyordu hâlâ Kahire’de çaresizce bekleyen eşi Rolanda telefonda. “Beni bu hâlde görmenizi istemiyorum.” diyerek reddediyordu görüşmeyi. Küçük kızı telefonu eline alıp, “Babacığım, eve ne zaman geleceksin?” diye sorduğunda Amar, “En yakın zamanda görüşeceğiz Allah’ın izniyle kızım.” deyip telefonu kapattı. Daha fazlasını söylemeye takati kalmamıştı.

Amar’ı zırhlı bir araçta uçağa sevk ederek İstanbul’a gönderdiler. Orada onu ilk karşılayan yol arkadaşı Rabea oldu. “Türkiyeye hoşgeldin Amar!” Rabea ona kaldığı sokaktan bir otel ayarlayıp dinlenmesi için yalnız bıraktı. Uyumak ve bir daha uyanmamak istiyordu. Son aylar onda asla silinmeyecek izler bırakmıştı.

Birkaç gün sonra Rabea ile birlikte sahile yakın bir kahvede demli çayını yudumluyordu Amar. Sessiz bir şekilde denizi, gemileri ve dalgaları izliyordu ikisi de. Aylar sonra ilk defa biraz olsun rahat nefes alabiliyorlardı. Yakında bu rahatlık bitecekti.

Rabea artık Avrupa’ya ulaşmaya çalışmaktan vazgeçmişti. Daha doğrusu vazgeçmek zorundaydı, parası artık yetmiyordu. Türkiye’de kaçakçılarla çalışıp Amar’a yardım ediyordu. Her defa yeni birileriyle anlaşıp hazırlanan Amar gün sonunda koca bir hayal kırıklığı ile karşılaşıyordu: “Sefer iptal dostum, beceriksiz bunlar!” Ümitle İzmir’e gidiyor, ama durumlar onu yine İstanbul’a sürüklüyordu. Marmaris’te şansını deniyor, defalarca yüksek paralar ödüyor, ama kaderi onu İstanbul’a geri götürüyordu.

Mültecilerden haksızca faydalanan ne de çok insan varmış meğer! Paralarını aldıktan sonra insanların bir geminin deposunda havasızlıktan ölmesi kimsenin umurunda bile değildi.

Amar yeni bir kaçakçı ile tanıştı. İçinde bir umut ışığı belirdi. Kaçakçı Amar’a sahte kimlik çıkartıp sınıra yollasa da gümrükte yakalanınca sonuç yine İstanbul’a dönüş oldu. Sabrı tükeniyor, kendisini bitmek bilmeyen bir kısır döngü içerisinde hissediyordu. Aynı kaçakçı ile yeni bir plan kurguladı. Rabea onu vazgeçirmek için hayli dil dökse de her şeyi göze almıştı. Rolanda Amar’ın ona düğün hediyesi olarak verdiği yüzüğü satıp ona para gönderdi. Yine sahte bir kimlik ile yola çıktı. Hedef Tanzanya, oradan Frankfurt’tu. Pasaport kontrolünden geçerken cihazlar kırmızı alarm göstererek Amar’ın hayallerini yıktı. Sakin olmaya çalışıyordu. “Bitti, yine bitti. Buraya kadarmış demek ki. Ama bir dakika…” Polis kimliğini geri verip “geç” işareti yaptı. Amar uçak biletini aldı, heyecan ve sevinçten çığlık atmak istese de bunu kendisine sakladı. “Başardım, sonunda başardım! Az kaldı, kabus bitiyor!”

Zambiya’ya ulaştıktan sonra kaçakçı ekibinden Mahmut onu karşıladı. Amar’ın kimliğini Frankfurt’a bilet kesmek için aldı, gümrükteki adamlarıyla görüşüp Amar’ın kontrolsüz geçmesini ayarladı. Ancak Amar ona yardım etmesi gereken kaçakçı tarafından esir alındı. Ya 2.500€ daha verecek, ya da bilet ve kimliğine elveda diyecekti. Bunca yol kat ettikten sonra vazgeçmedi. Mahmut ile anlaşmaya çalıştı. Ona Türkiye’deki ortağına verdiği miktardan bahsetti: “Seni kandırıyorlar, orada ben onlara 8.000€ verdim. Sen asıl onlarla anlaşmaya bak.” Mahmut ikna oldu. Artık Amar’ın önünde bir engel yoktu. Frankfurt uçağına bindiğinde artık tek hedefi en kısa zamanda eşi ve kızlarına kavuşmak, onları da yanına aldırmaktı.

Yaklaşık bir sene sonra ayrılık bitti. Amar, eşi ve çocukları ile birlikte Almanya’da bir daireye yerleşmişti. Eski hayatı, Suriye ve dostları burnunda tütse de bugün hâlâ her sıkıntıyı atlatmış değiller. Alman devletine minnettar olsa da mültecilere daha fazla destek sağlanması gerektiğini söylüyor. “Belki Hollanda’daki gibi mültecilere özel danışmanlar gerek.” Uzun bir yolculuk ve katettiği onca yola rağmen “Allah’tan gelene elhamdülillah!” diyor.

*Asıl ismi farklı olan Amar Obaid başından geçenleri Veysel Pountso’ya anlattı.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler