'Dosya: "Başörtülü Kadınlara Saldırılar"'

Çatışmanın Şiddet Olarak Dışa Vurumu, Kötü Yönetim Göstergesi

Müslüman kadınların ve öğrencilerin giderek artan oranda maruz kaldığı dışlamalar, hukuk devleti ve toplumsal düzen standartlarının açık olarak ihlali. Saldırıları önlemek için siyasilerin etkin pozisyonlar geliştirmeleri gerek.

“Bir adam kadına hakaret edip başörtüsünü başından çekti.”
“Bebek arabasına yumruk: Zorba Nazi, kadını ve 1 yaşındaki bebeğini öldürmek istedi.”
“Dokuz yaşındaki kız çocuğuna ırkçı hakaret edildi ve üzerine tükürüldü.”
“Sadece kahve, lütfen başörtüsüz olsun!”
“Otobüs durağında sözlü saldırı”
“Müslüman kadına saldırı: Şüpheli saldırgan gözaltına alındı.”
“Kız çocuğuna saldırı, başörtüsü başından çekilip hakaret edildi”

2015 ila 2017 yılları arasında Almanya’da “saldırı”, “Müslüman” ve “kadın” sözcükleri ile yapılan basit bir Google taraması sonucunda bu başlıklara benzer 50 civarında vaka ortaya çıkıyor. Bunlar sadece medyaya yansıyan veya polisin müdahil olduğu vakalar.

Bu saldırılar Almanya’da ikinci veya üçüncü kuşaktan, Almanya’yı yaşamlarının merkezi olarak kabul eden, burada çalışan, üniversitede veya okulda eğitim gören, sadece hazırladıkları yiyeceklerle okul eğlencelerine değil, her anlamda zengin katkılar sağlayan kadınlara yönelik yapıldı. Arkadaşları ve çocukları ile kültürler arası bir dengede yaşamaya çalışan, içinde yaşadıkları toplumun çok sesliliğinin birer parçası olan bu kadınlar çoğu kez reddedilmeye, dışlanmaya ve sataşmalara maruz kalıp kimi zaman da saldırıya uğruyorlar.

Bu korkakça saldırılar, bilhassa da çocuklara yönelik olanlar, saldırganların ruh hâllerine dair ip uçları ortaya koymakla beraber; toplumun temelinde yatan çatışma potansiyellerini de ifşa ediyor.

Saldırıların sadece cezai takibinin yapılmasının yeterli olmadığı açık. Bu bağlamda toplumsal aktörlerin yanı sıra en başta medyaya büyük sorumluluklar düşüyor. Basında yer alan haberler mağdurların ihbarlarına ve polis verilerine dayanıyor. Fakat basına yansıyan haberlerde “Pis Müslüman” gibi apaçık düşmanca sloganlar göz ardı edilip olaydaki ırkçı motivasyon önemsenmediğinde bu tutum saldırganlara cesaret verir. Bunun da ötesinde bu tutum saldırıların tekrarlanmasına ve genel ilgisizliğe yol açarak, “ötekinin” hislerine ve mağdurlara karşı uygulanan haksızlığa dair vurdumduymazlığı teşvik eder. Bu yaklaşım mağdurlarda ise korku, öfke, çaresizlik ve içe kapanmaya yol açar.

Eğer çocuğunun yanında bir kadının başörtüsü başından çekilir, görünüşü sebebiyle kariyerine müdahale edilir ve staj talebi hakaretler eşliğinde reddedilirse, bunlar siyasi içerikli suçlardır ve bu bağlamda değerlendirilmeleri gerekir. Saldırganlar kesinlikle “herhangi” bir kadını veya çocuğu hedef almamış, aksine kurbanlarını özellikle seçerek saldırmışlardır, çünkü kendilerince çevrelerindeki belli sorunlara bu şekilde çözüm bulabileceklerini veya bulmak zorunda olduklarını düşünmüşlerdir. Mağdurlar bu çerçevede ön yargılı şiddet içerikli saldırıların hedefi olmuşlardır. Bu bağlamda saldırılardan “İslam düşmanlığı kaynaklı değil” diye bahsetmek veya failleri yalnızca psikolojik rahatsızlığı bulunan kimseler olarak tanımlayıp olayın siyasi boyutunu göz ardı etmeye çalışmak ayrıca sakıncalı bir tutumdur.

Sadece medya değil siyasilerin de belli sorumlulukları var. Manşetlerden gün yüzüne çıkan toplumsal sorunlar göz önünde bulundurulduğunda, parti konseptlerinde, bilhassa seçim kampanyası sürecinde toplumsal birlikteliği güçlendirici unsurları vurgulamaları, azınlıkları marjinalleştirerek farklılıkları ve uyuşmazlıkları onların üzerinden tartışmak yerine onlara aynı değeri vererek hitap etmeleri beklenir. Bu saldırıların muhatabı olan çocuk ve kadınlar, bazı grupların popülist ihtiraslarının beslenmesini değil; içinde yaşadıkları, çalıştıkları ve bağlılık duydukları ülkelerin değer ve yasalarınca kabul edilip ciddiye alınmayı arzu ediyorlar.

“Anne, bugün sınıfta aslında nereli olduğumu sordular. Ben de Köln’de doğduğum için ‘Kölnlüyüm’ dedim. Buna öğretmen ve diğer çocuklar inanmak istemediler. Bana, ‘Sen Alman değilsin’ dediler. Peki, nereliyim ben o zaman?” Bu soruyu soran ilkokul öğrencisi kendisini “buraya” ait hissetmesine rağmen buraya ait görülmemesi karşısında hayal kırıklığına uğramıştır.

Müslüman çocukların kendilerine dair bu tarz tasavvurları, toplumsal birlikteliği güçlendirmenin aynı zamanda toplumun vurgusuna ve tutumuna bağlı olduğunu da az çok göstermektedir.

Viyana Çalışma Odası ve Federal Sağlık Bakanlığı için yürütülen “Göç ve Sağlık” (Alm. “Migration und Gesundheit”)  ve uzun süreli diğer araştırmalar ırkçı ayrımcılık ve ruhsal sağlık arasında açık bir bağlantının olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bizzat ve dolaylı yaşanan ayrımcılık tecrübeleri annenin ruhsal sağlığını etkilemektedir. Aile fertlerinin ırkçı tecrübeleri dolaylı olarak çocukların ruh sağlıklarını etkilemektedir. Irkçı tecrübelerin annenin ve ailenin sağlığına etkileri genel anlamda çocuğun gelişimini de doğrudan etkilemektedir.

Siyasilere ve medyaya tüm ilgili toplumsal aktörlerle geleceğe dair konseptler geliştirme görevi düşmektedir.

Saldırıların Toplumsal İlişkilere Etkisi

“Müslüman kadınlar toplu taşıma araçlarında endişe duyuyorlar.”
“Asabi doktor başörtüsü yüzünden delirdi.”
“İş yerinde başörtüsü yasağı mümkün.”
“Kiel’de Müslüman kadına hunharca saldırı”

Bütün bu tecrübeler ilgili kadın ve çocuklar üzerinde nasıl bir etkiye sahip? Toplumsal ilişkilere nasıl etki ediyor? Öğretmen ile öğrenci, çalışan ile iş veren arasındaki ilişkiyi nasıl etkiliyor? Ya siyasi temsilciler ve göçmenler arasındaki ilişkiyi?

Çocuklar ve gençler bu marjinalleştirmeye maruz kalmak zorunda değiller. Mağdurlar da bu tür dışlanmalar ve şiddet ile yüzleşmek zorunda değiller. Bunlarla yüzleşip kesin bir tutuma sahip olmak zorunda olanlar siyasi aktörler. Siyasiler mağdurların kimliklerini kendi anlayışlarından yola çıkarak eş değerli kabul eden, savunan ve güvence altına alan, böylece kişiliğin gelişimi için güvence veren yeni tutumların arkasında durmak zorundalar.

Müslüman kadınların ve öğrencilerin giderek artan oranda maruz kaldıkları dışlamalar, hukuk devleti ve toplumsal düzen standartlarının açık olarak ihlalidir. Mağdurların büyük çoğunluğu kendilerini Alman toplumunun ve Almanya’nın bir parçası olarak görürken büyük bir kısmının şahsi göç tecrübesi yok. Yani saldırıya uğrayanlar Müslüman inancına sahip Almanyalılar.

Zamanımıza uygun ve gerçekçi bir ihtilaf yönetiminin gerçekleşmesi için; taraflara eşit muameleyi sağlayan, kesin kurallara sahip bir adalet kültürünün temel koşullarının temin edilmesi gerek. Bu yönetim, anlaşmazlıkları gerekli değişiklikler için bir imkân olarak değerlendirmeli. Bunun için de taraflar ihtiyaçlarını, daha doğrusu nasıl bir toplum istediklerini adil ve yapıcı olarak karar yapım süreçlerine dâhil edebilmeli. Farklı yaşam modellerine ve inançlara müsaade eden, içerisinde farklı geleneklerin normal karşılanıp toplumsal yapının birer parçası olabileceği, farklı ama eş değerde unsurlara sahip bir toplum.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler