“Terörist”, “Taliban Gelini”, “İslamcı O….pu!”
İslami yaşam ile Alman çoğunluk kültürünün uyuşup uyuşmadığı hakkındaki tartışmalar sonuçsuz kalmıyor. Müslüman kadınlara yönelik saldırılar bu tartışmalarla birlikte artıyor.
Elena, “Müslüman şırfıntı, indir o bez parçasını” çığlığını duyduğu an inancını yitirmeye başladı. Bu cümle Elena’nın yüzüne yediği bir yumrukla tamamlandı. “Böyle insanların olduğunu biliyordum. Ancak böyle bir şeyin benim başıma geleceğini hiç düşünmezdim”. Elena geçtiğimiz yılın yaz mevsiminde arkadaşına giderken kendini birden kaldırım taşında bulduğu günü işte böyle hatırlıyor.
Elena 17 yaşında, Berlin’in Wedding semtinde yaşayan bir öğrenci. Birçok açıdan bakıldığında oldukça normal bir genç kız: Yüzüne sürdüğü fazla pudrası, çok konuşması ve kıkırdamasıyla, krem rengi mantosu ve su yeşili başörtüsüyle… Elena yabancı bir kadının kendisini o temmuz gününde neden yere serdiğini hiçbir zaman öğrenememiş: “Başka bir kız kalkmama yardımcı oldu ve polisi çağırmak istedi, ancak kadın o sırada çoktan kaybolmuştu bile. Sanırım deliydi, yani hasta gibi bir şeydi.”
Ancak kesin olan şu: Bu tür İslam karşıtı olaylar Almanya’da gittikçe artıyor. Mağdurların, mağdur inisiyatiflerinin ve İslami cemaatlerin yaptıkları açıklamalara göre her gün daha fazla başörtülü kadın böyle olayların mağduru oluyor. Her hafta ülkedeki yerel gazete haberlerinde Elena’nın yaşadığı olay gibi en az bir vaka yer alıyor. Mart ayı sonunda Kuzey Ren Vestfalya eyaletindeki bir otobüs durağında 14 yaşındaki bir kız kimliği belirsiz kişiler tarafından dövülüp tekmelendi. Sadece birkaç gün sonra 17 yaşındaki bir kız Berlin’de iki erkek ve bir kadın tarafından saldırıya uğrayarak yaralandı.
Aslında farklı bir isme sahip olan, ancak arkadaşlarının ismini gazetede okumasını istemeyen Elena, “Okulumda başörtüsü takmak oldukça normal bir durum. Orada korkmuyorum.” diyor. “Ancak trende veya caddede ‘Terörist’ ya da ‘Taliban karısı’ gibi sözleri ya da geldiğin yere geri dönmeni söyleyen sesleri duyuyorsun.”
“Eczacı Olayının Yaşandığı Dönemdi.”
Elena Berlin’in Pankow adlı semtinden gelmiş ve bu semt şu an yaşadığı yerin yaklaşık 5 km ilerisinde kalıyor. Elena’nın ailesi 90’lı yılların başında, yani Elena doğmadan uzun yıllar önce, üniversite öğrenimi için Mısır’dan Berlin’e gelmişler. Elena ailesinin bir defasında gerçekten Mısır’a geri dönmeyi düşündüğünü hatırlıyor ve ekliyor: “Eczacı olayının yaşandığı dönemdi.”
“Eczacı” olarak bahsettiği kişi Marwa El-Sherbini. El-Sherbini 2008 yılında Dresden şehrinde bir parkta İslam karşıtı bir Alman tarafından hakarete uğramış ve ardından saldırganı şikayet etmişti. Bu kişi 1 Temmuz 2009 tarihinde mahkeme tarafından para cezasına çarptırılınca El-Sherbini’yi mahkeme salonunda 18 bıçak darbesiyle öldürmüştü.
Bu olay uluslararası alanda da oldukça ilgi çekmişti çünkü Alman siyasetçiler uzun bir süre boyunca bu olayı alenen kınamaktan ve İslam karşıtı olarak nitelendirmekten kaçınmışlardı.
Bu görmezden gelme bir sistematiğe sahip. Siyasetçilerin ve kurumların İslam karşıtı suçları polis istatistiklerinde ayrı bir kategoride ele almaya hazır olduklarını ifade etmeleri bile oldukça uzun sürdü. Başörtüsü takan kadınlara yapılan saldırıların tespit edilmesi hayli zor, çünkü Elena’nın yaşadığı gibi olaylarda mağdurların büyük bir çoğunluğu bu saldırıları şikâyet etmekten çekiniyor. Federal Kriminal Dairesi’nin (BKA) Emniyet İstatistiği Bölümü İslam düşmanlığı motivasyonlu olayları Ocak 2017 tarihinden beri ayrı bir alt başlık altında ele alıyor. Artan İslam düşmanlığı sebebiyle mağdur dernekleri, ırkçılık karşıtı dayanışma birlikleri ve İslami cemaatler antisemitizm motivasyonlu suçlarda zaten uzun süredir geçerli olan bu uygulamanın getirilmesi için baskı yapmıştı. Buna karşın siyasetçiler uzun süre bunun gerekli ya da mümkün olmadığını söylemişti.
Aslında bu pek de şaşırtıcı değil, zira Müslümanlara karşı yapılan propagandalar siyasi partilerin birçoğu için siyasetin günlük konuları arasında yer alıyor. Düzenli olarak gerçekleştirilen İslam tartışmaları medyanın temel unsurlarından biri hâline geldi. Lüksemburg’da bulunan Avrupa Adalet Divanı’nın mart ayının başında başörtüsü sebebiyle işten çıkarılan Belçikalı bir kadın resepsiyonistin davasını reddetmesi üzerine basın ve siyasetçiler, özel kurumların dinî tarafsızlığı konusunda haftalarca tartıştı. Avrupa Adalet Divanı hâkimleri, tüm dinî semboller için aynı uygulamanın geçerli olması şartıyla işverenlerin başörtüsü takılmasını yasaklayabileceği kararını vermişti. Bu durum teorik olarak Hint sarığı, İspanyol mantillası (bir çeşit peçe) ve Yahudi kipası takanları da etkiliyor. Ancak hem İslami cemaatler hem de Almanya Federal Meclisi’nin muhalefet temsilcileri bu kararın uygulamada özellikle başörtülü kadınları etkileyeceğini söylüyorlar.
Ancak Alman tartışma programlarında sürekli ele alınan konular arasında sadece başörtüsü tartışması yok. Başörtüsünün yanı sıra kreşlerdeki domuz miktarından saunaya giren mülteci sayısına, dinî tatillerden Müslümanların üniversitede namaz kılmalarıyla devletin tarafsızlığının zedelendiği tartışmalarına, öğrencilerin hocaları ile el sıkışmayı reddedip reddedemeyeceklerinden Müslüman erkeklerin sünnetine kadar birçok konu tartışılıyor. İslami yaşamın öyle ya da böyle dikkat çeken her konusu geçtiğimiz birkaç ayda en büyük günlük gazetelerin kapak sayfalarında ve televizyon programlarında tartışıldı. Almanya’da 2016 yılının yaz mevsiminde tüm ülke haftalarca burka ve peçeyi tartıştı ancak Almanya’da zaten bunları takan kimse yok veya olsa olsa en fazla yüz kişi vardı. Bu tartışmaların yasamaya ilişkin somut bir sonucu sadece istisnai durumlarda söz konusuydu ve bunların etkisi de sadece sembolik olacaktı. Bavyera Eyalet Hükûmetinin Şubat 2017 tarihinde yürürlüğe soktuğu burka yasağı da buna benzer bir durum. O tarihten beri Bavyera Eyaletinde kamu görevindeki kadınlar için peçe takma yasağı var. Ancak sorun şu ki, ağırlıklı olarak Katoliklerin yaşadığı Bavyera Eyaletinde bu yasak getirilmeden önce de yüzünü burka veya peçeyle örten hâkime, kadın polis ve öğretmen yoktu.
“İnsanlar Artık Yüzüme Tükürüyorlar ve Bağırıyorlar”
Yine de İslami yaşam ile Alman çoğunluk kültürünün uyuşup uyuşmadığı hakkındaki tartışmalar sonuçsuz kalmıyor. Elena da bunun farkında. Elena başörtüsü takan tüm arkadaşlarının son yıllarda kötü tecrübeler yaşadığını anlatıyor. “Eskiden insanlar daha çekingen olarak arkamdan konuşurdu: ‘Şuna bak, bu nasıl bir tip’ gibi laflar ederlerdi. Bugün ise tükürüyorlar, bağırıyorlar ya da eşinin seni buna zorlayıp zorlamadığını soruyorlar.” Elena, başörtüsü takma kararını üç yıl önce aldığını söylüyor. “Kapanıp kapanmamayı çok uzun süre düşündüm. Bir gün doğru olduğunu hissettim. Benim için kıyafetlerim kişiliğimi yansıtıyor. Elbette buna Allah da dâhil ve bunu da başörtümle ifade ediyorum.” Elena, başörtüsü takma yönündeki kararına ailesinden kimsenin etki etmediğini vurguluyor. “Babam başörtümü çıkarmamı istiyor. Ortamın daha da kötüleşmesi durumunda olacaklardan korkuyor.”
Almanya’da yaşayan beş milyon Müslüman için durumun şu an bile ne kadar kötü olduğunu yakın zamanda birçok araştırma gösterdi. Leipzig Üniversitesi’nin geçtiğimiz yıl yapmış olduğu temsilî bir araştırmaya göre Federal vatandaşların yüzde 41’i Almanya’ya Müslümanların göç etmesinin yasaklanmasını istiyor. 2009 yılında bunu talep edenlerin sayısı son araştırmaya kıyasla yarı yarıyaydı. Almanların üçte ikisi İslam’ın Almanya’ya ait olmadığı görüşünde. Alman Haber Ajansı’nın yaptırdığı temsilî bir araştırmaya göre anket yapılan her ikinci kişi okullarda başörtüsünün genel olarak yasaklanmasını istiyor. Okullarda en azından şu ana kadar uygulaması olmayan bu yasak, çalışan birçok Müslüman kadın için zaten hayatın bir gerçeği.
Resmî bir başörtü yasağı olmadan bile Müslüman olarak iş bulmanın ne kadar zor olduğunu geçtiğimiz yıl Linz Üniversitesi’nin bir araştırması ortaya koydu. Araştırmacılar çeşitli kurumlara 1500 iş başvurusu göndermiş, bu başvuruların bazılarını kulağa Almanca gelen isimlerle, bazılarını Türkçe isimlerle, bazılarını ise başörtülü resim ekleyerek gerçekleştirmişlerdi. Sonuç: Başörtüsü takan bir Türk’ün cevap alabilmesi için aynı niteliklere sahip bir Alman’a kıyasla dört veya beş defa daha fazla iş başvurusu yapması gerekiyordu.
“Başörtü Damgası”
Gallup Araştırma Enstitüsü AB çapında yaptığı bir ankette benzer sonuçlar elde etti. Anket yapılan Müslüman göçmen kadınların yüzde otuzu son on iki ayda ayrımcılığa maruz kaldıklarını teyit ediyordu. Sosyolog Florian Kreutzer’in yaptığı bir inceleme de bu sonucu doğruluyor. Kreutzer “Başörtü Damgası” (Alm. “Stigma Kopftuch”) adlı araştırmasında Müslüman kadınlarla uğradıkları ayrımcılıklar hakkında görüşmüş. Elde ettiği sonuca göre başörtüsü takan kadınların genellikle asimile olmakla dışlanmak arasında bir seçim yapması gerekiyor.
Elena, geçtiğimiz yaz yaşadığı saldırıdan sonra ciddi olarak başörtüsünü çıkarmayı düşünmemiş. Bunu ilk defa iki ay önce düşünmüş. “Ablam işe gitmek için yola çıkmıştı. Biri o esnada başörtüsüne asılarak başörtüsünü çıkarmaya çalışmış.” Elena, ablasının olası saldırılardan korktuğu için başörtüsünü çıkardığını anlatıyor. Kendisi için de böyle bir durum söz konusu olur mu? Elena su yeşili başını sallamadan önce biraz düşünüyor: “En iyi çözüm günün birinde başörtüsünün hiçbir fark teşkil etmemesi olurdu.”