'Dosya: "Entegrasyon"'

“Entegrasyon Hin, Entegrasyon Her”

Batı Avrupa’da entegrasyon, özellikle Türkiye kökenlilere yöneltilen bir talep. Küçük bir Alman kasabasında bu talebe doğrudan muhatap olanlara entegrasyonun ne olduğunu sorduk.

31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece. Almanya’nın batısında ufak bir köy. Yaklaşık 20-25 kişi, eski bir çiftlik evinin tavanı ahşap odasında, sobanın etrafına toplanmış. Dışarıda mangalın başında birkaç kişi sohbet ediyor. İçeride irili ufaklı grupların hararetli sohbeti, bir de sobanın etrafa yaydığı rehavetli sıcaklık var.

Almanya’da yaşayan yaklaşık 3 milyon Türkiye kökenli için yılbaşı, aile ve arkadaşlarla bir araya gelme fırsatı olarak görülüyor. Bugün de bu fırsatı değerlendirmek için diğer şehirlerden akrabalar ve ahbaplar işte bu koca odaya doluşmuş durumda. Herhalde “paralel toplum” tartışmasını yıllarca körüklemiş olan Bild gazetesi bu fotoğrafı şuna benzer bir manşetle verirdi: Dışarıda havaifişekler patlatan “Almanlar”, içeride kendisini bu eğlenceden “soyutlayan” “Türkler”.

“Sadece Biz Onlarla Yaşamıyoruz, Onlar Da Bizimle Yaşıyor”

“Entegrasyon” kelimesi bu ufak odadaki genç Türkiye kökenlilerin kısacık hayatlarında duymaktan gına getirdikleri kavramlardan biri olmuş. Mangalın başındaki Ali, “Almanlara göre entegre olmak demek, ayağını onlara uydurman demek.” diyor, biraz da ironiyle: “Onlarla içki içeceksin, Noel kutlayacaksın, onlar gibi olacaksın. Ama bence entegrasyon bu değil. Bence dili konuştun mu, onlara saygı gösterdin mi, kanunlara aykırı bir şey yapmadın mı entegre olmuşsun demektir.”

Abisi Ali’nin sözlerini, mangalda pişenleri alıp içerideki masalara dağıtmak için gelen Ayşe* kesiyor. “Bence en önemlisi dil” diyor. “Ama onlar entegrasyona farklı bakıyor.” Kastettiği “onlar”, Almanlar. Devam ediyor: “Bana ‘Siz de Noel kutluyor musunuz?’ diye soruyorlar. Bir ‘evet’ desem gözleri parlayacak. ‘Hayır’ deyince hayal kırıklığına uğruyorlar. Geçenlerde biri, ‘Burada yaşıyorsunuz ama bizim bayramlarımızı bilmiyorsunuz’ dedi. Peki onlar bizim bayramımızı biliyor mu? Sadece biz onlarla yaşamıyoruz, onlar da bizimle yaşıyor. Bizim hakkımızda ne biliyorlar? Hiçbir şey!”

Burada doğup büyüyen Ayşe, “Benim onlardan dil olarak bir farkım yok, aynı dille büyüdüm. Farklı değilim ki entegre olayım.” deyip görevinin başına dönüyor.
Daha büyük bir şehirde Matematik öğretmeni olan, bu ufak köye akrabalarını ziyaret için gelen Sare* için ise entegre olup olmadığı sorusu, hakaretle eş değer. “Bu soru bence muhatabına ‘Sen yabancısın’ vurgusu yapıyor.”

“Bizim Asıl Türkiye’ye Entegre Olmamız Başarı”

Sare’nin kardeşi olan Zeynep* ise bilgisayar mühendisi. Ona kalsa “entegrasyon” ile ilgili tartışma komik bir tartışma: “Ben burada doğmuşum, burada okula gitmişim, burada büyümüşüm. Ama adam gelmiş bana diyor ki, ‘Çok güzel entegre olmuşsunuz, Almancanız çok iyi.’ Bence bizim Almanya’ya değil, Türkiye’ye entegrasyon başarımızdan bahsedilmesi lazım. Çünkü ben Türklerin arasına entegre olabilmişim, Türkiye’ye gidince ailemin arasında kendimi yabancı hissetmiyorum. Bence asıl bu büyük bir başarı.”

Zeynep’e göre “entegrasyon” dayatmasında bulunan insanlar, genelde dünyayı yalnızca kendi gözlüklerinden değerlendiren insanlar: “Arkadaşlarım farklı bir ülkeye gidip geldiklerinde ‘Bu ülkenin yemekleri de bir tuhaf’ diyor. Ben de onlara, ‘yemek tuhaf değil, sen onu tuhaf olarak görüyorsun’ diyorum. Aynı okullara gitmişiz, aynı eğitimi görmüşüz, ama farklılıklara açık olma konusunda Almanlarla aramızda farklılıklar var.” Zeynep’e göre bir ayağı farklı bir ülkede olan insanların ufku bu konuda daha açık.

Almanya’da göçün tarihi 50 asrı devirmesine rağmen, Alman toplumunda farklılıklarla başa çıkabilme konusunda ciddi bir beceri hâlâ yok. Zeynep Almanya’nın “verdiği” göçe değiniyor: “Benim tanıdığım Almanların neredeyse tamamının yakın akrabası Almanya dışında yaşıyor. Onlar da dışarıya göç etmiş. Ama başka birisi onların şehrine geldiğine durum farklılaşıyor. Bu kadar göç tecrübesi olmasına rağmen, farklılıkla başa çıkamıyor insanlar.”

“Entegrasyon Kelimesi Ortadan Kalkmalı”

33 yaşındaki Öznur*, devlet memuru. Yaşadığı şehrin belediyesinde çalışan Öznur, “entegrasyon”la ilgili birkaç sorumuz olduğunu duyduğunda bezginliğini gösteren bir tepki veriyor. Sonunda birkaç ikna turunun ardından “entegrasyon” deyince aklına gelenleri anlatmaya başlıyor: “Entegrasyon deyince şunu düşünüyorum: ‘Niye biz? Niye bize/bana soruluyor entegre olup olmadığım? Burada doğmuşum, anadilim gibi Almanca biliyorum. Şu an 33 yaşındayım, 25 senedir hâlâ entegrasyonla uğraşıyorum.”

Öznur okul döneminde kendisine “farklılık” hissi veren anıları hatırlıyor: “Okulda Katolik Din Dersine gidiyordum. Annemlere ‘Kızınızın din dersine katılmasını istiyor musunuz, yoksa o ders saatinde çocuğunuzu okuldan alıp geri getirmeniz lazım’ demişlerdi. Annemler de başka bir dini öğrenmemde bir sakınca görmemişlerdi. Çok iyi hatırlıyorum 7 yaşındaydım. İlk derste öğretmen, ‘Evet, aranızda bir Müslüman var.’ dedi. Bir sonraki derse Kur’an getirmemi istedi. O zamanlar daha Kur’an’a geçmemiştim. Elif-ba cüzümü getirdim. Başörtümü getirdim. Başımı bağladım. Elif cüzümü okudum. O zamana kadar farklı olduğumu pek de hissetmemiştim, çünkü o yaştaki çocuklar arasında ‘entegrasyon’ diye bir ölçü de yoktu.”

İlkokuldaki bu tatlı hatıralar, ortaokuldan sonra ortadan kaybolmuş. Liseyi bitirme döneminde yaşadığı bir olay, onu derinden etkilemiş: “Ortaokulda sınıfımda tek Türk bendim. Kendimi hiç yabancı gibi hissetmedim, hiç ayrımcılık yaşamadım. Öğretmenlerim de, sınıf arkadaşlarım da çok iyiydi. Lise bitirme döneminde ise sınıfta 30 öğrenciydik. Yeni sınıfın ilk dersinde tanışma faslı oldu. Önde öğretmenimiz oturuyordu. En son sıra bana geldi. Ayağa kalkıp ismimi söyledim, 18 yaşındayım dedim. Öğretmen bunun üzerine, ‘Evet Öznur Hanım, sizin sahibiniz var mı?’ diye sordu. Herkes gülmeye başladı. Ben anlayamamıştım. ‘Ne kastediyorsunuz’ dediğimde. ‘Ee, sizde olağan şeyler bunlar. 18 yaşında Türkiye’de hemen kocaya veriliyorsunuz siz.” dedi. O hocadan 3 sene boyunca hep kötü not aldım. ‘Entegrasyon’ denince benim aklımda nedense hep bunlar canlanıyor.”

“Neden O Değil De Ben?”

Öznur, iş arkadaşlarının kendisine “Çok iyi entegre olmuşsun” dediğinden de bahsediyor. Kendisine böyle söylendiğinde genelde arkadaşlarını sorguladığını söylüyor: “Başörtüsü takmadığım için mi entegre oldum? Almanca konuşabildiğim için mi entegre olmuş oldum? Ne zaman ‘çok iyi entegre’ olmuş oluyorum? Ya böyle olmayan insanlar ne olacak?”

“Benim için entegrasyon saçma bir şey.” diyen Öznur, bu talebin Almanya’daki bir Polonyalıya ya da bir Rus’a yöneltilmediğini söylüyor: “Onlar da bizim gibi Almanya’da doğdular. Ama onlara kimse entegrasyon sormuyor. Belediyede entegrasyonla ilgili bir yazı yazılacağı zaman beni çağırıyorlar. ‘Neden beni çağırıyorsunuz?’ dediğimde de, ‘Senin ailen Türkiye’den geldi.’ diyorlar. İyi de diğer arkadaşın da ailesi İtalya’dan geldi. Neden o değil de ben?”

Öznur’a göre “entegrasyon” doğru bir kavram değil. Doğru kavram ona göre “birlikte yaşamak”: “Herkes diğerlerinden entegrasyon istiyor. Her zaman bir şey yapma baskısı altındasın. Bunlarla iyi anlaşmam lazım, bunları başarmam lazım baskısı yaşıyorsun. Üstelik bu entegrasyonun başı da, sonu da yok. Bu baskının olmaması lazım.”

“Entegrasyon”, Almanya’da bir buyruk hâline geldi. Göçmenlerin ve göç kökenlilerin entegrasyonu bir zorunluluk olarak göçe dair bütün tartışmaları domine ediyor. Oysa meseleye farklı perspektiften bakmak mümkün. Örneğin yeni (ulusa bağımlı olmayan) bir vatandaşlık tanımı ve entegrasyonu aşan bir paradigma değişimi bu farklı perspektifin temel unsurları olabilir. Bu paradigma değişimini gerçekleştirebilmek için yılbaşı gecesi bir soba etrafında bir araya gelen bu insanlar gibi, hayatı boyunca “entegrasyon” dayatmasıyla karşı karşıya gelmiş olanlara kulak vermek gerekiyor.

*İsimler, görüşülen kişilerin ricası üzerine değiştirilmiştir.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler