Başörtülü Öğrencilere İkinci Truva Atı Operasyonu
Birleşik Krallık Eğitim Standartları Ofisi Oftsed, ilköğretim müfettişlerine okullardaki başörtülü öğrencileri “sorgulama” tavsiyesinde bulundu. Karar henüz resmîleşmese de, kurumun direktifinin yönetmeliğe girmesiyle ilköğretim öğrencilerine neden başörtüsü taktıkları konusunda sorular yöneltilecek.
İngiltere hükümetine bağlı Eğitim Standartları Ofisi’nin (Ofsted) Başmüfettişi Amanda Spielman 2017 yılının sonlarında yaptığı bir açıklamada, Birleşik Krallık’taki okul müfettişlerinin ilkokula devam eden, 4 ila 11 yaş arasındaki başörtülü Müslüman kızları sorgulaması tavsiyesinde bulundu. Buna gerekçe olarak “başörtüsünün genç kızları cinselleştirdiği, onlara bir cinsel kimlik tayininde bulunma olarak yorumlanabileceği” gösterildi. Açıklamasında velilerin çocuklarının kültürel normlarını seçme hakkına saygı duyduğunu ekleyen Spielman, İslami öğretilere göre kızların başlarını örtme mecburiyetinin ergenlik çağlarında başlamasından hareketle, hükümet müfettişlerinin bu tür uygulamalara meydan okuması ve aynı zamanda başörtüsünün “aşırıcı gruplar tarafından” ne ölçüde etkilenmiş olabileceğinin araştırılması gerektiğini ifade etti.
Başörtüsü Neden Siyasi Mercek Altında?
İngiltere sahnesinde anormal olduğu kadar beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan bu tavsiyeler, üzerinde daha fazla düşünülmesi gereken üç sorunu doğuruyor. İlk olarak şu soru kendisini gösteriyor: Başörtüsü neden bir siyasi mercek altına alınmış durumda? Başörtüsü -ve nispeten az da olsa peçe- takmak, Avrupa’ya kıyasla İngiltereli Müslüman kadınlar açısından aslında daha az tartışmalı bir mevzu idi. Çok değil daha birkaç yıl önce, Fransız polisi plajlarda oturan Müslüman kadınların kıyafetlerini zorla çıkartırken, pek çok İngiliz olan biteni şaşkın bir şekilde izliyordu.
Başörtüsü ya da peçe yasağının yürürlüğe girmesi için belirgin bir toplumsal ya da siyasi irade olmaksızın yapılan bu tarz çağrılar, aslında aşırı sağcıların ve siyasi ana akımın sağcı kanadının özel alanına giriyor. Buna karşın, Spielman’ın söz konusu açıklamayı yapmadan hemen önce Toplumsal Hareket ve Araştırma Kuruluşu (SARF) eş direktörü olan ve okullarda başörtüsü karşıtı kampanyalar düzenleyen Amina Lone ile bir araya geldiği biliniyor.
SARF isimli kurumun aslında yoksulluk ve etkileri konusundaki kamusal tartışmalara dair yeni ve yenilikçi yaklaşımlar belirlemeye çalışan bir düşünce kuruluşu olduğu düşünüldüğünde, başörtüsü tartışmasıyla ilgili bu kurumdan sadır olabilecek fikirlerin profesyonellikten uzak, olabildiğince kişisel olduğu görülüyor. Bu açıdan bakıldığında, Ofsted’in tavsiyesi öncesi neden daha geniş kapsamlı kurumlara danışılmadığı da ayrıca merak konusu.
Kültürlerin Yarıştırılması
İkinci ve yine olabildiğince tartışmalı bir diğer konu da başörtüsünün genç kızları “cinselleştirdiği” ya da onlara “cinsel bir kimlik yüklediği” iddiası. Şimdiye dek okul ortamında başörtüsü etrafında dönen onlarca ihtilaf ve tartışmanın birçoğu kültür ve kültürel normlar üzerine odaklanmıştı. Bu durumda başörtüsü sadece cımbızlanarak belirginleştirilmiş oluyordu. Buna örnek olarak 1989 yılındaki ilk tartışmalardan birini gösterebiliriz. 1989’da üç Fransız kız öğrenci, başörtülerini çıkartmadıkları için okuldan uzaklaştırılmıştı. Başörtüsünün Fransa’nın laisist anlayışıyla çelişmesine odaklanan bu tutum gibi buna benzer pek çok tartışma da, “bizim kültürümüz”ün, “onların kültürü”yle yarıştırılmasının birer sonucuydu.
Ofsted tavsiyesi ise başörtüsünü “cinsel kimlik” sembolüne indirgemesi yönüyle farklılık arz ediyor. Söz konusu tavsiye, Müslüman erkeklere yöneltilen ırkçı ve İslamofobik klişeleri körükleyerek onların “cinsel avcı” olarak lanse edilmesine zemin hazırlamakla birlikte, tüm Müslüman kadınları “cinsel obje” hâline getirilmiş ya da bastırılmış olarak gören sömürgeci ve Oryantalist hezeyanları gün yüzüne çıkarıyor. Kaygı verici bir şekilde, bu tavsiyeler İngiltere’deki aşırı sağcılar arasındaki son zamanlarda artan retoriği de yansıtıyor.
Birleşik Krallık’ta genç kızları hedef alan birçok taciz çetesinin -ki çete mensuplarının bir kısmı Güney Asyalı Müslümanlardan oluşuyordu- emniyet güçlerince çökertilmesinin ardından, İngiltere Savunma Birliği (İng. “English Defence League”) ve “Önce Britanya” (İng. “Britain First”) gibi kuruluşlar, “Kur’an’ın pedofiliyi meşrulaştırdığını, bu nedenle Müslümanlar arasında pedofilinin meşru olduğunu” iddia etmekte gecikmediler. Bu açıdan, söz konusu tavsiyelerin aşırı sağcılara meşruiyet kazandırmak ve nefret söylemlerini körüklemekten de öte daha tehlikeli bir tabloya zemin hazırlama potansiyeli var.
İkinci Truva Atı Operasyonu
Üçüncü ve son sorun ise, Ofsted tavsiyeleri ile Birleşik Krallık’ta bundan yaklaşık 4 sene önce gündeme gelen “Truva Atı Operasyonu” arasındaki benzerlik. 2013 yılında “İslamcı aşırıcıların” Birmingham’daki yirmi okulu ele geçirme planları yaptıklarını ihbar eden sözüm ona bir mektubun bir gazete tarafından yayımlanmasıyla başlayan bu operasyonın sonunda, yerel polisler tarafından söz konusu mektubun kötü amaçlı bir kurgu olduğu ortaya çıkmıştı. Tüm bunlara rağmen, ihbar mektubundaki iddialar nedeniyle, İngiltere devlet eğitim kurumlarında şimdiye dek görülmemiş, en geniş soruşturma başlatılmıştı. Herhangi bir komplo ya da aşırıcı eylem planına dair kanıt bulamayan hükümet, ülkedeki tüm devlet okullarına, müfredatlarda “temel İngiliz değerlerini teşvik etme” görevini yüklemişti.
Hükümetin okullara verdiği bu görev oldukça tepki çekerken, bu uygulamayı eleştirenlerin çoğu, söz konusu uygulamanın Müslümanları hedefleyip onları damgalamanın bir diğer şekli olduğunu düşünüyor. Ofsted’e ülkedeki okulların temel İngiliz değerlerini aktif bir şekilde teşvik edip etmediğini denetleme görevi verildiği göz önüne alındığında, Ofsted tavsiyeleri ile Truva Atı Operasyonunun devam eden etkilerinin arasındaki benzerliğin neden kaygı uyandırdığı gayet açık. Her ikisi de Müslümanlara şüpheyle yaklaşılması gerektiğini ima ederken, şimdi de hükümetten gelen tavsiyeler, Müslümanların dinî pratiklerinin hatalı olduğu imajı uyandırıyor.
Temel Değer: Farklı Din Mensuplarına Saygı
Birleşik Krallık’ta Ofsted’e açık bir mektup gönderilerek başörtülü öğrencilerle ilgili tavsiye kararlarını derhal geri çekmesi talep edildi. Ayrıca Sih türbanı ya da Yahudi takkesi gibi dinî aksesuarları taşıyan diğer inançların mensubu öğrencilerle değil de yalnızca Müslüman çocuklarla konuşulması gibi faktörler, tavsiye kararlarının ayrımcı doğasını ortaya çıkarıyor. “Bireysel özgürlükler” ve “farklı inanç ve din mensuplarına saygı ve hoşgörü” gibi temel İngiliz değerlerine rağmen, diğer inanç mensuplarına kıyasla Müslümanlar daha yakın mercek altına alındığında, bu temel değerler neredeyse görmezden geliniyor. Üstelik mesele bununla da bitmiyor: Ofsted’in tavsiyeleriyle iletilen mesaj, “Müslümanlar bizden farklı”, “Müslümanlar bizimle uyumlu değil” gibi söylemleri büyük olasılıkla daha da körükleyecektir. Dolayısıyla bu tavsiyeler Müslümanlara yöneltilen ayrımcılık ve istismarın meşrulaştırılması potansiyeline sahip.
İlginç olan şu ki, başörtüsü takan Müslüman kızlar, resmî tavsiye kararları çıkarmadan, bu tavsiyeler kamuoyuna ilan edilmeden de sessizce ve kolaylıkla ele alınabilirdi. Bu “sorun”, herhangi bir galeyana gerek kalmadan okul üniversite üniforması uygulamasıyla halledilebilirdi. Çok az sayıda okulun bu uygulamaya geçtiği göz önüne alındığında, “sorun”un belki de tavsiye kararlarının ima ettiği kadar büyük olmadığı da görülüyor. Bu nedenle, tavsiye kararlarının siyasi ve kasıtlı olduğu söylenebilir.