Dosya: "Avrupa Parlamentosu Seçimleri"

Yanis Varoufakis: “Avrupa’da Statükoya Meydan Okuyacak İnsanlara Oy Verin!”

Eski Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varoufakis, 2024 Avrupa Parlamentosu Seçimleri adayı. Varoufakis aynı zamanda sol görüşlü bir pan-Avrupa siyasi partisi olan Avrupa’da Demokrasi Hareketi 2025’in (DiEM25) Genel Sekreterliğini yapıyor. Göçmenlerin Avrupa'ya gelmesini istememiz gerektiğini söyleyen Varoufakis ile Avrupa Parlamentosu Seçimlerini, Gazze’yi ve Avrupa’da demokrasiyi konuştuk.

©VerveridisVasilis/shutterstock.com

Önümüzdeki Avrupa Parlamentosu (AP) Seçimleri’nin AB siyasetinde bir dönüm noktası olacağı söyleniyor. AP Seçimlerine katılım oranı 1979’dan bu yana sürekli azalıyordu. Ancak 2019 seçimlerinden bu yana ilk kez artış gösterdi. Peki, size sorum şu: Ne değişiyor? Üye ülkelerin vatandaşları AB konuları ile daha fazla ilişki kurabiliyor mu? Bunun önümüzdeki seçimler üzerinde nasıl bir yansıması olabilir?

AB ile ilişkimiz hiç bu kadar uzak ve az olmadı. 2019 yılında AP Seçimlerine katılımda bir artış olması iyi bir şey. Hepimiz oy vermeliyiz ve hepimiz seçimlere katılmalıyız. Buna hiç şüphe yok. Ancak aynı zamanda bir yanılsamaya da kapılmamak gerek.

2019’da katılımda bir artış oldu çünkü yabancı düşmanı, İslamofobik aşırı sağın çok net bir yükselişi vardı. Bu da bir tepki yarattı. Pek çok liberal ve solcu gidip oy kullandı. Fakat ne yazık ki sonuç bir felaket oldu. Çünkü Ursula von der Leyen hiç aday olmadan bize Komisyon Başkanı olarak dayatıldı. Hatırlayalım, 2019’da hâlâ “Spitzenkandidat” modeli geçerliydi. Yani AP Seçimlerinde en çok oyu alan fraksiyon lideri Avrupa Komisyonu Başkanı oluyordu; aynı 2014’te Juncker’in Komisyon Başkanı olması gibi.

Avrupa Parlamentosu Seçimlerinde galip gelen sağcı Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) lideri Manfred Weber’di. Ancak kendisi Avrupa Komisyonu Başkanı yapılmadı, çünkü Macron ve Merkel, sadece ikisi bir odada buluştular ve Manfred Weber’i istemediklerine karar vererek başarısız bir eski Alman Savunma Bakanı olan ve kimsenin tanımadığı bir politikacı olan Ursula von der Leyen’i Komisyon başkanlığına atadılar. Merkel Berlin’de von der Leyen’den kurtulmak istiyordu. Böylece onu Brüksel’e gönderdi.

Avrupa’da seçimler var ama demokrasi yok. Bu konuda açık olalım. Seçimlerimizin olması iyi bir şey. Çünkü örneğin sizi ya da sizin gibi birini Avrupa Parlamentosuna gönderme fırsatımız var. Fakat hiçbir şeyi değiştiremeyeceksiniz çünkü Avrupa Parlamentosu gerçek bir parlamento değil. Gerçek parlamentoların aksine, AP yasa bile çıkartamıyor. Sadece söylenen her şeye “evet” ya da “hayır” diyebiliyor.

Ancak eğer siz, sizinle aynı değerleri paylaşan insanların oylarıyla Avrupa Parlamentosunda yer alacak olursanız elinizde iki önemli fırsat olur. Birincisi, dışarıdaki insanların bilmediği şeyler hakkında içeriden bilgi sahibi olabilirsiniz ve bu bilgiyi topluluğunuzu güçlendirmek üzere onlarla paylaşabilirsiniz. İkincisi, parlamento kürsüsüne çıkıp Ursula von der Leyen’i ve Avrupa’yı mahveden diğerlerini azarlayabilirsiniz. Bu iki fırsat çok önemli. İşte bu nedenle Avrupa Parlamentosu Seçimlerine katılıyoruz. Hiçbir yanılsamamız yok. Bu bir demokrasi değil. Parlamentodan geçireceğimiz iyi yasalarla Avrupa’yı değiştirecek değiliz. Ancak dışarıdaki insanları neler olup bittiğine dair bilgiyle güçlendirebiliriz ki bu da aklımızdan asla çıkmamalı. Bilmek, insanlara ve topluluklara güç verir. İşte bu yüzden adayız.

Geçtiğimiz aralık ayında gerçekleştirilen Eurobarometer’e göre AB vatandaşlarının başlıca endişeleri göç ve Ukrayna’daki savaşla ilgili. Göç konusu aynı şekilde 2019 ve 2014 seçimlerinden önce de Avrupalıların kaygıları arasında ilk sırada yer alıyordu. AB’nin göçe dair insan hayatına saygılı, sürdürülebilir bir politika üretemiyor oluşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle Avrupa Birliği diye bir şeyden bahsedemeyeceğimizi düşünüyorum. Örneğin, göçmenler ya da mülteciler Yunan adalarına geldiklerinde, Yunan adalarında kalırlar. Yunanistan’ın anakarasına bile seyahat edemezler. Eğer Yunanistan’a gelirlerse, Yunanistan’da kalmak zorundadırlar. Yani, göçün yükünü ya da faydalarını paylaştığımız bir birliğimiz yok. Oysa göçün pek çok faydası var. Genç, zeki ve müthiş potansiyeli olan göçmenler bizim gelecekteki vatandaşlarımız. Onlar bizim gelecekteki gücümüz. 2015’te Suriyelilerin Türkiye’den Yunanistan’a geçtiği zamanı hatırlayın: Avusturya ve İtalya arasındaki sınırlarda itilip kakılmışlardı. Yunanistan -tıpkı Türkiye gibi bütünüyle bir toplama kampına dönüşmüştü. Burada bir “birlik”ten bahsedebilir miyiz? Bu bir birlik değil, bir uydurma.
İkinci nokta ise şu: Son bin yıldır Avrupa dünyayı sömürgeleştiriyor. Avrupalılar Asya’ya, Afrika’ya, Kuzey Amerika’ya, Güney Amerika’ya, Avustralya’ya, Yeni Zelanda’ya giderek yerel medeniyetleri ve yerli nüfusu yok ettiler. Beyaz yerleşimciler Güney Afrika’yı, Namibya’yı, Avustralya’yı, Aborjinleri yok etti. Bu tamamen bir soykırımdı.

Peki son on yılda ne oldu? Demografik olarak Avrupa yaşlanıyor. Artık göç akımları tersine döndü. İnsanlar Avrupa’ya geliyor. Eğer aklımız varsa, onları hoş karşılarız çünkü yaşlanıyoruz ve genç insanlara ihtiyacımız var. Bugün sadece Almanya’da 600.000 boş iş imkânı var çünkü yeterince genç insan yok. Bu yüzden göçmenlere kucak açmalıyız. Onların Avrupa’ya gelmelerini istemeliyiz. Ama bunun yerine son derece ırkçıyız. Güney Afrika’daki ve Avustralya’daki beyaz yerleşimcilerin zihniyeti şimdi Avrupa’da. İşte bu yüzden Avrupa Birliği Akdeniz’de binlerce insanın ölmesine göz yumuyor. İşte bu yüzden Avrupa Birliği Tunus’a, Libya’ya toplama kampları kurmaları ve kıyılarımızda misafir etmemiz gereken insanları hapsetmeleri için para ödüyor. Daha geçen yaz, burada, Pylos’ta Yunan sahil güvenliği -bana göre kasıtlı olarak- 350’si çocuk olmak üzere 700 kişinin ölümüne neden oldu. Bu kimsenin umurunda değil! Soruşturma yok! Cezai bir süreç yok! Bir Avrupa’dan bahsedeceksek, ruhunu kaybetmiş, anayasal olarak ırkçı olan ve insanları dışarıda tutarak etkin bir şekilde yaşlanıp küçülen bir Avrupa’dan bahsedebiliriz.

Tipik “beyaz Avrupalı siyasetçiden” farklı bir profil çiziyorsunuz. Eşitsizlik, adaletsizlik ve sömürü ile mücadeleye odaklanan bir yanınız var. Bu profilin Avrupa’da bir karşılık bulacağını düşünüyor musunuz?

Evet, beyaz görünüyorum ama bence durum farklı. 17 yaşındayken İngiltere’ye göç ettim ve orada okudum. Oradaki yerel halkın beni “beyaz” olarak gördüğünü sanmıyorum. Beni Orta Doğulu, Yakın Doğulu ya da “Avrupa’nın siyahisi” olarak gördüler. Beyaz ya da siyahın renkle bir ilgisi olmadığını orada anladım. Bu, güç ilişkileriyle alakalı bir durum.

Irkçılığı yaratan Avrupalı güçler, aslında ırkçılığı icat ettiler. Irkçılık her zaman mevcut değildi. Elbette tarih boyunca vahşet ve katliamlar oldu ama Antik Yunan’dan, Bağdat aydınlanmasından ve çeviri hareketinden gelen büyük siyasi tarihi okuduğunuzda orada insanların renklerinden bahsedilmediğini görürsünüz. Siyah ve beyaz, Afrika ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki köle ticaretinde Avrupalıların bir icadıdır.

Dünyanın öyle bir yerinden geliyorum ki hem Yunanistan’da hem de komşumuz Türkiye’de farklı imparatorluklardan geçtik. Pers İmparatorluğundan İskender’in imparatorluğuna, Yunanlıların Helenistik İmparatorluğundan Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğuna kadar karışık bir kültürümüz var. Dünyanın bu bölgesinden olmaktan gurur duymamın nedenlerinden biri de sahip olduğumuz bu karma kültürdür. Ben faşist diktatörlükle yönetilen bir Yunanistan’da büyüdüm. Ege’nin öte yanındaki Türkiye’de de başka tür bir diktatörlük vardı. Yunanlılar ve Türkler, sözde birbirlerinden nefret ediyordu. Ama Amerika Birleşik Devletlerinden aynı silahları satın alıyorlardı. Ege’de karşı karşıya olan Yunan Donanması ve Türk Donanmasına bakarsanız, tamamen aynı gemilere sahip olduklarını görürsünüz. Çünkü onları Birleşik Devletlerden satın aldık. Birileri temeli olmayan çatışmalardan kazanç sağlıyor. Eğer bu tür bir geçmişe sahipseniz ya emperyalistlerin saflarına katılırsınız ya da emperyalizme karşı barış ve iş birliği için mücadele etmek isteyenlerin saflarına katılırsınız.

Avrupa Parlamentosu Seçimlerine Almanya, Yunanistan ve İtalya’da “MERA25” isimli partiyle katılıyorsunuz. MERA25 nasıl bir oluşum? Bu oluşumla neyi hedefliyorsunuz?

Biz hümanist ve demokratik bir hareketiz. Ama bizim için demokrasi seçimlerden ibaret değil. Demokrasi yoksullar tarafından yönetilir. Demokrasiyi tanımlayan Aristoteles bir demokrat değildi. Demokrasiyi, tanımı gereği çoğunluk olan yoksulların yönettiği bir hükûmet sistemi olarak tanımladı. Eğer zenginler yönetiyorsa, o zaman seçimler varsa bile demokrasi yoktur.

“Demos” esasen “yoksul halk” demek. Bizim görüşümüze göre, “demos”, yani yoksullar güç kazanmadıkça iki şey olacak: Birincisi, mevcut durumdan daha da otoriter ve irrasyonel bir toplumsal yaşam örgütlenmesine doğru gideceğiz. İkinci olarak da gezegeni yok edeceğiz. Çünkü iklim felaketi yoluyla medeniyetin sonunu tasarlayanlar güçlü olanlardır. Dolayısıyla biz din ve etnik kökene önem vermeyen bir hareketiz. Herkesin kültürüne ve dinine saygı duyuyoruz.

Gücü olmayanları güçlendirmek için çalışıyoruz. Bunlar ister kadın, ister Filistinli, ister Yahudi, ister Türk olsun; her ne olursa olsun ayrımcılığa maruz kalan insanları güçlendirmek istiyoruz. İnsanları derilerinin rengine ya da kültürel tercihlerine göre değil, karakterlerinin niteliğine göre değerlendiriyoruz.

Bence bir yanda fosil yakıt endüstrisi ve savaş tüccarlarının cebinde olan insanlar, diğer yanda da sizin resminize bakıp başörtülü olduğunuz için sizi tehlike olarak gören yabancı düşmanları ve faşistler tarafından yönetilen bir Avrupa’da ilerlemenin tek yolu bu. Çünkü uygarlık için asıl tehlike onlar!

Gazze Şeridi’ndeki ölü sayısı 34.000’den fazla. 1,7 milyon kişi yerinden edilmiş durumda. AB’nin Gazze’de yaşanan dram ile ilgili nasıl bir pozisyon alması gerektiğini düşünüyorsunuz? Avrupa Parlamentosu bu konuda ne yapabilir?

İlk olarak Filistin devletini derhal tanımamız gerekiyor. Bu sembolik ama gerekli bir adım olacaktır. İkincisi ise bir apartheid sistemini dize getirmenin tek yolu onu dünyanın geri kalanından koparmaktır. Rusya’ya yaptırımlar uygulanırken İsrail’e destek olunması akıl almaz bir durumdur. Üçüncü olarak da diplomatik gücümüzü kullanmaya başlamalıyız. Birleşmiş Milletlerdeki temsilciler ve Avrupa Birliğinin tamamı, kadim Filistin topraklarındaki herkesin; İsrailli, Filistinli, Bedevi, Hristiyan, Müslüman, ateist, her ne olursa olsun herkesin eşit siyasi haklara sahip olması için mücadele etmeli. Uluslararası toplum şunu demek için var: “Size hayatınızı nasıl sürdüreceğinizi söylemeyeceğiz ama nehirden denize kadar tek bir şartı dayatacağız: Eşit siyasi haklar ve eşit insan hakları.”

Devam eden bir soykırımda suç ortağı olmak yerine bunlar Avrupa Birliğinin atması gereken temel adımlardır.

Berlin’deki Filistin Kongresinde konuşmacıydınız. Nisan ayında size Almanya İçişleri Bakanlığı tarafından Almanya’ya giriş yasağı getirildi. Alman yetkililer, DiEM25 tarafından düzenlenen bu toplantıyı “Yahudi karşıtı” olarak nitelendirdi. Bunun üzerine Alman devletine dava açtınız. Bu davayla neyi amaçlıyorsunuz?

Bu davayla Almanya’daki Alman yoldaşlarım için temel demokratik hakların yeniden tesis edilmesini amaçlıyorum. Almanya, İsrail’in her türlü savaş suçunu işlemesini desteklemek için savaş sonrası Almanya’nın demokratik temellerini yok eden bir rejime bırakılamayacak kadar önemli. Zoom’dan video bağlantısı yoluyla bir toplantıya katılmamın yasaklanması tam bir rezalet. Beni neden yasakladıklarını yazılı olarak beyan etmeyi reddettiler, düşünebiliyor musunuz? Diktatör hükûmetler bile suçlamaları yazılı hâle getirir.

Onlarla mahkemede hesaplaşacağım ve gerekirse konuyu Avrupa mahkemelerine götüreceğim. Çünkü bir Avrupa Birliği vatandaşı olarak bana verilen serbest dolaşım ve Avrupa Birliğinde serbest örgütlenme hakkımdan beni menettiler.

Bana konulan yasak tamamen benimle ilgili. Bana bunu yaparlarsa, size ne yapabileceklerini bir düşünün. Bunu söylüyorum çünkü belli bir kamusal profile sahibim. Bu yüzden sizden, ortalama bir vatandaştan daha fazla korunuyorum. Dolayısıyla bu davayı, Almanya’da ve Avrupa genelinde haklarının korunmasına ihtiyaç duyan herkese bir hizmet olarak açtım.

Son olarak: Avrupa Parlamentosu Seçimlerinde oy kullanmakta tereddüt eden seçmenlere ne söylersiniz?

Avrupa’daki demokrasi eksikliği için bir incir yaprağı olan parlamentoya oy vermekte neden isteksiz olduğunuzu anlıyorum. Ama statükoya meydan okuyacak insanlara oy vererek bu seçimlere katılmanız çok önemli. Avrupa Parlamentosunda yabancı düşmanlığına, ırkçılığa, İslamofobiye ve antisemitizme meydan okuyacak olanlara oy verin! Savaş harcamalarındaki çılgınlığa kim meydan okuyacak? Sesi çıkmayanlar adına, sessizler adına kim konuşacak? Bu Avrupa Parlamentosu Seçimlerinde sessizlere de söz hakkı verilmesi için oy kullanmanız gerek!

Medine Tezcan

Uluslararası Londra Üniversitesinde Siyasal Bilimler ve Uluslarası İlişkiler eğitimini tamamlayan Medine Tezcan, İsveç Genç Müslümanlar (SUM) Derneğinin başkan yardımcılığını yapmıştır. Tezcan, Perspektif redaksiyon ekibinin üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler