İlk Defa Arabayla Türkiye’ye Gidiyorum
Bu yıl ilk kez Belçika’dan Türkiye’ye sıla yoluna arabayla çıkıyorum. Yeşilçam filmlerindeki gibi, elde tek bir valiz değil; bir araba dolusu eşya ile yolda olacağım. Listem hazır gibi. Yalnızca sucuklu yumurta pişirmek için yanımda seyyar tüpüm eksik.

“Ooo, bu sene Türkiye’ye arabayla mı gidiyorsunuz?”
Belçika’daki yakın çevremde bu cümleyi duyan herkesin yüzünde hem bir heyecan hem de hafif bir kaygı beliriyor. Bu yıl ilk kez o yollara ben de düşüyorum; eşim ve üç çocuğumla beraber. Hazırlıklara erken başladım çünkü yarı yolda Sırbıstan gümrüğüne vardığımızda, “Eyvah, şunu nasıl unuttum!” demek istemiyorum. Hazırlık sadece bir valizle bitmiyor; bir plan, biraz kafa yorma, biraz da kreatiflik gerekiyor.
Çevremdekilerin yolla ilgili söylediklerine kulak veriyorum. Herkesin “Şunu da mutlaka götür!” dediği bir şey var. Ama açıkçası, ne alıp ne almadığımız biraz da karakter meselesi. Mesela yolda sucuklu yumurta pişirmek için yanlarında tüp taşıyanlar var. Vallahi, nostalji diyene bir şey diyemem… Ama ben sanırım 1,5 gün sucuklu yumurta yemeden de durabilirim diye düşünüyorum.
Üstelik bu işe kalkışınca liste de uzuyor: Tava, tuz, sucuk, yumurta, tahta kaşık… Derken yolculuk bir yanıyla küçük bir kamp hazırlığına dönüşüyor. Bu nedenle yol menüsünden sucuklu yumurtayı çıkartıyorum.
Çikolata Eksikse İzniniz Kabul Olmayabilir
Arabaya alınacak ilk eşyalar hediyelikler. Türkiye’dekilerin dört gözle beklediği şey belli: Çikolata! Çoğu insan, Türkiye’ye götürdüğü tüm çikolataların arabada eriyip mahvolduğunu anlatıyor. O yüzden işi sıkı tutuyorum. Çikolataları alüminyum folyoya sarıp buzluk çantasına koyuyorum. Garip bir şekilde, Türkiye’ye izne giderken çikolata eksik olursa sanki iznimiz kabul olmayacakmış gibi hissediyorum.
Telaşla gümrüklerle ilgili araştırma yaptım. “Yasaklı tüketim maddeleri” başlıklı bir yazıda şöyle diyor: “Çay, kahve, çikolata, şeker mamulü ürünlerin her birinden 1’er kilogram getirme hakkınız var.” Ben o miktarı geçmediğim için içim rahat.
Annem valizlerin arabada çok yer kaplayacağını söyledi. Haklı. Kıyafet ve ıvır zıvırı sırt çantalarına doldurdum. Hem pratik, hem yer tasarruflu.
Hazırlıklar tam gaz sürüyor: Çatal, kaşık, peçete, ıslak mendil, minik çöp torbaları… Kusma poşetleri (Allah’ım, inşallah gerekmez). Yastık ve battaniye (çocuklar üşümesin diye). Piknik örtüsü, seccade. Üç tane şeffaf kutuya abur cubur, kraker ve bisküvü tarzı şeyleri. Arabada giderken arka koltuklarda bükülmüş boyunlarla uyuyan çocuk manzarasıyla karşlılaşmamak için de elbette boyun yastıkları… İlaç kutusu da yolda. Bulantı hapı, baş ağrısı ilacı…
Arabaya eşyaları bir gün önceden yüklüyoruz. Son dakika sadece yiyecekleri koymak daha pratik oluyor.
Bitmeyen Hazırlıklar
Çoğu insan yol için sarma hazırlığı yapıyor. Biz bunu yetiştiremedik ama sarma olsaydı hiç fena olmazdı doğrusu. Neyse ki poğaçalar ve peynirli börekler var. Yanına da domates, salatalık, zeytin, peynir…
Termoslar bir umut suyu 12 saat sıcak tutarsa ne âlâ. Tutmazsa benzinliklerden sıcak suyu alırız, bu yüzden çay poşetleri. Bir de babamın klasik uyarısı: “Yolda elma yiyin, uykunuz gelmez.” Çekirdek de aldım bol bol, özellikle direksiyondaki kişiyi oyalamak için birebirmiş.
Para, pasaport ve arabayla ilgili tüm belgeleri korunaklı bir çantaya yerleştiriyoruz. Güvende dursun, her şeyin yeri belli olsun diye. Tüm küçük detaylar yolculuğun huzurlu geçmesi için üst üste birikiyor.
Arabaya oturmadan hazırlık bitmiyor. Hazırlıklar ilerledikçe sanki azalmadan çoğalıyor. İçimde, “Bir şey unutmuş olabilir miyiz?” hissi… Ardından hemen gelen unuttuysak da dünyanın sonu değil ya rahatlığı… Zaten yolun ruhu da biraz bu değil mi? Az hazırlık, bolca akışına bırakmak.
Ve işte başlıyoruz.
Türkiye’ye binlerce kilometre yola çıkan, meşhur tabirle “izine giden” o meşhur araba kervanında, sıla yolunda, bu yaz biz de varız.
Haydi Bismillah!