'Dosya: "Tatil ve İzin"'

Sezai Koç: “Sıla Yoluna Çıkacaklara Tavsiyem, Sabırlı ve Yardımsever Olmaları”

Sezai Koç, silayolu.com isimli haber portalının kurucusu ve Sıla Yolu Avrupa-Türk Otomobil Kulübü’nün Yönetim Kurulu Başkanı. 1978 yılından beri Türkiye’ye karayoluyla giden ve sıla yolundaki diğer araçlara destek olan Koçi le bu güzergâhı ve dikkat edilmesi gerekenleri konuştuk.

silayolu.com isimli haber portalının kurucusu ve Sıla Yolu Avrupa-Türk Otomobil Kulübü’nün Yönetim Kurulu Başkanı Sezai Koç, her yıl karayoluyla Türkiye'ye gidenlere destek oluyor.

Sıla yoluna çıkıp da sizi tanımayan neredeyse yok. Sizin sıla yolu tecrübeniz nasıl başladı?

Ben 1959 yılında doğdum. Babam 1969 yılında Almanya’ya işçi olarak gelmiş, iki yıl sonra da annemi yanına aldırmıştı. Biz ise kız kardeşimle birlikte Türkiye’de amcamın yanında kalmıştık. Almanya’ya 1972 yılında aile birleşimi ile geldiğimde 13 yaşındaydım ve Türkiye ile güçlü bağlarım vardı. 1978 yılında da ilk kez karayoluyla Türkiye’ye gittik.

1984 yılında izne giderken Bulgaristan gümrük memuru ile yaşadığım büyük bir kriz neticesinde bu yolda sahipsiz kalan insanların hakkını savunmak amacıyla Sıla Yolu isimli bir platform kurdum. 90’lı yılların sonunda da programlama eğitimleri alarak silayolu.com haber sitesini hayata geçirdim. İlerleyen yıllarda da Avrupalı Türklere hizmet veren SılaYolu Avrupa Türk Otomobil Derneği’ni kurdum.

1984’den bu yana sıla yolu güzergahında yaşanan sorunlara çözüm üretmeye, insanlara gerek hukuki gerek bürokratik konularda yardımcı olmaya, sınır kapılarında vatandaşlarımızın iş ve işlemlerini kolaylaştırmaya çalışıyorum. Ayrıca sıla yolu güzergahındaki yeni kurallarla ilgili vatandaşlarımızı doğru ve zamanında bilgilendirmeye çalışıyorum.

Her sene Türkiye’ye karayoluyla gidenler için “sıla yolu” ne anlama geliyor?

Sıla yolu bir nevi bir toplumsal deneyim aslında. Bir yanıyla da ana vatanla bağı canlı tutan, kolektif belleğin ve aidiyetin bir parçası. Her yaz, yüz binlerce insan aynı yolları kullanarak Türkiye’ye gidiyor. Bu seyahat artık sıradan bir yolculuk değil, bir ritüel hâline gelmiş durumda. Yol üzerindeki dinlenme tesisleri, sınır kapılarında 15 saate varan bekleyişler, araçlardaki hediye paketleri de bu ritüelin bileşenleri.

Çocuklar için yeni bir tanışma deneyimi olan bu seyahatte çocuklar, dedeleri ve nineleriyle, köy veya kasaba yaşamıyla, yerel dille ve gelenekleriyle tanışıyorlar. Yani bu yolculuk, aynı zamanda kültürel değerlerin aktarımını sağlıyor. Yıllardan beri her yıl ülkeler arasında yapılan seyahatler kökleri, kimliği ve gelenekleri taşıyor.

Zaten sıla yolu hikâyelerinin nesilden nesle aktarılmasında da bunu görebilirsiniz. Her yaz sezonu yaklaştığında yol planları yapılır. Tatil bittiğinde ise tatil anıları anlatılmaya başlanır. “Biz 20 saatte gittik” diyenler mi arasınız, “Sınırda 15 saat bekledik” diyenleri mi… Benzin deposuna hava basılanlar, kaza geçirenler… Bu kişisel anılar toplum belleğinin birer parçasına dönüşmüştür.

Kısacası sıla yolculuğu, bir araba ile yapılan seyahatten çok daha fazlası. Ben her yıl gerçekleşen bu seyahate “göçmen kuşlar töreni” diyorum.

Yıllardır bu güzergâhı takip eden biri olarak, size göre sıla yolunun en zorlu sınır kapısı neresi?

En zorlu sınır kapısı Sırbistan-Bulgaristan sınırındaki “Gradina-Kalotina” ve Sırbistan-Macaristan sınırındaki “Horgoš-Röszke” kapısı. Buralardaki zorluklar, yalnızca bekleme sürelerinden değil, birçok farklı nedenden kaynaklanıyor. Yaz aylarında, özellikle Temmuz ve Ağustos’ta, Avrupa’nın birçok ülkesinde okul tatillerinin aynı günlere gelmesiyle birçok gurbetçi aynı tarihlerde yola çıkıyor. Bu da aşırı yoğunluk ve trafik oluşturuyor. Horgoš-Röszke ve Gradina-Kalotina gibi ana sınır kapılarında 8-12 saatlik kuyruklar oluşabiliyor. Özellikle hafta sonları ve tatil öncelerinde yoğunluk daha da artıyor.

Romanya güzergâhından hiç bahsetmiyorum bile. Biz yakın zamanda Romanya üzerinden Türkiye’ye gittik. 300 km’lik yolu 8,5 saatte zor aldık çünkü Romanya yolları otoban değil. Gidiş-geliş stabilize yollar, çukurlarla dolu, dağlık ve virajlı. Her an lastiğiniz patlayabilir, jantınız yarılabilir. Bu nedenle Romanya yolunu kimseye tavsiye etmiyorum.

Bunun dışında sınır kapılarında zorluk çıkartan başka faktörler de var. Bunlardan birisi pasaport işlemleri ve araç kontrolleri. Sırbistan ve Bulgaristan sınır polisleri detaylı araç kontrolleri yapabiliyor. Aracın bagajı, içi ve dışı ya da gizli bölmeleri detaylı arandığında bu da uzun kuyruklara yol açıyor.

Yeşil pasaport, çifte vatandaşlık belgeleri, çocuklara ait vekalet, diğer adıyla muvafakatname gibi evraklar eksik olduğunda geçişler gecikebiliyor. Yolcuların pasaport sürelerinin bitmiş olduğu, vize ya da oturum belgelerinin geçersiz olduğu durumlarda sorgulamalar uzun sürüyor. Yolcuların üzerinde taşıdıkları yüklü miktarda para ya da değerli eşyaların beyan edilmemesi sorun yaratabiliyor. Bunun yanında Avrupa’ya getirilmesi yasak ürünler ve gıdalar, örneğin zeytin, zeytin yağı, peynir, et ve süt ürünlerinin ihtiyacından fazlasının getirilmesi bir sorun olabiliyor.

Özellikle Hırvat gümrük memurlarının bu konularda hiç insafları yok. Yanlarında bu tür ürünleri getiren ve yakalanan vatandaşlarımız bin ila 5 bin avroya varan cezalar ödemek zorunda kalıyorlar. Diğer yandan gümrüğe tabi elektronik eşyaların aranması gibi faktörler de beklemelerin en büyük nedenleri. Tüm bu işlemler bekleme sürelerine yansıyor ve uzun beklemelere neden oluyor.

Gümrük memurlarının tutumlarına dair gözlemleriniz neler?

Elbette gümrük memurlarının hepsini aynı kefeye koymak yanlış olur ama bazı memurlarla ciddi sorunlar yaşanabiliyor. Özellikle Sırbistan, Bulgaristan ve Makedonya sınırında memurların soğuk davranışları ya da rüşvet istemeleri gibi olumsuzluklarla sıkça karşılanıyor. Dil sorunları nedeniyle gümrük memurları ile sağlıklı iletişim kurulamaması stresi tetikliyor ve tartışmalara yol açabiliyor.

Gümrük kapılarında çok uzun beklememek için ne tavsiye edersiniz?

Özellikle yaz ayları, yani haziran sonundan ağustos sonuna kadar en yoğun dönemler olduğu için bekleme süreleri saatlerce sürebiliyor. Kış aylarında, örneğin Kasım’dan Mart’a kadar geçişler daha hızlı ve trafik çok daha az. Genel olarak sınır kapılarının en sakin olduğu zamanlar, gece geç saatler ya da hafta içindeki sabahları geçişler diyebiliriz.

Malum geçtiğimiz yıl Hırvatistan’ın Schengen’e dâhil olması ile Hırvatistan’ın Avrupa’ya açılan sınır kapılarındaki kontroller daha da sıklaştırıldı. Kaçak göçmen aranması ve gümrük memurlarının araçları detaylı aramasından dolayı Hırvatistan sınırında da uzun beklemeler olabiliyor.

Yaz aylarında dönüşlerde Türkiye’nin Avrupa’ya açılan sınır kapılarında da uzun kuyruklar ve 10-15 saate varan beklemeler yaşanıyor. Özellikle Kapıkule sınır kapısında zaman zaman 15 saate varan kuyruklar oluyor. Bu beklemeler karşı tarafın sınır kapılarının küçük olması ve talebi karşılayamamasından kaynaklı ve özellikle yaz aylarında dönüşlerde karşı tarafta sık aramaların yapılması da Kapıkule ve diğer sınır kapılarımızda uzun beklemelere neden oluyor.

Beklemelerin önüne geçilmesi ancak alternatif sınır kapılarının kullanılması ve hafta sonları yola çıkılmaması ile mümkün. Çözüm, yolculuğu önceden en iyi şekilde planlamaktan ve en iyi zamanlamayı bulmaktan geçiyor.

Sıla yolu geçmişte nasıldı?

70’li ve 80’li yıllar klimanın olmadığı, yolculukta sıcağın insanın yüzünü yaktığı, 48 saati aşan yolun bir türlü bitmediği, arabaların teybine kasetlerin takıldığı yıllardı. Dönemin Opelleri, Ford Granadaları, Mercedesleri ve üzerinde en az 1,5 metre yükle ilerleyen Ford Transit minibüsleri vardı.

Küçükken aracın yanına beton üzerine uzanmış, başını koyar koymaz uyuyanları seyreder; ben de uyumaya çalışırdım. Bitmeyen Yugoslavya yolunda ihtiyaç molasına kadar çantadan çıkartılan atıştırmalıklarla avunurduk. Molada park eden gurbetçiler birbirlerine ikramda bulunurdu. Mola yerine gelene kadar dakikalar sayılır, şişmiş, uyuşmuş ayaklarla iner inmez can havliyle önce tuvaletlere koşturulurdu. Küçük gaz ocaklarında yapılan çaylar yorgunluğun en iyi ilacı olur, mola yerlerinde unutulma kaygısıyla hızlı bir şekilde insani ihtiyaçlar karşılanarak yola tekrar devam edilirdi.

O yıllar yol her ne kadar meşakkatli olsa da içinden dağların, tepelerin, nehirlerin, geçtiği, bitmeyecekmiş gibi kıvrılan yollarda hayallerin kurulduğu uzun yolculuklar çok güzeldi. Büyüklerimizin hepsi birer navigasyon gibiydi. Yola çıkmadan yol çizelgesi hazırlanır, geçeceğimiz şehirlerin listesi hazırlanırdı.

Bir senesi bagajı ağzına kadar yükledik. Yolda yemek yapmak için tencere, tava ve piknik tüpü var. Yugoslavya’ya geldik. Mola için bir benzinlikte durduk, karnımız acıktı. O zamanlarda gurbetçiler anlaşmışçasına hep aynı benzinliklerde mola verirdi. Yola çıkmadan rahmetli annemin hazırladığı, Almanya’dan yanımızda getirdiğimiz ekmeklerin hepsi kurumuş, taş gibi olmuş. Yumurtalar kırılmış, domates, salatalık, zeytin, peynir tükenmiş. Daha yolu yarılamadan can sıkıntısından yanımızdaki erzakları bitirmiştik. Durduğumuz benzinlikte dükkân vardı ama derdimizi anlatamıyorduk. Zar zor yumurta ve ekmek için anlaştık, bu sefer de mark geçmiyordu. Allah’tan bagajdaki içecek ve çikolataları takas ederek yiyecek aldık.
Yolculuk bu ve buna benzer anekdotlarla doluydu. Kaybolan ve çalınan pasaportlar, cüzdanlar, banka kartları da cabasıydı.

Bugün sıla yolunda ne tarz değişiklikler var sizce?

Aradan geçen 65 yıllık süreçte pek çok şey gibi, Türkiye kökenli göçmenlerin izin alışkanlıkları da değişerek “tatil”e dönüştü. Türkiye kökenliler artık yaz aylarında sadece eş-dost-akraba ziyareti için değil, kum-deniz-güneş görmek için de Türkiye’ye gidiyorlar.

Eskiden yolculuklar daha nadirdi, yılda bir kez tatil yapılırdı. Araç donanımları zayıf, yol bilgisi sınırlı, iletişim yok denecek kadar azdı. Türkiye’ye giden araçlara herhangi sorunda yardım isteyebilmeleri için telsizler takardık. Hedef bir an önce memlekete varmaktı. Konaklama yoktu, insanlar mola yerlerinde araçlarında veya çimenlerin üzerinde veya beton üzerinde yatarak dinlenmeye çalışırlardı.

Senede bir defa yapılan bu tatiller, Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenler için uzun yıllar özlem ve hasret giderme günleri olarak yaşandı. Çalışmak üzere Almanya’ya gelen işçiler, eşlerini, çocuklarını, akrabalarını Türkiye’de bıraktığı için, yaz tatili gelip dayandığında, tek düşünceleri onları görmekten başka bir şey değildi.

Ağır çalışma koşulları ve yol masraflarının yüksekliği nedeniyle ilk yıllarda çok sayıda işçi yılda bir kez bile ailesini gidip göremez hâlde idi. Birkaç yıl çalışıp geri dönme hayali kuran işçilerin çoğu, “Nasılsa geri döneceğim, bu tatilde gitmesem de olur” diye düşünerek, tatillerde bile yapılan çalışma tekliflerini kabul etti.

Ancak geri dönüş planlarının suya düşmesi ve Türkiye’deki ailelerini yanlarına almaya başlamalarıyla birlikte, izin dönemi bu kez, çoluk çocuk aile boyu yapılan Türkiye yolculukları ve ziyaretlerine dönüştü.
Kalabalık işçi aileleri için maliyeti karşılanması mümkün olmayan uçak yolculuğu yerine, kara yoluyla izne gitmek, 70’li ve 80’li yılların en tipik olaylarından biriydi. Tatil için araba dahi satın alınır veya kiralanırdı. Tıka basa hediye yüklü bu araçlarla çıkılan üç bin kilometrelik yolun sonu genellikle köydeki baba ocağından başka bir yer olmazdı. Bu yıllar aynı zamanda, uluslararası otobanların kenarında işçi ailelerin mola vererek pikniklerini yaptığı, Mercedes’lerle köy yerinde gösteriş yapıldığı yıllardı.

Karayoluyla çıkılan izin yolculuğu, 1990’da başlayan Yugoslavya’daki iç savaş nedeniyle kesilme noktasına geldi. Araçla Balkanlar üzerinden gitmek isteyenler can güvenliğinin olmaması nedeniyle bu kez İtalya limanlarından gemilerle/feribotlarla Yunanistan ya da Türkiye’ye ulaşma “macerası”na girişmek durumunda kaldılar.

Bu yıllar aynı zamanda Türkiye kökenli göçmenler için büyük çile yıllarıdır. Zira oluşan yeni pazarı fırsat bilen üçkağıtçılar, kurdukları hayali uçak ve gemi şirketleriyle binlerce insana önce bilet sattılar, sonra da ortadan kayboldular. Bu nedenle, o yılların gazete sayfalarında havaalanlarında ve limanlarda mağdur edilmiş insanların haberlerine bolca rastlamak mümkün.

Savaşın bitmesiyle birlikte karayoluyla Balkanlar üzerinden Türkiye’ye ulaşmak yeniden revaçta oldu. Yıllar içinde baş gösteren ekonomik sıkıntılar ve uçak biletlerindeki fahiş bilet fiyatları nedeniyle kalabalık aileler otomobil ile yolculuğu tercih etmeye başladılar.

Bu konuda birinci, ikinci ve üçüncü kuşak arasında önemli farklılıklar meydana geldi. Birinci kuşak hâlen eski alışkanlıklarını sürdürüp, ilk önce köy ve kente gitmeyi yeğlerken ikinci ve üçüncü kuşak göçmenler arasında “her şey dâhil” şeklindeki paketlerle turistik beldelere gidip otellerde tatil yapmak yaygınlaştı. İmkânı elverenlerse bu tatile bir de akraba-memleket ziyaretlerini eklemeye başladılar.

Bütün bunlar Almanya’daki genç kuşak Türkiye kökenli göçmenlerin, birinci nesle kıyasla yaşadığı değişimin; geleneksel hayat tarzı ve eğilimlerden giderek uzaklaşmasının bir dışavurumu.

Bu yola ilk kez çıkacak olanlara tavsiyeniz ne olurdu? Yaz sezonunda yola çıkacaklar için özel uyarılarınız var mı?

Yola çıkmadan önce iyi bir hazırlık için liste yapmalı. İzin yoluna çıkmadan önce olmazsa olmazlardan birisi pasaport. Ehliyetiniz, araç ruhsatınız, sigorta belgeleriniz, oturum kartlarınızın da yanınızda olması önemli. Ayrıca tüm aile bireylerinin oturum sürelerinin yeterli, pasaport sürelerinin ise minimum 3 ay geçerli olması gerek. Seyahatlerinizde sorun yaşamamak adına 6 aydan fazla süresi olan pasaportlarınızla yola çıkmanızı öneririm.

Pasaportunuzu kaybetmeniz durumunda, yeni pasaport işlemleri güzergâh üstünde bulunan Türk konsolosluklarında yapılamıyor. Türkiye’ye vardığınızda yeni pasaport başvurusu yapmanız gerekiyor. Yol üzerindeki konsolosluklar aracılığıyla ancak geçici pasaport başvurusu yapabilirsiniz.

Bir diğer konu ise araç bakımı. Yola çıktığınızda herhangi bir sorun yaşamamanız için kesinlikle aracınızı tam bakıma sokun. Lastikler, fren balataları, yağ, klima kontrolünü mutlaka yaptırın. Araçta yedek lastik, tamir seti, yangın söndürme tüpünün eksik olup olmadığını kontrol edin. Reflektör, ilk yardım çantası, yedek ampul, su, powerbank, çakmak adaptörü, yedek cam suyu yanınızda olsun.

Ayrıca aracınıza ait yeşil sigorta kartınızın Türkiye’ye açık olması şart. Eğer açık değilse Türkiye sınırında özel kaza sigortası yaptırmanız gerekiyor. Bu kaza sigortası ise sadece karşı tarafın masraflarını karşılıyor. Genel olarak Avusturya’dan gelen gurbetçilerin yeşil sigorta kartının Türkiye bölümünde “X” var. Bu Türkiye’de kapalı demek. Bundan dolayı yeşil kartınızı Türkiye’ye açtırmadan yola çıkmayın.

Bavullarınıza koyduğunuz eşyalara dikkat edin. Gümrüğe tabi ya da gümrük limitlerini aşmış eşyalar olabilir. Bunun yanında tüm eşyalarınızı yerleştirmeden önce hepsini bir yerde toplayın. Bu sayede unutabileceğiniz eşyaları minimuma düşürmüş olacaksınız. Yola çıkmadan kesinlikle tekrar tekrar bavullarınızı kontrol edin. Eksik bavulla yola çıkmak seyahatinizi moral bozucu yapabilir.

Yolda yanınızda 10 bin avro’dan fazla para varsa bunu ilgili gümrüğe bildirmeniz gerek. Aksi takdirde gümrük görevlileri paraya el koyar ve geri almanız mümkün değildir. Bunun yanında nakit paranızı güvenli bir yerde muhafaza ederseniz hırsızlık olaylarına önlem almış olursunuz. Ayrıca benzin ödemelerinizi kesinlikle banka kartınızla yapın. Bazı ülkelerde fazla kur çevrimi yapan ya da fazla para isteyebilen uyanık satıcılar olabiliyor. Kart ile ödediğiniz takdirde fişte yazan ücret bankanızdan çekiliyor ve yakıtı aldığınız ülkenin para birimi ile sizin banka hesabınızdaki para birimi o günün kur çevirimini bankanız tarafından yapıyor.

Ben yola çıkacağım zaman kendimi manevi ve psikolojik olarak hazırlarım. Sürücüler şunun bilincinde olmalı: Uzun yolda sabırlı olmalı ve acele etmemeli. Hepimiz aynı geminin yolcularıyız. Yoldaki diğer araçları kendi ailenizden biri olarak görün. Yardımlaşın, zor durumdakilere destek olun. Çünkü sizin başka birilerine uzatacağınız o el bir gün size mutlaka geri dönecektir.

Aile içinde sabırlı, soğukkanlı ve sevecen olun, yüzünüzü asla asmayın. Stresinizi ailenize ve çocuklarınıza yansıtmayın. Şefkat ve sevecenlik yolculukta aile olmayı size yeniden öğretebilir.

Güneşten korunmak için cam güneşlikleri ve kol/boyun koruyucu örtüler kullanılması faydalı olur. Araç içinde uzun süre kapalı kalmak stresi artırabilir. Çocuklar ve yaşlılar için müzik, oyun ve molalar ile moral sağlamak önemlidir. Ayrıca, kalabalık benzin istasyonlarında hırsızlık riski bulunduğu için cüzdan, telefon ve pasaport çantalarınızı iyi muhafaza etmekte fayda var. Molalarda ihtiyacınızı giderirken aracın başında mutlaka birinin kalması ile hırsızlıkların da önüne geçmiş olursunuz. Tüm yolcularımıza yola çıkacaklara hayırlı kazasız belasız yolculuklar dilerim.

Elif Kılıç

Ludwig-Maximilians Üniversitesinde sosyoloji alanında yüksek lisans yapmakta olan Elif Kılıç, çalışmalarında sosyolojik teoriye odaklanmakta ve Almanya’daki Müslüman bireylerin ötekileştirme deneyimleri ile kimlik müzakerelerine yönelik niteliksel araştırmalar yürütmektedir. Kılıç, aynı zamanda Perspektif’in yayın kurulu üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler