'Kurulu Düzen'

“Gurbetçiler” İçin Ana Vatan Türkiye Bir Tatil Köyü mü?

Yaz aylarında Türkiye’ye gelen “gurbetçiler” denince akla ilk ne geliyor? Araçlar, hediyeler, tatil hareketliliği ya da nostalji mi? Aslında hepsinden daha fazlası: Bir kültürel süreklilik, bir kimlik yenilenmesi, bir sosyolojik döngü… “Kurulu Düzen” serisinde klişelere hapsedilen bu olguyu inceliyoruz.

Fotoğraf: Gökhan Zobar - Anadolu Ajansı.

1961 yılından bu yana yurt dışında yaşayan Türkler, yıllardır iki dünya arasında köprüler kurmakla meşgul. İşin bu yanı aslında başta “emek” ve “kültür olmak üzere pek çok açıdan bir değer olarak ele alınmaya oldukça müsait fakat, göç ve diaspora toplumları için bu hem bir yaşam tarzı hem de bir mecburiyet. Köprülerinizi kendiniz kurmalı ve yolun karşısına kendiniz geçmelisiniz. Hem de her seferinde. Bu döngü, aslında ne bir kopuş ne de yeni bir kültüre aidiyet göstergesi; bilakis, göçmen kökenli hayatın normal ritmi ve yaşamsal koşullarından biri.

“Kurulu Düzen” serisinin bu bölümünde, yaz aylarını Türkiye’de, yılın geri kalanını ise uzun yıllardır çalışıp, yaşadıkları ülkelerde geçiren diasporanın, bu durum karşısında neden eleştiriye maruz kaldıklarını anlamaya ve cevaplar üretmeye çalışacağız.

Türkiye, Diasporasını Neden ve Nasıl Klişelere İndirgiyor?

Türk diasporası son dönemlerde Türkiye’de sıklıkla eleştirilmesinin kökenleri, sosyolojik ve kültürel olarak eksik yapılan değerlendirmelere dayanıyor olabilir mi? Yaz aylarında büyük kalabalıklar hâlinde Türkiye’ye dönüşleri, çoğu zaman, “yabancılaşmış” veya “Türkiye’yi tatil köyü sanan” bir topluluk olarak algılanıyor ve bütün bu süreçte onların tarihsel emekleri, mücadeleleri, zorlu yaşam koşulları ve ayrımcılık deneyimlerine neredeyse hiç referans verilmiyor. Anthony Giddens’ın Modernliğin Sonuçları başlıklı eserinde vurguladığı gibi, modern bireyler, küreselleşme çağında aidiyetlerini tek bir mekâna sabitlemez; aksine, çoklu bağlamlarda kimliklerini yeniden inşa eder. Türkiye’den bakıldığında diaspora, Avrupa’dan getirdikleri tüketim alışkanlıklarıyla “farklı” görünürken, onlara yönelik eleştiriler, genellikle çoklu kimliklerinin karmaşıklığını göz ardı ediyor ve yüzeysel bir “göçmen” stereotipine indirgiyor.

Zygmunt Bauman, Akışkan Modernite adlı kitabında, modern bireyin kimliklerinin sabit değil, akışkan olduğunu öne sürüyor. Diaspora ve göç toplumları da aslında, bu akışkan kimliğin somut bir örneği; iki kültürü aynı anda yaşayarak ne birini reddediyor ne de diğerini mutlaklaştırıyor. Bu, bir “kararsızlık” değil, aksine, diasporaların gerçekliği. Zonguldaklı bir madenci bir ailesinin, 1990 yılında Berlin’de doğan çocukları, bugün birden fazla “ağın” bir parçası. Aynı anda Almanya ve AB vatandaşı, aile kökleri dolayısıyla Türkiye’nin ve kültürünün bir parçası, Müslüman toplumunun bir üyesi, eğitim aldığı üniversitenin akademik ağının, üyesi olduğu derneklerin, içerisinde doğup büyüdüğü toplumun ve Avrupa kültürünün de temsilcisi… Kimlikler elbette çoğaltılabilir. Ancak son zamanlarda diasporanın anavatanla olan iletişimi bütün bu çoklu kimliklerden yalnızca bir tanesi üzerinden yürüyor ve bu alana sıkıştırılıyor: “Yaz aylarında ‘lüks’ arabalarıyla vatanlarına dönen, cüzdanları ‘Euro’ ile dolu ‘gurbetçi’ kimliği.”

Aslında bu gidiş-dönüş döngüsü, göç toplumlarının olmazsa olmazlarından ve ayrılmaz bir parçası fakat, yalnızca sınırlı bir perspektiften, zaman zaman suistimal edilen ve basmakalıplara sığdırılan bir kimlik üzerinden ele alınınca arka plandaki çoklu kimlikler ve insani değerler göz ardı edilebiliyor. Klişeler olgu hâline getiriliyor.

Diaspora ve Ana Vatan Arasındaki İlişki Bir Problem Sahası mı?

Öte yandan, bizim gibi iş gücü anlaşmalarıyla Almanya’nın yolunu tutan, İtalyan ve Yunan diaspora toplulukları da benzer döngülerin içerisinde yer alıyor. İtalyan göçmenler, özellikle 20. yüzyılın başında Amerika’ya ve Almanya’ya göç ederken, yaz aylarında anavatanlarına dönerek kültürel bağlarını ve kimliklerini korudular. Sosyolog Donna Gabaccia, “Italy’s Many Diasporas” isimli eserinde, İtalyan göçmenlerin bu döngüsünün hem İtalya’nın kırsal ekonomisini canlandırdığını hem de kültürel kimliklerini koruduğunu belirtiyor. Bu topluluklarla bizim aramızdaki paralellikler oldukça çarpıcı. Yunan göçmenler de tıpkı bizim gibi, yaz aylarında düğünler, festivaller ve aile buluşmalarıyla kültürel kimliklerini yeniden üretiyor. Bu döngü, bireylerin aidiyetlerini güçlendirirken, anavatanın ekonomisine de katkı sunuyor.

Madem ekonomiden bahsediyoruz, diasporadaki insanların yaz-kış döngüsünün ekonomik sonuçlarına değinmemek olmaz. Bu açıdan bakıldığında, yurt dışında yaşayan Türklerin yazın Türkiye’ye gelmesi, yerel ekonomiye ciddi bir katkı sağlıyor. Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 2023 verilerine göre yurt dışında yaşayan Türklerin yaz aylarındaki harcamaları, turizm sektörüne yaklaşık 2 milyar dolarlık bir katkı sunuyor. Bu katkı tek taraflı değil tabii ki, Almanya Federal İstatistik Ofisinin 2022 verilerine göre, Almanya’daki Türk girişimciler, 2022 itibarıyla yaklaşık 80 bin işletme kurmuş ve en az 500 bin kişiye istihdam sağlamış durumda.

Rakamların gücü, işin sosyolojik boyutunu gölgelemesin. Diasporadaki insanların yazın Türkiye’ye gelmesi, sosyolojik açıdan bir kimlik meselesi olarak görülemez mi? Zira, yurt dışında yaşayan milyonlarca insanın, yaz aylarında anavatanlarına gelmeleri, köken kültürleriyle olan ilişkiyi sürdürebilmeleri için vazgeçilmez bir köprü vazifesi görüyor. Akrabalarla bağ kurmak, kültürel ritüelleri sürdürmek, Türkçe konuşmak için izin dönemi önemli bir fırsat. Bu, yalnızca nostalji değil; aynı zamanda bir topluluğun kendisini yeniden üretme çabası.

Diaspora, Köken Ülke İçin Bir Yük mü, Yoksa Değer mi?

Diasporanın varlığı, Türkiye için bir yük mü yoksa bir değer mi? Pek çok ülke diaspora topluluklarını bir değer olarak görüyor. İrlanda, “Global Irish” programı ile diasporasını kucaklıyor. Yurt dışındaki İrlandalıların ülkeleriyle bağlarını sürdürmek için kültürel etkinlikler, iş ağları ve “Diaspora Ödülleri” gibi girişimler sunuyor. İrlanda, diasporasını bir “ulusal değer” olarak görüyor ve onların ekonomik katkılarından yararlanıyor. İrlanda aynı zamanda, diaspora topluluklarını onurlandırmak için Dublin’de “Irish Diaspora Trail” adlı bir kültürel rota oluşturmuş durumda. Hindistan, diasporasını ekonomik ve kültürel bir güç olarak görüyor.

“Pravasi Bharatiya Divas” adlı yıllık etkinlik, yurt dışındaki Hintlileri bir araya getirerek güç birliğini teşvik ediyor. Portekiz ise diasporasını kültürel bir bağ olarak değerlendiriyor. “Portekiz Diasporası Konseyi” gibi yapılar, yurt dışındaki Portekizlilerin köken kültürleriyle olan sıkı bağlarına odaklanıyor. Portekiz aynı zamanda, diasporasının turizm ve yatırım yoluyla ekonomiye katkısını takdir ediyor. Onları onurlandırmak ve anmak için Lizbon’da bir göç müzeleri de var. Bu örnekler, diasporanın anavatan için yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sembolik bir değer taşıdığını gösteriyor. Türkiye de son yıllarda Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının (YTB) ürettiği diaspora politikası ve faaliyetleriyle yurt dışındaki vatandaşlara daha görünür hizmetler sunuyor. Ancak sokağın dönüşümü tersine işliyor gibi…

Oldukça İyi Tanınan “Yabancı” Figürü Olarak “Gurbetçiler”

Yaz aylarında “lüks” arabalarıyla vatanlarına dönen, cüzdanları “Euro” dolu “gurbetçi” basmakalıbı nasıl yerleşti? Her yaz döneminde Türkiye’de alevlenen eleştiriler, genellikle “gurbetçilerin” Avrupa’daki tüketim alışkanlıklarını Türkiye’de sürdürmelerine, yaşam standartlarını sergilemelerine veya farklı giyim tarzlarına odaklanarak onları “yabancı” ya da “yarı zamanlı vatandaş/turist” kimliği altında düşük görme yönünde yoğunlaşıyor. Bauman, modern toplumlarda “yabancı” figürünün sıklıkla rahatsızlık yarattığını belirtiyor. Ona göre, “yabancı” (stranger), toplumun içinde yer alan ancak tam anlamıyla ne “bizden” ne de tamamen “öteki” olarak kategorize edilebilen bir birey. Bu figür, aslında çok tanıdık, çünkü toplumun bir parçası ve benzer kültürel kodları paylaşıyor, ancak aynı zamanda farklı, çünkü alışılmadık davranışları, alışkanlıkları veya başka bir kültüre ait izler taşıyor. Bu da toplumda bir rahatsızlığa yol açıyor.

Meseleye buradan bakacak olursak; “gurbetçiler”, Türk kültürüne aşinadır, Türkçe konuşur ve yerel gelenekleri bilir; bu yönüyle memleketin bir parçası olduğu aşikâr ancak Avrupa’daki yaşam tarzları ve tüketim alışkanlıkları nedeniyle bir yandan da “farklı” olarak algılanıyorlar. Bu durumda, yerel halk onları ne tamamen “yerli” ne de tamamen “yabancı” olarak görüyor. Bauman’ın bu kavramı, eleştirilerin sosyolojik temelini anlamak için güçlü bir çerçeve sunuyor. Eleştiriler, genellikle gurbetçilerin bu “arada bırakılmış” konumundan kaynaklanan rahatsızlıktan besleniyor. Örneğin, “gösteriş” suçlaması, gurbetçilerin Avrupa’dan getirdikleri maddi sembollerin (arabalar, telefonlar, kıyafetler) yerel normlarla uyuşmaması nedeniyle ortaya çıkıyor. Bu, Bauman’ın “yabancı” figürünün yarattığı rahatsızlığın bir yansıması gibi: “Gurbetçiler”, tanıdık oldukları için eleştiriye açık hâle geliyor, ancak farklılıkları nedeniyle de kolayca ötekileştiriliyor.

Bu eğilim son zamanlarda sosyal medyada oldukça fazla. Peki ya sokakta da böyle mi? Görünen o ki sosyal medyada soslanarak servis edilen abartılı içerikler, gerçekliğin önüne geçmek üzere. Maalesef genelleme süreci de hızla aşılıyor ve bu konudaki olumsuz algı Türkiye’de yerleşik bir hâle gelme yolunda ilerliyor.

Peki, “Gurbetçiler” Türkiye’ye Dönmesin mi?

Yaz aylarında artan bir diğer eleştiri de “gurbetçilerin” turist gibi davrandığı ve ana vatanlarını bir tatil köyü gibi gördükleri yönünde. İşin aslı gerçekten öyle mi? TÜİK’in 2023 verilerine göre, diasporanın yüzde 42’si akraba ve arkadaş ziyareti için Türkiye’ye geldiğini ifade ediyor. Türk diasporası, özellikle yaz aylarında kültürel, sosyal ve geleneksel ritüellerle köklerine yeniden bağlanıyor. Bu da aslında diasporanın kültürel aidiyet pratiğinin ne denli canlı olduğunu gösteriyor.

Öte yandan bu geliş-gidiş döngüsü bağlamındaki eleştiriler, diasporanın yurt dışı yaşam deneyimlerinin psikolojik boyutlarını ve kendi vatanlarına dönüş özgürlüğünü göz ardı ediyor. Yaz aylarında Türkiye’ye dönüşü bir tür “kültürel nefes alma” olarak düşünebiliriz. Bu dönüşler, bireylerin kimliklerini yeniden inşa etmelerine ve ana vatanlarıyla bağlarını güçlendirmelerine olanak tanıyor. Dolayısıyla, yaz dönüşleri sadece fiziksel bir yer değiştirme değil, aynı zamanda duygusal ve psikolojik bir yenilenme süreci. Aynı zamanda yeni nesillerin, aidiyet duygusunu sürdürebilmeleri ve diaspora kimliklerini anlamlandırabilmeleri için de hayati bir döngü. Yazın Türkiye’de, yılın diğer kısımlarında yurt dışında olmak ne bir kopuş ne bir kararsızlık ne de bir gösteriş fırsatı; aksine, diaspora toplumlarının doğal bir döngüsü ve sosyolojik bir gerçeklik.

İnsanların ana vatan kabul ettikleri Türkiye, onlar için bir tatil köyü değil. Amin Maalouf’un Çivisi Çıkmış Dünya kitabında, “Ev, yalnızca bir çatı değil, toprağın hafızasıyla yoğrulan bir sığınak,” cümlesiyle diasporanın köklerine dönüş arzusunu ve memleket bağını tarif etmesine benzer şekilde, uzun yıllardır Almanya’da yaşayan Fatma Baş da şöyle söylüyor: “Her yaz Trabzon’daki baba evime gitmeden ve o toprağa basmadan kendimi eksik hissediyorum.”

Eski filmlerin zihnimize bir komedi unsuru olarak nakşettiği “gurbetçi” karakteri, son yıllarda nefret duygusuyla yaklaşılan bir simgeye dönüştü. “Gurbetçi” ve Almanya’da yaşam algısını şekillendiren eski ve yeni birçok klişe ve basmakalıp fikirler, Türkiye’de yayılmaya devam ediyor. “Misafir işçi” neslinin yaşanmışlıklarını dokümante eden DiasporaTürk’ün kurucusu Gökhan Duman, “Kurulu Düzen” serisinde günümüz Türkiye’si ve diasporası arasındaki anlam farklarını inceliyor. Serinin yazılarına ulaşmak için tıklayın.
TIKLA

Gökhan Duman

Yazar ve editör olan Duman, “11. Peron” ve “Göçüp Kalanlar” isimli kitapların yazarı, ayrıca “DiasporaTürk” isimli sosyal medya hesabının kurucusudur.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler