Müslümanca Tatil Yapmak Nasıl Mümkün?
Lüks otellerde açık büfe yemekler arasında geçen bir tatil, Müslüman bireyin ilkeleriyle uyumlu olabilir mi? Fatma Bayram, “Tatilin Müslümancası nasıl mümkün olur?” sorusunu cevaplıyor.

Çocukluk yıllarımız boyunca tatil mevsimi geldiğinde köyümüze gitmekten başka bir seçenek ihtimal dâhilinde bile değildi. Gerçi babam gücü yettiğince gezmeyi ve gezdirmeyi severdi. Yaşadığımız Osmanlı başkentinin türbe, cami ve tarihî mekanlarına ilaveten Bursa ve Edirne gibi günübirlik gezilebilecek civar şehirleri de yapabildiği kadar göstermeye ve tanıtmaya gayret ederdi. Gerek bu şehir gezileri gerekse her yaz gittiğimiz köy tatili çok kısıtlı bütçelerle gerçekleştiği için dışarda yenilmez, herhangi bir yerde ücretle kalınmaz, yol masrafı dahi olabildiğince minimize edilirdi.
Tahmin edebileceğiniz gibi bu gezi ve yolculuklar ailenin en küçükleri olan biz çocuklar için zaman zaman yorucu, hatta sıkıcı olabiliyordu. Yaz tatilinden okula döndüğümüzde tatil anılarının anlatıldığı ilk derslerde “köye gittik” demek çok hoşumuza gitmezdi. Ne zamanki yetişkinliğe adım attık, o zaman doğma büyüme şehirli olan birinin köydeki yaşamı tecrübe etmiş olmasının nasıl bir zenginlik olduğunu anlamış olduk.
İmparatorluk başkentiyle Anadolu’nun ücra bir dağ köyündeki yüzyılların donup kaldığı, neredeyse her şeyin insan eliyle üretildiği iki yaşam formu arasındaki farklara uyum sağlayabilmenin kazandırdığı sosyal esneklik kabiliyeti bu tatillerin en önemli kazanımıydı. Buna ilaveten akrabalık bağlarını besleme, envai çeşit insanı anlama/empati kurabilme, farklılıklarla baş edebilme becerileri de cabasıydı.
Çok sonraları yazın köye gitmekle, onun öbür ucu olan beş yıldızlı otelde açık büfe tam pansiyon tatil yapmak arasında rota oluşturma, planlama, organize etme ve hazırlanma aşamalarının her birinde yaratıcı becerileri artıran “seyahat” diye farklı bir tecrübe olduğunu gördüm. Eski-yeni seyyahların hatıralarını okuduğumuzda bir şehrin/dağın/gölün/ülkenin nasıl ziyaret edileceğini görürsünüz. Eğer orada da tüm aşamaları bir seyahat şirketine devretmiş pür tüketici konumunda değilseniz seyahat sizi eğitir, dönüştürür, geliştirir. Bu yönüyle seyahat ve tatil tamamen ayrışır. Bu ayrışımı daha doğru şekilde anlamak için iki kavrama da biraz daha yakından bakmak gerekir.
Tatil mi, Yoksa Seyahat mi?
Arapça “atalet” kökünden gelen tatil “âtıl etme, başıboş bırakma, ihmal etme, salma” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça “hareketsiz veya başıboş” anlamındaki “atale” fiilinden türemiştir. Aynı kökten türeyen “âtıl” kelimesi boş, işsiz, hareketsiz anlamına gelir. Tahmin edileceği üzere kökenindeki bu anlam negatiftir.
Buna karşın “seyahat” kavramı yine serbestlik içermekle beraber atalete değil harekete vurgu yapar. Belli bir hedefi olmasa da gezmek, dolaşmak anlamındadır. Tatil kelimesindeki tembellik çağrışımının karşıtı olarak seyahatte hareket vardır. Kur’an’da yeryüzünde gezip dolaşarak gözlem yapmamız ve ibret almamız birkaç yerde tavsiye edilir. Bu ayetlerde geçen “seyr” kavramı zamanla hem maddi hem de manevi yolculuk için kullanılmış, dünya üzerindeki yolculuklar için “seyr-ü sefer”, manevi gelişimimizi hedefleyen yolculuk için ise “seyr-ü süluk” terimleri geliştirilmiştir.
Ayetlerde “seyr”e “nazar”ın eşlik etmesi gerektiği vurgulanır. Yani Müslüman bir yerden bir yere hareket ederken bu eylemi boş bir amaçla değil, gözlem yapmak ve ibret almak için gerçekleştirir. (Rûm 30/9; Âl-i İmrân 3/137; Ankebût 29/20) Sefer kelimesinin kökünde bulunan “ortaya çıkmak” anlamını dikkate alan dilciler, yolculuğun insan tabiatında gizli kalan hâlleri ortaya çıkaran bir fırsat olmasına değinmişler ve birini yakından tanımak için onunla yolculuk etmenin önemine değinmişlerdir. İslam kültür ve medeniyetinin inşasında bilhassa ilim yolculuklarının ve seyahatin önemi çok açıktır. İlim öğrenmek ve öğretmek için Endülüs’ten Buhara’ya kadar İslam dünyasını dolaşan Fatıma bint Sa’d yüzlerce hikâyeden sadece biridir.
Bütün bu zengin mirasın evlatları olarak bizlerin iş dışındaki zamanlarımızı tembelleşme anlamına gelen tüketici tatil anlayışına hapsetmemiz olacak şey değildir. Müslüman’ın zaman bilincinde âtıl kalmanın imrenilen bir durum olamayacağı açıktır. Hele vakit öldürmek için para harcamak hayal bile edilemez. Peki, nasıl oldu da bu durum hepimiz için normalleşti, hatta tatil yapmamak bir yetersizlik ve eksiklik olarak algılanmaya başlandı?
İşte bu süreci anlamak için kavramın hangi aşamalardan geçtiğine ve bu süreçte kendisini ve bizi karşılıklı nasıl dönüştürdüğüne bakmamız gerekiyor. Bu dönüşümde en güçlü faktör kapitalizmin hayatımıza getirdiği tükenene kadar çalışmak olgusu. Buna küreselleşmenin sonucu olarak gönüllü biçimde katıldığımız zevk ve yaşam biçimlerinin tektipleşmesi sürecini ve hayatımızı organize etmek için gösterilmesi gereken kişisel çabanın yerini hazır ürünlerle telafi etme kolaycılığını da eklemeliyiz.
Bu kolaycılık günlük öğünlerin üretilmesinden çeşitli kutlama ve tatil dönemlerinin organizasyonuna kadar bulaşmış durumda. Öyle ki bunların her bir kalemi için yeni yeni iş kolları türüyor. Aslında iyi planlanmış bir rotada seyahat ederek yerel kültürleri tanıma yoluyla çok daha ucuza çok daha renkli ve geliştirici bir program yerine insanlar kırk çeşit kalitesiz yemeğin dayatıldığı açık büfeli, onlarca kişiyle aynı havuzu paylaşan ve günün her saati için çeşitli animasyonlarla sürekli tüketici konumunda oldukları standart tatilleri tercih edebiliyor.
Yaratıcılığın ve özgünlüğün sıfırlandığı, tatil öncesi yaşadığımız kitlesel yaşamın bir devamı şeklinde yürüttüğümüz ve hayatımızda bizi ileriye taşımayan bu tatillerin insanımıza çekici gelmesinin nedenleri üzerinde düşündüğümüzde öncelikle çocuklu ebeveynlerin hazır hizmet alarak bir hafta da olsa yemek, temizlik gibi günlük sorumluluklardan kurtulma arzusu dikkate alınmalı. Elbette “in”lerin ve “out”ların etkisi unutulmamak kaydıyla.
Tatil mekânlarının dönüşümü üzerinde yapılan akademik çalışmalar bu kurgulanmış tatil biçimlerinin turizmin hedeflemesi gerektiği düşünülen yerellik, bölgeye özgün kimlik ve kültürel sürdürülebilirlik kavramlarıyla ciddi bir ikilem doğurduğunun altını çiziyor. Bu çalışmalarda tatil için seçtiğimiz mekânlar öngördüğümüz veya arzuladığımız tüketim biçimini ortaya koyan ciddi bir gösterge olarak sunuluyor.
Bana Tatil Biçimini Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim
Müslümanların tatil anlayışı, modern zamanlarda büyük bir dönüşüm geçirdi. Geleneksel toplumlarda “tatil”, genellikle dinlenme, bağ bahçeyle meşguliyet, aile ve akrabalarla vakit geçirme gibi biyolojik veya sosyal ihtiyaçlara ya da ilim ve ibadet gibi maneviyatı besleme amaçlı meşgalelere ayrılırken günümüzde tüketim kültürünün etkisiyle lüks, gösteriş, rahatlık ve haz odaklı hâle geldi. Sınıf atlama arzusuyla tatil kavramının ilişkisine baktığımızda sadece “tatil tercihleri”ni takip etmenin dahi değişen Müslüman kimliği ve aidiyet bilincini anlamamıza yardım ettiğini görürüz.
Bu bağlamda tatil artık sadece dinlenmek değil kim olduğumuzu ortaya koyduğumuz bir sosyal göstergedir. Tatil bir sahneye dönüşmüştür. Böylece, “tatilde neredeydin?” sorusu aslında “Sen hangi sınıftansın, hangi çevreye aitsin, hangi yaşam tarzını benimsiyorsun?” sorusunun cevabını gösterir. Artık tatillerimiz bir aile etkinliği olmaktan çıkmış bir statü onayına dönüşmüştür. Böylece tatil, içsel ihtiyaç değil, toplumsal kabul görme aracı hâline gelir.
Efendimiz (sav) sık sık tefekkür için yalnızlığı, sahabe ise vakit buldukça doğaya çıkmayı tercih etmiştir. Dolayısıyla Müslüman’ın tatil anlayışı, “nefsi tatmin” değil “kalbi tahkim” hedefine yöneliktir. Yine kendi gençlik yıllarımıza baktığımda okul zamanı dışındaki hafta sonları veya sömestr sonu uzun tatiller dikiş, yemek, ev ve el işleri ya da dil öğrenme, okul sıralarında okuma fırsatı bulamadığımız ders ve metinleri okuyabileceğimiz gruplara katılma, yukarıdan aldığımızı aşağıya aktarma demek olan yaz kurslarında cami ve kurslarda küçük çocukları okutma gibi meşgalelerle geçerdi.
Bugün kişisel gelişimcilerin herhangi bir alanda uzmanlaşmak için altını çizdikleri 20 yaşından önce 10 bin saat kuralını bilmeden uygulamış, tamamen okul dışı ve gönüllü şekilde hafızlık yapmış, Arapça çalışmış, kıraat tahsil etmiş, İhya gibi klasikleri okumuş ve üniversiteye başladığımızda altyapıyı tesis etmiştik. Buradan yola çıkarak gençlere derim ki, sizi yaşıtlarınızdan farklı kılacak şey okul dışındaki vaktinizi nasıl geçirdiğinizdir. Bütün bu etkinlikleri tatilde yapılacak işler olarak görmeyen ve daha konuşurken bile sıkıcı bulup yüzünü buruşturanlara da söyleyecek sözümüz var:
SIKILMAK İYİDİR!
Çocuğunun sıkılmasından ödü kopan anne babaların birer etkinlik animatörlerine dönüştüğü günümüzde eğitimciler sıkılmanın çocuktaki yaratıcılığın ortaya çıkması ve gelişmesi için çocuğun içsel kaynaklarına yönelmesini sağlayan itici bir güç olduğunu söylüyor. Sıkıntı çocuk için kendi motivasyonunu ortaya çıkarmak, ilgi alanlarını keşfetmek ve ne yapmak istediğini bulmak için bir fırsat zamanıdır.
Yetişkinlikte kendi hobilerini geliştirmiş, iş dışındaki vaktini anlamlı meşgalelerle doldurmuş, yakınlarıyla sevgi ve saygı içeren ilişkiler kurup yürütmeyi becermiş, seyahat etmeye, öğrenmeye ve gelişmeye açık bir kişi olabilmek için çocukluktaki bu altın anların iyi değerlendirilmiş olması şarttır.
Bunun yerine sürekli yetişkinler tarafından meşgul edilerek etkinlik canavarına dönüştürülmüş çocukların motivasyon kaynakları dışarıdadır. Sadece birileri onlar için bir şey planlarsa harekete geçerler. Boş kalmaya tahammül edemez böylece uyarıcılara, sosyal medyaya veya ekranlara bağımlı hâle gelirler. Kendi hayal dünyasında derinleşemeyen, içsel kaynaklarına yabancı ve yüzeysel insanlar olurlar. Eğitimciler aşırı etkinlik ve karmaşa içinde büyüyen çocuklarda dikkat dağınıklığı, anksiyete ve değersizlik duygularının artacağını söyler ve yaratıcılığın sıkılmakla etkileşimine dikkatlerimizi çeker. Günlük hayatta yarım saatlik bir sessizlik ve boşluk anında hemen eli televizyon kumandasına veya cep telefonuna giden bireylerin bir haftalık tatillerini dahi bol etkinlikli kalabalık ve lüks otellerde planlamaları boşuna değildir.
Bununla birlikte bu tip tatil tarzını tercih eden kadınların haklı görülebilecek sebepleri de yok değildir. Kadınların yıl boyunca ev işleri, çocuk bakımı, duygusal yük ve çoğu zaman da görünmeyen emeklerle yoğun şekilde yorulmaları, onları “hiçbir şey yapmadan hizmet almak” fikrine doğal olarak özendiriyor olabilir. Bu durumda tatil onlar için belki de tükenmişliğe küçük bir mola anlamındadır. Bir hafta boyunca yemek pişirmemek, sofra kurmamak, bulaşık yıkamamak çok cazip hâle gelir. Bu anlamda açık büfeli, her şey dâhil tatiller kadınların lükse düşkünlüğünü değil; yorulmuş kadının kısa süreli de olsa nefes almak istemesini temsil edebilir.
“Helal Otel” ve Açık Büfeler Gerçekten Müslümanca mı?
Özellikle orta sınıf Müslümanların, geleneksel ve mütevazı yaşam tarzından ayrılarak dinî hassasiyetlerini kaybetmeden modern dünyaya eklemlenme arzusu “helal konseptli lüks otel tatil”e olan ilgiyi artırdı. Her iki dünyayı da tecrübe etme imkânı bulmuş olanlarımız aracın amacı dönüştürdüğünü, aletin ahlakı etkilediğini gözlemleme fırsatını da yaşamışlardır.
Kaldığımız otelin kadın-erkek ayrı havuzları veya içki servisinin olmaması gibi bazı dış koşullar sağlansa da israfın zirve yaptığı açık büfeler, lüks ve gösterişin teşvik edildiği ortamlar, “her şey dâhil” rehavet kültürü İslam’ın ruhuna ne kadar uygundur sorusu zihnimizin bir yerinde asılı durur. Bir yaşam tarzının helalliği sadece tüketilen yiyecek, içecek ve belli ortam koşullarının sağlanmasıyla mı belirlenir; yoksa helallik aynı zamanda niyetler, israftan kaçınma, vakit kullanımı ve ahlaki tutumlarla da ilişkili midir?
Her sefere çıkışında yaptığı duaya “Allah’ım! Biz, bu yolculuğumuzda senden iyilik ve takvâ, bir de hoşnut olacağın amellere muvaffak kılmanı dileriz.” niyazıyla başlayan peygamberimiz yolculuğun da bir kulluk alanı olduğunu hatırlatmıştır.
Müslüman’ın tatil anlayışında dinlenmenin iş değiştirmek ve hobilerle meşgul olarak zihni ve kalbi zenginleştirmek olduğu ilk asırlardan modern zamanlara kadar her seviyede insanın ortaya koyduğu bir gerçekliktir. Seyahatler hayatın başını ve sonunu daha iyi kavramak için ibret nazarıyla yapılır. Görgü ve bilgi yanında tefekkürü ve şükrü artırmak da tatillerin kazanımıdır. Tatil, kulluğa ara vermek değildir. Tıpkı yemek yemek, çalışmak, uyumak gibi, tatil de bir niyet meselesidir. Eğer tatil, bedeni dinlendirirken ruhu da canlandırıyorsa, o tatil Müslümancadır. Aksi hâlde şekilsel helalliğin arkasına sığınılan tatiller ne kalbe huzur verir ne de Allah katında bereketli olur.
Gösteri Değil Tevazu, Tüketim Değil Şükür
Avrupa ve Amerika’daki bazı Müslüman grupların kamp deneyimleri tatil anlayışımıza yeni bir bakış getirebilmek için öğretici olabilir. Bu kamplarda katılımcılar kendi çadırlarını kuruyor, yemeklerini ortak mutfakta sırayla pişiriyor, sabahları birlikte namaz kılıp tefekkür dersleri yapıyorlar. Çocuklar ormanda keşif oyunlarına katılıyor, odun topluyor, doğayı gözlemliyor. Elektrik ve internetin sınırlı olduğu bu kamplarda çocuklar hem sabrı hem paylaşmayı hem de basit yaşamanın güzelliğini öğreniyor. Almanya’da böyle bir kampta görev yapan bir baba şöyle diyor: “Çocuklarım ilk kez karanlıkta ormanın sesini dinlediler, ilk kez kendi elleriyle çadır kurdular. Bu deneyim bizim için bir okuldan daha etkili oldu.”
Benzer şekilde ABD’de Minnesota eyaletinde faaliyet gösteren bir Müslüman gençlik hareketi, her yıl “Doğada Kardeşlik Kampı” adı altında gençleri doğayla ve değerleriyle buluşturuyor. Katılımcılar arasında bilgisayar başında büyüyen, doğaya yabancı gençler de var. Ancak kampın sonunda, elleriyle yemek pişirmiş, arkadaşlarıyla dua etmiş ve çamurun içinde vakit geçirmiş bu gençlerin yüzlerinde gerçek bir dinginlik ve özgüven beliriyor.
Birlikte yemek hazırlamak, doğa yürüyüşü yapmak, kamp kurmak, eski bir kenti gezip tarih konuşmak, dua etmek, sessizliği dinlemek… Tüm bunlar hem bedeni dinlendirir hem ruhu eğitir. Asıl tatil de ruhun dinlendirilmesidir. Tatil, aslında bir eğitim sahasıdır. Ekrandan uzaklaşan çocuk, hayata dokunmayı öğrenir. Baba sadece maddi sağlayıcı değil, duygusal lider olur. Anne ise dinlenirken çocuğuyla birlikte üretmenin ve paylaşmanın hazzını yeniden keşfeder.
Tatilin aynı zamanda akraba ilişkileri açısından da özel bir anlamı vardır. Yıl boyunca görüşemediğimiz büyükleri ziyaret etmek, çocukların dede-nine ile bağlarını kuvvetlendirmesi, akrabalarla ilişkileri canlı tutması toplumsal doku açısından önemlidir. Ancak günümüzde bazı Müslüman aileler, akraba ilişkilerinin baskıcı, sınır tanımaz ve özel alanı ihlal eden yönlerinden yorulmuş olabilir. Bu da onları tatilde yalnızlaşan, içine kapanan, sadece çekirdek aileye yönelen bir anlayışa itmiş olabilir. Burada çözüm ya akraba ilişkilerini tamamen dışlamak ya da onları sağlıklı bir zeminde yeniden yapılandırmak değildir. Tatil bu anlamda, akraba ilişkilerini yeniden tanımlamak ve sınırları saygılı bir bağlamda yeniden kurmak için de fırsat olabilir.
Sonuç olarak; Müslümanca bir tatil anlayışı, gösteri değil tevazu, tüketim değil şükür, kopuş değil tefekkür merkezli olmalıdır. Tatil de bir kulluk alanıdır. Niyetimizi tashih ettiğimizde, en sade tatil bile en derin huzura vesile olabilir. Gerçek huzur, doğayla ve aileyle yeniden bağ kuran, emeği hatırlatan, sadeliği yücelten tatillerde gizlidir. Eğer tatili hayatı öğretmek için bir fırsata dönüştürebilirsek, çocuklarımız sadece dinlenmiş değil, aynı zamanda olgunlaşmış olarak evlerine dönerler. İşte o zaman tatil gerçekten Müslümanca bir dinleniş olur.