'Kurulu Düzen'

Millî Forma ve Çapraz Bağlar: “Gurbetçi” Futbolcuların İkilemi

Göçmen kökenli bir futbolcunun millî takım tercihi sadece bir sportif karar mı, yoksa kimlik, aidiyet ve politikanın kesiştiği bir yol ayrımı mı? Bu sorunun aklımıza getirdiği ilk konu genellikle “gurbetçi” futbolcular oluyor. "Kurulu Düzen" serisi için kimi zaman kahraman, kimi zaman hain ilan edilen bu futbolculara futbol kültüründe verilen yeri ve yaşadıkları ikili baskıya bakalım.

Soldan sağa: İsviçre formasıyla Kubilay Türkyılmaz, Türkiye formasıyla Hamit Altıntop, Almanya formasıyla Mesut Özil, Türkiye formasıyla Nuri Şahin ve Almanya formasıyla İlkay Gündoğan. Fotoğraflar: Kubilay Türkyılmaz'ın Instagram hesabı ve Wikimedia Commons. Kolaj: Perspektif.

Futbol ve ihanet kelimeleri yan yana gelince, günümüzün birden fazla ülkeyi temsil etme alternatifine sahip futbolcularına geçmeden önce, filmi geriye sarıp daha gerilimli bir hikâyeye sahip olan futbolcu Ernest Wilimowski’nin sıra dışı hikâyesiyle başlayalım. Wilimowski, 1930’larda Polonya millî takımının yıldız oyuncusuydu. İkinci Dünya Savaşı patlak verene dek 86 lig maçında 117 gol attı, dört kez gol kralı oldu. Fransa’daki 1938 Dünya Kupası’nda Brezilya’ya karşı dört gol atarak tarihe geçti. Polonya millî takımında forma giydiği 22 maçta 21 gol atarak yıldızlaştı.

Tarihteki büyük turnuvalarda, tüm Avrupalı oyuncular arasında, Wilimowski’nin ulaştığı her 30 dakikada bir gol atma ortalamasına henüz ulaşan olmadı. Polonya için oynadığı son maçta Dünya Kupası finalisti Macaristan’a karşı üç gol attı. Beş gün sonra Nazi Almanyası Polonya’yı işgal etti ve milyonlarca insan gibi onun da yazgısı kökünden değişti. Wilimowski, Nazi Almanyasında Alman kültürel kökenlerine sahip olduğu düşünülen insanları tanımlamak için kullanılan etnik Almanlar (Volksdeutsche) sınıfının içerisine dahil edildi ve kendisine Ernst ismi verilerek Almanlaştırıldı. 1940 yılından itibaren o artık “Alman” bir futbolcuydu. Wilimowski, askerlik hizmetinden kaçınmak için futbol kariyerine devam etti. 1942’de 1860 Münih’te oynarken Almanya Kupası’nı kazandı. Finalin açılış golünü attı ve turnuvayı 14 golle en çok gol atan oyuncu olarak tamamladı. Alman millî takımı için 8 kez sahaya çıktı ve 13 gol attı. Almanya lehine ve aleyhine gol atan tarihteki tek oyuncu unvanını aldı.

Polonya’nın Hâlâ Kabul Etmek İstemediği Wilimowski

Savaştan sonra ise kendisini bir hain olarak gören Polonyalı yetkililer, Wilimowski’nin ülkesine dönmesine izin vermedi. Kayıtları, onlarca yıl boyunca Polonya futbolunun resmî tarihinden silindi. Wilimowski Almanya’da kaldı ve 40’lı yaşlarına kadar futbol kariyerine devam etti. Daha düşük seviyeli bölgesel liglerde oynasa da yine gol kralı olmayı sürdürdü. 1997 yılında, 81 yaşındayken Karlsruhe’deki evinde hayata veda etti. Alman Futbol Federasyonu heyeti, cenaze törenine bir çelenkle katıldı. Polonya tarafından ise kimse gelmedi.

Wilimowski, futbol tarihinin en tartışmalı figürlerinden olmaya devam ediyor. Olağanüstü yeteneği tartışılmasa da İkinci Dünya Savaşı’nın derin travmatik izler bıraktığı bir ülkede birçok kişi tarafından hain olarak görülüyor. Diğerleri ise Wilimowski’nin savaşın korkunç ortamı içerisinde kendisi ve ailesi adına hayatta kalmak için buna mecbur olduğunu savunuyor.

Ancak bir futbolcu için ihanet suçlaması öylesine büyük bir yafta ki herkesçe onaylanmadığı sürece değişime ve eklemlenmeye muhtaç. Nitekim, Polonyalı internet sitesi Interia Sport’un 2014’te yaklaşık 2500 okuyucuyla yaptığı bir ankette, katılımcıların yalnızca %33’ü Wilimowski “hain” olarak adlandırırken, %41’i “Polonya futbolunun efsanesi” olduğunu söyledi. Geri kalanlar ise kararsızdı. Sportowe Fakty internet sitesinin 2023’te yaptığı anket, katılımcıların %57’si onun, Polonya futbolu tarihi içerisinde hak ettiği yeri alması gerektiğine inandığını, %43’ünün ise inanmadığını ortaya koydu. Wilimowski’nin öyküsü, bir sporcunun öldükten sonra dahi kahraman mı yoksa tam tersi mi olduğu sorusuna verilen cevapların zamanın ruhu, politika ve tribünlerin vicdanına bağlı olarak değişkenlik gösterdiğinin en sıra dışı örneklerinden.

Wilimowski’nin hikâyesi, bir futbolcunun saha içindeki başarısının, saha dışındaki kimliği ve politik gelişmelerle nasıl şekillendiğinin çarpıcı bir örneği niteliğinde. Onun savaş koşullarında zorunlu olarak Alman kimliğine geçişi ve Polonya’da hain, Almanya’da ise tam anlamıyla bir kahraman olarak kabul görmemesi, günümüzde göçmen kökenli futbolcuların yaşadığı kimlik krizine benzer bir durumu yansıtıyor. Wilimowski kadar olmasa da işçi göçü alan ülkelerdeki genç kuşaklardan çıkan bazı futbolcular da tercihleri nedeniyle iki tarafın da tam anlamıyla sahiplenemediği isimler hâline geldi. Göçmen kökenli futbolcular için millî takım seçimi yalnızca bir sportif karar değil, aynı zamanda aidiyet, politika ve kamuoyu baskısıyla şekillenen bir kimlik meselesi.

Geçmişten Günümüze “Gurbetçi” Futbolcular

“Türk değildir, Türk asıllı Almandır. Yani kısacası Almandır.”

Bize gelince… Ekşi Sözlük’teki “Almanya millî takımını tercih eden Türk futbolcu” başlığı altında bir kullanıcı yorumu tam olarak yukarıda verilen şekliyle yazılmış. Almanya’da doğup büyümüş Türk asıllı futbolcuların millî takım tercihleri genelde beraberinde bir tartışmayı da getirir. Türk millî takımını seçenler daha vatanperver olarak görülürken, Almanya, Hollanda, İsviçre ya da Avusturya millî takımlardan birini seçenler ise kimi zaman ihanetle suçlanır. Oysa yurt dışı menşeli futbolcuların Türk futbolunun gelişmesine olan katkıları oldukça ölçülebilir ve çoğunlukla kabul edilen bir gerçek.

2000’li yılların başında Türkiye’nin uluslararası futbol turnuvalarında yaşadığı yükselişte hiç şüphesiz yurt dışındaki işçi ailelerinden gelen gençlerin de payı vardı. Galatasaray’ın, UEFA kupasını kazanması yeni bir dönemin başlangıcıydı. Kupayı kaldıran futbolcular arasında Avrupa’da doğup yetişmiş Türk futbolcuların da yer alması Türkiye’deki futbol sektöründe önemli bir değişimi de beraberinde getirdi. Türk Millî Takımı’nın 2002 yılında kazandığı Dünya Kupası üçüncülüğüyle birlikte artık “Gurbetçi futbolcu” kavramı iyiden iyiye yerleşti. Yıldıray Baştürk, Tayfur Havutçu, Tayfun Korkut, Ümit Davala, İlhan Mansız, Mustafa İzzet, Hamit Altıntop, Colin Kazım, Mehmet Yozgatlı, Nuri Şahin ve Hakan Çalhanoğlu gibi Avrupa ülkelerinde doğmuş futbolcuların millî takıma olan katkısı Türkiye için yeni bir durumdu. 2020 yılına gelindiğinde Türkiye A Millî Takımı ve Ümit Millî Takımı kadrolarındaki toplam 51 futbolcudan 21’i başka ülkelerin altyapılarında yetişmiş futbolculardan oluşmaktaydı. Avrupa’da doğup yetişmelerine, hatta bazılarının Türkçeyi bile çok az konuşmasına rağmen ay yıldızlı formayı tercih etmesi, sahadaki performanslarından bağımsız, takdir edilmeleri için yeterli oluyordu.

Büyüdükleri Ülkenin Formasını Giyen “Gurbetçi” Futbolcular

Bu durum aynı zamanda diğer ülke millî takımlarını tercih eden Türk futbolcuların da dikkat çekmesine vesile oldu. Türk kökenli olup Alman Millî Takımı’nı seçen ilk futbolcu olarak anılıyordu Mehmet Scholl. Annesi Alman, babası Türk olan Bayern Münih’in efsanesi, Almanya Millî Takımı formasını 36 maçta giyip 8 de gol atmıştı. Yozgat’tan İsviçre’ye göç etmiş işçi bir ailenin çocuğu olarak İsviçre’de dünyaya gelen ve 90’lı yıllarda Galatasaray forması giyen Kubilay Türkyılmaz da İsviçre Millî Takımı’nda 62 maçta attığı 34 golle, uzun seneler İsviçre millî futbol takımının en golcü futbolcusu unvanını elinde bulundurdu. Türkyılmaz, 2001 yılında bir millî maç esnasında “Pis Türk!” ve “Ülkene dön!” şeklindeki ırkçı tezahüratlar nedeniyle milli takım kadrosundan kendi isteğiyle ayrılmıştı. Türkyılmaz, yıllar sonra, “İsviçre futbolu için yaptığım onca şeyden sonra bana bunu neden yaptıklarını anlayabilmiş değilim.” diyordu.

İsviçre için oynayan Murat ve Hakan Yakın kardeşler, Gökhan İnler ve Eren Derdiyok. Almanya forması giyen Mustafa Doğan, Serdar Taşçı, Mesut Özil, İlkay Gündoğan ve Emre Can. Avusturya adına oynayan Ekrem Dağ ve Veli Kavlak. İsveç’i tercih eden Erkan Zengin. Adını andığımız bu futbolcular gibi yurt dışında doğup büyüdükleri ülkenin millî takımını seçen pek çok isim sayılabilir. İçlerinde Kubilay’ın kaderini paylaşanlar da vardı.

Eski filmlerin zihnimize bir komedi unsuru olarak nakşettiği “gurbetçi” karakteri, son yıllarda nefret duygusuyla yaklaşılan bir simgeye dönüştü. “Gurbetçi” ve Almanya’da yaşam algısını şekillendiren eski ve yeni birçok klişe ve basmakalıp fikirler, Türkiye’de yayılmaya devam ediyor. “Misafir işçi” neslinin yaşanmışlıklarını dokümante eden DiasporaTürk’ün kurucusu Gökhan Duman, “Kurulu Düzen” serisinde günümüz Türkiye’si ve diasporası arasındaki anlam farklarını inceliyor. Serinin yazılarına ulaşmak için tıklayın.
TIKLA

2018 Sonrasında Almanya Millî Takımına Yönelik Tartışmalar

Mesut Özil, 2014 yılında Almanya Millî Takımı ile Dünya Kupası zaferi yaşadı. O zamanlar Almanya’nın entegrasyon politikasının ne denli başarılı olduğunu anlatan metinlerde Özil’e sıklıkla atıfta bulunuluyordu. 92 kez Almanya için sahaya çıkan Mesut, millî takıma 23 gol ve 40 asistlik bir katkı sağlamıştı. Özil’in millî takım kariyeri tartışmalar içerisinde geçti denilebilir. Millî maç seremonilerinde Alman milli marşını okumadığı için eleştirilmişti. Almanya’da beş defa yılın futbolcusu seçilen Özil, verdiği bir röportajda, “Almanya için oynuyorum, Türkiye’yi kalbimde taşıyorum.” demişti. 2018 yılında ise ırkçı saldırılar nedeniyle millî takımı bıraktığını açıkladı. “İyi oynayıp kazandıysak başarılı bir Almanım, fakat kötü oynayıp kaybetmişsek, nedense hemen göçmen kökenli olmam hatırlanıyor.” ifadesi, tüm olup bitenin özetiydi. Özil, sadece millî takımı bırakmakla kalmadı ve daha sonra Almanya’dan da ayrılmayı tercih etti.

Kariyeri başarılarla dolu olan İlkay Gündoğan ise Almanya millî takımının ilk Türk kaptanı unvanını hâlen üzerinde taşıyor. Almanya millî takımında oynadığından bu yana o da epeyce eleştiriyi göğüslemek zorunda kaldı. Almanya’nın aşırı sağcı partisi AfD’nin Eş Başkanı Alice Weidel, daha birkaç yıl evvel tıpkı Mesut Özil gibi onun da millî takım kadrosundan çıkartılmasını istemişti. Bundan birkaç yıl sonra: Almanya’nın ev sahipliğinde düzenlenen 2024 Dünya Kupası başlarken yapılan bir ankette neredeyse her 5 kişiden 1’i İlkay’ın kaptan olmasından rahatsız olduğunu söyledi. Bir dönemin kahramanıyken, bir dönemin potansiyel haini olarak ilan edilmek göçmen kökenli futbolcuları artık çok da şaşırtmıyor olsa gerek. Zira çoğu zaman, politikanın elinde şekillenen kamuoyunun bağımsız görünen ama aslında bağımlı ve değişken olan vicdanı artık tribünlerde sıkça karşımıza çıkıyor. Bu durum yalnızca futbolda görülmüyor elbette. İş yerlerinden okullara, günlük hayattan bürokrasiye kadar göçmen kökenlilerin yazgısı yerlilerin vicdanına ve zamanın dalgalanmaya çok müsait ruhuna bağlı. Futbol yalnızca dalgaların vurduğu sahillerden biri.

Yeni Bir Tür “Çapraz Bağ” Sakatlığı: İki Ülkenin Kamuoyundan Tepki Görmek

Nihayetinde günümüzde futbol söz konusu olduğunda, sporcu kimliğinizi yıllarca sürdürseniz ya da tıpkı Wilimowski gibi tarih olsanız da bazen kahraman bazen hain olmak tribünlerin kararıyla ilintili. Ancak göçmen kökenli futbolcular için bir de en korkulan sakatlık türlerinden birine yol açan “çapraz bağlar” meselesi var. Tabii bu kez fiziksel sakatlık anlamında değil. Hem içinde doğup büyüdükleri toplumda gördükleri hem de kökenlerinin geldiği ana vatanlarından gördükleri muamelenin sebep olabileceği sakatlığın adı çapraz bağlar. Bir yandan göçmen kökenli oldukları için doğup büyüdükleri ülkelerde ayrımcılığa ve nefret söylemlerine maruz kalan “gurbetçi” futbolcular, zaman zaman ana vatanları tarafından da yanlış takımı seçtikleri için eleştiriliyor ve tepkiye maruz kalıyorlar. En yakın örneklerinden, 2023 yılında Almanya ve Türkiye arasında oynanan futbol karşılaşmasında, Almanya’nın kaptanı İlkay Gündoğan, topla her buluşmasında Türk taraflar tarafından kulakları sağır edercesine ıslıklandı ve protesto edildi. 2009 yılında Almanya A Millî Futbol Takımı için seçilen Mesut Özil de aynı yıl Türkiye’den kendisine edilen hakaretlerden dem vurmuştu. Yine bir Almanya-Türkiye maçından sonra TRT’ye Almanca demeç veren Emre Can da ağır eleştirilerin odağı olmuştu.

Yurt dışında doğup yetişmiş Türk futbolcular hem formasını tercih ettikleri ülkede hem de ana vatanlarında çapraz tepkilere göğüs germek durumunda kalabiliyor. Bir yandan yeterince Alman olmadıkları için Federal Meclis merciinde bile eleştirilirken diğer yandan yeterince Türk olmadıkları için stadyumlarda protesto edilmek, mücadele etmesi zor bir durum olsa gerek. Oysa içlerinden bazıları daha Türkiye’de tanınmadan önce, doğduğu ülkenin U17 veya U19 takımlarına seçilerek temelden yükselmiş, kimi de Türkiye’den beklediği teklif gelmediği için tercihini diğer taraftan yana kullanmış. Ancak ne zaman ki “gurbetçi futbolcu” kendi liginde veya uluslararası turnuvalarda başarı kazanıyor, işte ancak o zaman ana vatanın radarlarına girebiliyor. Ardından, neden burayı değil de orayı seçtin tartışması başlıyor. Futbolcunun o güne gelene kadar yaşadıkları, kendini ispat edene kadar verdiği emek, gösterdiği çaba ve ona yapılan profesyonel yatırımlar bu tartışmalar esnasında değerlendirme dışında kalan kriterler oluyor. Ve belki de bu futbolcu kesiminin işçi göçü tarihi boyunca karikatürleştirilmiş “gurbetçi” imgesinin mirasını taşıdığını ve belki de son yıllarda giderek yaygınlaşan Türk diasporasına yönelik negatif söylemlerin öncül örnekleri olduğunu hatırda tutmak gerekiyor.

Sözün özü, işçi çocuğu olarak yetiştiği ülkenin taraftarlarınca “Dönerciye git, pis Türk, ülkene dön!” diye ayrımcılığa maruz kalırken, bir millî maç esnasında ana vatanından gelmiş taraftarların ıslık ve protestoları altında sahada ter dökmek pek adil olmasa gerek. Göçmen kökenli olmanın yazgılarından biri olan ikili yaşantı, söz konusu futbol olduğunda da travmatik izler bırakabiliyor. Çapraz bağların kopması futbolcuların en korktuğu sakatlıkların başında geliyor; zira iyileşmesi çok uzun sürüyor.

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

 

Gökhan Duman

Yazar ve editör olan Duman, “11. Peron” ve “Göçüp Kalanlar” isimli kitapların yazarı, ayrıca “DiasporaTürk” isimli sosyal medya hesabının kurucusudur.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#1

*Tüm alanları doldurunuz

  • Şamil Özcan
    2025-03-20 16:10:48

    İsviçre'de doğup büyümüş biri olarak Kubilay Türkyılmaz'ın bende yeri ayrıdır. İsviçre milli takımı maç kazandığında toplu kutlamalar yapılırdı. Biz o kutlama yapan İsviçreli grubun yanından geçsek olası ırkçı bakışlara ve homurdanmalara maruz kalabilirdik.ve o gruba çok yanaşmazdık. Ama İsviçre milli takımı o gün Kubilay Türkyılmaz'ın golü ile kazanmışsa o grubun yanından başım dik geçerdim. Burada başımın dikliğinin anlamı bellidir. Bugün burada kutlama yapabiliyorsanız, beğenmediğiniz yabancının sayesinde

Son Yüklenenler