'Gazze'

Tony Blair Yeniden Orta Doğu’da: Barış Mimarı mı, “Sömürge Valisi” mi?

72 yaşındaki eski Britanya Başbakanı Tony Blair, Trump’ın Gazze planıyla yeniden sahneye çıktı. Kimileri onu tarafları buluşturabilecek işlevsel bir aktör olarak görse de Irak Savaşı’ndaki sicili ve önceki Filistin misyonları, olası rolünü derin bir güven krizine dönüştürüyor.

Fotoğraf: Paparazzza/Shutterstock

Son otuz yılda beş ABD başkanının girişimlerine ve sayısız diplomatik hamleye tanıklık eden Orta Doğu, şimdi yeniden Tony Blair adını tartışıyor. 72 yaşındaki eski Birleşik Krallık Başbakanı, İsrail ile Hamas arasında olası bir nihai ateşkesin ardından Gazze’nin yeniden inşası ve yönetimi için şekillenen planlarda kilit bir aktör olarak öne çıkıyor. Aslında Blair’in ismi bir süredir, Donald Trump’ın Gazze’deki geçiş dönemine dair öngördüğü “yönetici” figürüyle birlikte anılıyordu. Washington’da Trump ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasında yapılan uzun görüşmelerin ardından açıklanan 20 maddelik savaş sonrası planla birlikte bu ihtimal resmiyet kazandı. Netanyahu, ortak basın toplantısında plana desteğini ilan ederken Hamas sessizliğini koruyor. Filistinlilerin uluslararası alanda meşru temsilcisi olan ve BM üyelerinin büyük çoğunluğu tarafından devlet olarak tanınan Filistin Ulusal Yönetimi ise şimdilik temkinli bir duruş sergiliyor.

Trump’ın Gazze İçin Önerdiği Planın Riskleri Neler?

Planın en dikkat çekici boyutu, Gazze’yi geçici süre yönetmek üzere “Barış Kurulu” adı verilen yeni bir uluslararası organ kurulması. Trump’ın başkanlığında toplanması öngörülen bu yapıda Blair, ileride duyurulacak diğer liderlerle birlikte yer alacak. Model iki katmanlı kurgulanmış: Stratejik ve diplomatik kararları alacak uluslararası kurul en üstte, günlük işleyişten sorumlu Filistinli teknokratların oluşturacağı yürütme grubu ise altta. Güvenlik, uluslararası bir istikrar gücü ile yerel polis arasında paylaştırılacak; yeniden inşa için Körfez ülkelerinden sağlanacak fonlarla koordinasyon üstlenilecek. Nihai amaç, yetkilerin “reforme edilmiş ve güçlendirilmiş” bir Filistin Yönetimi’ne devredilmesi. Ancak teoride düzenli görünen bu şema, pratikte pek çok belirsizlik barındırıyor.

En kritik zorluk Filistin siyasetinin iç dengelerinden kaynaklanıyor. Hamas’ın devre dışı bırakıldığı bir tabloda Filistin Ulusal Yönetimi’nin hangi ölçüde, nasıl ve hangi reformlarla devreye gireceği belirsizliğini koruyor. Netanyahu’nun cephesi Filistin Yönetimi’ni tamamen dışarıda bırakma eğilimindeyken, Mahmud Abbas ve çevresi Filistinli olmayan herhangi bir yapıyı otorite olarak tanımaya yanaşmıyor.

Bu “geçiş otoritesi” fikri, üç ayak üzerine oturtulmuş durumda: güvenlik, yönetişim ve finansman. Güvenlikte uluslararası güç ile yerel polis arasındaki denge; yönetişimde teknokrat yürütme ile üzerinde siyasi otorite rolü oynayacak kurul; finansmanda ise Körfez sermayesi ile Batılı desteğin uyumu öngörülüyor. Kağıt üzerinde mümkün görünen bu model, sahada üç temel riskle karşılaşıyor: Meşruiyet sorunu, bir sömürge idaresini andıran yönetim yapısı nedeniyle oluşabilecek hesap verebilirlik boşluğu ve geçiciliğin kalıcılaşması tehlikesi. Bu sorular yanıtlanmadan planın işlerlik kazanması pek olası görünmüyor.

Tartışmalı Bir Figür Olan Tony Blair’in Orta Doğu Diplomasisine Dönüşü

Bugün gündemdeki “Barış Kurulu” fikri, aslında Tony Blair’in uzun süredir savunduğu teknokratik ve geçici otorite mantığının güncellenmiş bir versiyonu gibi görünüyor. Blair, Gazze dosyasında zaten uzun zamandır aktifti; son dönemde Trump’ın damadı Jared Kushner ve Netanyahu’nun yakın danışmanı Ron Dermer’le birlikte çalıştığı biliniyor. Bu üçlü, Trump’ın talebiyle geçtiğimiz ağustos ayında bir araya gelerek Gazze’nin geleceğine dair planın ilk taslaklarını şekillendirmişti. Blair’in Beyaz Saray’daki üst düzey toplantılara bizzat katılması, hem aktörlerle kurduğu ilişkilerin derinliğini hem de ağının hâlen ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.

Aslında Blair’in Orta Doğu sahnesindeki ilk rolü çok daha eskilere dayanıyor. Başbakanlıktan istifa ettiği gün, 27 Haziran 2007’de, Orta Doğu Barış Süreci için Dörtlü Temsilcisi (ABD, AB, Rusya, BM) olarak atanmıştı. Görevi, Filistin Ulusal Yönetimi’ni bir devlet kurma hedefi doğrultusunda hazırlamak; idari kapasiteyi güçlendirmek, ekonomiyi desteklemek ve düzen ortamını tesis etmekti. Görevine başladığında Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesinin üzerinden yalnızca iki hafta geçmişti. Bu gelişme, Filistin halkını fiilen ikiye bölmüş; Gazze Hamas’ın, Batı Şeria ise Fetih’in yönetimi altında kalmıştı.

Blair, Hamas’la doğrudan temas kurabilmek için uzun süre beklemek zorunda kaldı. Ancak 2014’teki çatışmalar sırasında perde arkasında önemli bir rol oynadı ve Mısır’ın arabuluculuğuyla İsrail ile Hamas arasında ateşkese giden düzenlemelerde etkili oldu. 2015’te görevinden ayrıldıktan sonra da bölgeden kopmadı; Riyad, Abu Dabi, Kahire ve Tel Aviv’deki karar vericilerle yakın bağlarını sürdürdü.

Blair’in adı, 2025 yazında yeniden Orta Doğu gündemine taşındı. Kurucusu olduğu Tony Blair Institute for Global Change (TBI), İsrailli iş insanlarının Boston Consulting Group’la hazırladığı tartışmalı bir Gazze planıyla ilişkilendirildi. Filistinlilere bölgeden ayrılmaları için para ödenmesini öngören bu tasarı büyük tepki topladı. TBI ise sürece doğrudan dahil olmadığını, yalnızca iki çalışanının istişare amaçlı birkaç görüşmeye katıldığını ve Blair’in şahsen hiçbir temas kurmadığını açıkladı.

Tüm bu tartışmaların ardından, Washington’da Trump ve Netanyahu’nun düzenlediği basın toplantısında “Barış Kurulu” resmen duyuruldu. Trump, konseye başkanlık edeceğini ve ilk üye olarak Tony Blair’i belirlediklerini açıkladı. Blair’i “iyi, çok iyi bir adam” sözleriyle tanımlayan Trump, böylece eski Britanya Başbakanı’nı bir kez daha Orta Doğu’nun merkezine yerleştirmiş oldu.

Ancak Blair’in adı yeniden gündeme geldiğinde herkes aynı heyecanı paylaşmadı. BM’nin Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese, Blair’in olası rolüne sert bir dille karşı çıktı: “Tony Blair mi? Hayır, kesinlikle hayır. Ellerinizi Filistin’den çekin. Acaba Lahey’de buluşsak mı?” diyerek Blair’in Irak savaşı nedeniyle savaş suçlarından yargılanması gerektiğini hatırlattı.

Irak Savaşı’yla Hatırlanan Blair’ın Geçmişi ve Kötü Şöhreti

Tony Blair, 1994’te İşçi Partisi’nin başına geçtiğinde genç, enerjik ve umut veren bir lider olarak görülüyordu. 1997 seçimlerini kazanarak başbakanlık koltuğuna oturduğunda, “Benim kuşağım, tüm hayatımızı savaşa girmeden geçirme ihtimalini düşünebilen ilk kuşaktır,” diyerek döneme damga vuracak bir iddia ortaya koymuştu. Fakat on yıllık iktidarının sonunda Blair, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Britanya askerlerini en çok cepheye gönderen başbakan olarak hatırlandı.

Başbakanlığı boyunca dış politikada iz bırakan adımlar attı. 1998’de Kuzey İrlanda barışını mümkün kılan Hayırlı Cuma Anlaşması’na öncülük etti. Bir yıl sonra Kosova müdahalesi sırasında NATO’yu aynı çizgide buluşturan liderlerden biri oldu. Sierra Leone’deki iç savaşta hükümete destek için İngiliz askerlerini gönderdi, 11 Eylül sonrası ise ABD’nin Afganistan işgaline katıldı. İsrail açısından Blair’in “güvenilir aracı” olarak görülmesinin sebebi de bu pragmatik ve baskı kurabilen siyaset tarzıydı. Eski Başbakan Ehud Barak’ın sözleri Blair’e atfedilen bu işlevi özetler nitelikte: “İsrailliler, Filistin Yönetimi’nin işin içinde olmasını kolay hazmedemez ama Blair gibi biri olursa bu kısmen değişebilir.”

Ancak Blair’in Ortadoğu’daki sicili en çok Irak savaşıyla anılıyor. 2003’te ABD Başkanı George W. Bush’la birlikte Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu iddiasına dayanarak ülkesini savaşa soktu. Sekiz yıl süren savaşta yüz binlerce Iraklı sivil hayatını kaybetti, bölge derin bir istikrarsızlığa sürüklendi. Blair’in bu kararı hem ülkesinde hem de Ortadoğu’da itibarına onarılamaz zarar verdi.

2016’da yayımlanan Chilcot Raporu, Blair’in Irak’a müdahale için “tatmin edici olmayan” bir hukukî gerekçeye dayandığını ortaya koydu. Blair’e karşı savaş suçu davası açılmaya çalışıldı ancak 2017’de Britanya Yüksek Mahkemesi davayı engelledi. Bu nedenle Blair’in adı bugün hâlâ Irak işgaliyle özdeşleşiyor; Orta Doğu’da ise birçok kişi için onun olası rolü bir “sömürge valisi” çağrışımı yapıyor. The Independent’in Yardımcı Yayın Yönetmeni Sean O’Grady’nin bu konuda uyarıyor: “Blair’in atanması, ikinci bir Britanya Filistin Mandası hissi yaratıyor ki ilki de 1948’de kötü bir şekilde sonlanmıştı.”

72 yaşındaki Blair, bir zamanlar barış mimarı olarak lanse edilen bir liderken, bugün hâlâ yüz binlerce insanın ölümüne yol açmış Irak Savaşı ile lekelenmiş bir figür. Orta Doğu’daki yeni misyonu, onun bu karmaşık mirasını daha da tartışmalı hâle getiriyor.

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler