Dosya: "Terörizm ve Şiddet"

Bir Direniş: IRA ve Kuzey İrlanda’nın Barışa Yolculuğu

20. yüzyıl boyunca İrlanda’nın kuzeydoğusunda yaşanan çatışmalar hem yerel halkı hem de Britanya siyasetini köklü biçimde etkiledi. Peki, IRA’nın 20. yüzyıl başında silahlı bir direniş hareketi olarak doğuşundan barış sürecine entegre olmuş siyasi bir yapıya dönüşümüne kadar geçen karmaşık süreç nasıl gerçekleşti?

©futurewalk/shutterstock.com

İngiltere, VIII. Henry döneminde Katolik dünyadan ayrılarak Anglikan kilisesini kurdu. Ancak bu dinî reform Krallığın bazı bölgelerinde gerçekleşmemişti. İrlanda halkı büyük oranda Katolik olarak kalmaya devam etti ve bu durum bir mezhepsel ayrılığı beraberinde getirdi. Britanya’nın 17. yüzyılda kolonyal tedbirler alarak İrlanda’nın kuzeydoğu bölgelerine Protestan yerleşimciler getirmesi, sorunu yalnızca mezhepsel farklılığın ötesinde bir de topraklarına el koyulan halk düzlemine taşıdı. İki halk arasındaki iktisadi eşitsizliklerin de beslediği bu durumun sonucunda Birleşik İrlanda’yı inşa etmeyi amaçlayan ayrılıkçı hareketler ortaya çıktı.

İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) ise Britanya yönetimine karşı İrlanda milliyetçi direnişinin silahlı kanadı olarak 20. yüzyılın başında kuruldu. Özellikle Kuzey İrlanda’nın statüsü konusunda, IRA’nın rolü zamanla önemli değişimler geçirdi. Başlangıçta IRA, Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık’tan ayrılması ve İrlanda Cumhuriyeti ile birleşmesi hedefiyle silahlı bir mücadele yürütürken, sonraki on yıllarda daha barışçıl ve siyasi yöntemlere yöneldi.

1919’da kurulan ilk IRA, İrlanda Bağımsızlık Savaşı’nda Britanya güçlerine karşı gerilla savaşı yürüten bir örgüttü. Ancak 1921’de İrlanda adasının bölünmesi ve Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık bünyesinde kalması sonrasında, IRA içinde farklı fraksiyonlar oluştu. Kuzey İrlanda’daki Katolikler, Britanya hâkimiyetine karşı direnmeye devam etti. IRA’nın temel hedefi, Kuzey İrlanda’yı Birleşik Krallık’tan ayrıştırarak İrlanda Cumhuriyeti ile birleştirerek adada bir Birleşik İrlanda kurmaktı. Bu amaç siyasi alanda Sinn Féin Partisi tarafından takip edilse de IRA başlangıçtan itibaren siyasi otoriteden bağımsız hareket etmiş, hatta zaman zaman bağımsızlık mücadelesinde siyasi kanadın önüne geçmiştir.

Özellikle 1960’lara gelindiğinde, Kuzey İrlanda’da Katoliklerin maruz kaldığı ayrımcılık ve hak ihlalleri, gerilimi tırmandırdı. Bu koşullar, IRA’nın bölgede yeniden güç kazanması ve silahlı direnişin fitilinin ateşlenmesinde rol oynadı.

The Troubles: Silahlı Mücadele Dönemi (1960 ve 1990’lar)

1960’ların sonlarında Kuzey İrlanda’da toplumlararası gerginlik hızla arttı. 1968’de Katolik sivil haklar hareketine karşı sert polis müdahaleleri ve Protestan sadık (İng. “loyalist”) grupların karşı gösterileri sonucunda şiddet olayları patlak verdi​. 1969 Ağustos’unda mezhep çatışmaları kontrolden çıkınca, İngiliz hükûmeti bölgede Britanya Ordusu’nu konuşlandırdı​. Bu dönem, daha sonra “The Troubles” olarak anılacak yaklaşık 30 yıllık çatışma sürecinin başlangıcı oldu.

1969-1970 yıllarında IRA kendi içinde bölündü. Aralık 1969’da Dublin’deki bir Sinn Féin toplantısının ardından IRA, “Resmî IRA” (Official) ve “Geçici IRA” (Provisional) olarak iki kanada ayrıldı. Her iki grup da birleşik ve sosyalist bir İrlanda ideali beyan etse de yöntem konusunda ayrışıyorlardı: Resmî IRA parlamenter siyaseti tercih ederek 1972’den sonra şiddeti reddederken, Geçici IRA (PIRA) Britanya’yı İrlanda’dan çıkarmak için siyasi motivasyonlu şiddetin gerekli olduğuna inanıyordu​. Diğer yandan Protestan toplum içindeki Ulster Gönüllü Kuvvetleri (UVF) ve Ulster Savunma Birliği (UDA) gibi Britanya yanlısı paramiliter gruplar da silahlanarak çatışmalara katıldı​.

1970’ler ve 1980’ler boyunca Kuzey İrlanda, bombalı saldırılar, suikastlar ve sokak çatışmalarıyla gündemdeydi. IRA, Britanya güvenlik güçlerini ve hükûmet hedeflerini vurmak için gerilla taktikleri ve bombalama kampanyaları yürüttü​. Özellikle de 1972 “Kanlı Pazar” olayında Londonderry’de barışçıl göstericilere İngiliz Paraşüt Alayı’nın ateş açması sonucu 13 sivilin öldürülmesi, şiddetin dozunu arttırdı.

Ardından IRA, misilleme olarak aynı yıl “Kanlı Cuma” adı verilen bir dizi bombalı saldırıyla Belfast’ta 9 kişinin ölümüne sebep oldu​. Bu dönemde IRA, eylemlerini Londra ve Birmingham gibi Britanya şehirlerine de taşıdı. 1984’te Başbakan Margaret Thatcher’ı hedef alan bombalı bir suikast girişimi dahi oldu. Öte yandan, Britanya’ya sadık paramiliterlerin de Katolik sivillere yönelik saldırıları artmıştı. Örneğin 1974’te UVF’nin Dublin ve Monaghan’da düzenlediği bombalı saldırılarda 33 kişi hayatını kaybetmişti. Bu “düşük yoğunluklu savaş” atmosferinde, sokağa çıkma yasakları, keyfî gözaltına alma gibi uygulamalar günlük hayatın parçası hâline gelmişti​.

Çatışmaların insani bilançosu ağır oldu. The Troubles süresince karşılıklı olarak IRA, Britanya güvenlik güçleri ve Britanya’ya sadık paramiliter grupların saldırılarında 3.600’den fazla insan öldürüldü. Ölenlerin yaklaşık yarısını siviller oluşturuyordu. On binlerce kişi de yaralandı veya hayatları derinden etkilendi. Bu dönem, ekonomik durgunluk ve göç gibi yan etkilere de yol açarak Kuzey İrlanda toplumunda da derin travmalar bıraktı.

Siyasi Sürece Geçiş: Sinn Féin ve Barış Arayışları

1980’lere gelindiğinde, on yıldan fazla süren çatışma ne tamamen bastırılabilmiş ne de IRA’nın hedeflerini gerçekleştirmesini sağlamıştı. Bu ortamda IRA ve onun siyasal kanadı olarak görülen Sinn Féin, çift yönlü bir strateji benimsedi. “Armalite ve oy sandığı” şeklinde özetlenen bu strateji ile bir yandan silahlı direniş sürdürülürken, diğer yandan siyasi arenada da mücadele verilmeye başlandı. Özellikle 1981 Açlık Grevleri, IRA’nın siyasi yöneliminde bir dönüm noktası oldu. Maze Cezaevi’nde tutuklu IRA üyelerinin başlattığı açlık grevinde on mahkûm (aralarında sembolik bir figür haline gelen Bobby Sands de vardı) hayatını kaybetti. Bu olay, milliyetçi toplulukta büyük yankı uyandırdı ve Sinn Féin’in kitlesel desteğini artırdı. Bobby Sands’in grev sırasında parlamento üyesi seçilmesi, cumhuriyetçi harekete siyasi yoldan da başarı kazanabileceğini gösterdi.

1980’lerin sonunda ve 1990’ların başında, çatışmaya son vermek için hem kamuoyu baskısı arttı hem de diplomatik girişimler hız kazandı. Sinn Féin liderleri (örneğin Gerry Adams ve Martin McGuinness), bir taraftan IRA içindeki sertlik yanlılarını ikna etmeye çalışırken, diğer taraftan İngiliz hükûmeti ve Kuzey İrlanda’daki ılımlı milliyetçi parti SDLP (lideri John Hume) ile dolaylı temaslar kurdular​. Bu girişimlerin bir ürünü olarak Aralık 1993’te İngiltere Başbakanı John Major ile İrlanda Başbakanı Albert Reynolds ortak bir bildiri yayınlayarak (Downing Street Bildirisi) İngiltere’nin “Kuzey İrlanda’da çıkarı olmadığı”nı ve bölgenin geleceğinin halkın rızasına bağlı olduğunu ilan etti​. Bu önemli açıklama, IRA’ya koşulsuz teslim olma dayatılmadan siyasi çözüme kapı aralamış oldu.

Sonuç olarak, 1994’te IRA tek taraflı ateşkes ilan etti. Bu ateşkes, yaklaşık 25 yıl süren kesintisiz şiddetin ardından önemli bir dönüm noktasıydı. Ateşkes kararı, ardında uzun yıllar süren gizli diplomasi ve görüşmelerin olduğunu gösteriyordu​. Her ne kadar 1996’da görüşmeler çıkmaza girdiğinde IRA kısa bir süreliğine ateşkesi bozup bombalı eylemlere geri dönse de barış zemini tamamen kaybolmadı. 1997’de İngiltere’de Tony Blair liderliğindeki hükûmetin işbaşına gelmesi ve IRA’nın yeniden ateşkese dönmesiyle barış süreci ivme kazandı. Sinn Féin, barış görüşmelerine dâhil olabilmek için şiddetten uzak durma taahhüdünde bulundu ve bu sayede müzakere masasına oturdu. Tüm tarafların katılımıyla uzun pazarlıklar sonucunda 1998 yılının Nisan ayında tarihî bir anlaşmaya ulaşıldı.

IRA’nın Silahsızlanması ve Barışa Entegrasyonu

10 Nisan 1998’de imzalanan Hayırlı Cuma Anlaşması (İng. “Good Friday Agreement”), Kuzey İrlanda’da süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan kapsamlı bir barış mutabakatı oldu. Belfast’ta imzalandığı için Belfast Anlaşması olarak da bilinen bu belge, İngiltere ve İrlanda hükûmetleri ile Kuzey İrlanda’daki başlıca siyasi partilerin (Sinn Féin dâhil) uzlaşısıyla hayata geçirildi​. Anlaşma, 22 Mayıs 1998 tarihinde hem Kuzey İrlanda’da hem de İrlanda Cumhuriyeti’nde halk oyuna sunularak ezici çoğunlukla onaylandı​. Bu, halk desteğinin de barıştan yana olduğunu net biçimde ortaya koydu.

Hayırlı Cuma Anlaşması’nın getirdiği düzenlemeler, üç temel ayağa oturmaktaydı: Kuzey İrlanda’da gücün paylaşımı, Kuzey İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti’nin iş birliği ve son olarak İrlanda Cumhuriyeti ile Birleşik Krallık arasında bir iş birliği. Böylece tek taraflı Londra yönetimi (“direct rule”) yerine, her iki topluluğun da temsil edildiği bir özerk yönetim modeline geçilerek Birleşik Krallık’ın Kuzey İrlanda’nın gelecekte İrlanda ile birleşme olasılığını, buradaki halkın rızasına bağlayan prensibi (self-determinasyon) tanıması gerçekleşti.

Bunların yanı sıra, anlaşma şiddetin tamamen bırakılması için somut adımlar içeriyordu. Tüm paramiliter grupların silah bırakması (“decommissioning”) uluslararası denetim altında öngörüldü. Çatışma sırasında işlenen suçlardan mahkûm olmuş birçok tutuklunun belli koşullarla erken tahliyesi karara bağlandı. Tartışmalı emniyet kurumu Kraliyet Ulster Polis Teşkilatı lağvedilerek yerine toplumsal temsiliyeti daha dengeli yeni bir polis teşkilatı kurulması planlandı​. Anlaşma, dünya çapında barış için bir başarı örneği olarak övgü aldı ve Kuzey İrlanda’da büyük umut yarattı. Nitekim 1998 sonunda, Nobel Barış Ödülü, barışa katkılarından dolayı hem Katolik John Hume’a hem Protestan lider David Trimble’a verildi.

Ancak her ne kadar Hayırlı Cuma Anlaşması geniş bir kesim tarafından desteklense de herkes tarafından benimsenmedi. Hatta IRA içindeki radikal bir grup, anlaşmanın getirdiği ateşkesi kabul etmeyerek örgütten ayrıldı ve Gerçek IRA (Real IRA) adıyla yeni bir yapı oluşturdu​. Bu grup barış anlaşmasından dört ay sonra bir bombalı saldırı düzenleyerek 29 kişinin ölümüne yol açtı​. Bu saldırı, Sinn Féin ve IRA liderliği de dâhil olmak üzere tüm kesimler tarafından sert bir şekilde kınandı ve barış sürecine halk desteğini daha da pekiştirdi.

Nihayet, 28 Temmuz 2005’te IRA tarihî bir açıklama yaparak 36 yıldır sürdürdüğü silahlı kampanyanın tamamen sona erdiğini ilan etti​. IRA liderliği tüm birliklerine “silahlı mücadeleyi bırakmaları ve tamamen barışçıl, demokratik yöntemlere odaklanmaları” talimatını verdiğini duyurdu​. Bu açıklama, İngiltere Başbakanı Tony Blair tarafından “eşi benzeri görülmemiş büyüklükte” bir adım olarak nitelendi. Ardından Eylül 2005’te uluslararası denetçiler, IRA’nın elindeki bütün silahları imha ettiğini ve örgütün “silahlarını kalıcı olarak devre dışı bıraktığını” doğruladılar. Böylece IRA, yaklaşık yarım yüzyıla yaklaşan silahlı mücadelesini fiilen sonlandırmış oldu.

Silahsızlanma ile birlikte, IRA mensupları toplum hayatına entegre olmaya ve Sinn Féin çatısı altında siyasi çalışmalara yöneldi. Sinn Féin, barış süreci sonrasında hem Kuzey İrlanda’da hem de İrlanda Cumhuriyeti’nde yükselen bir siyasi güç hâline geldi.

2007 yılında Kuzey İrlanda’da tarihi bir gelişme yaşandı; eski IRA komutanı Martin McGuinness, Protestan Demokratik Birlik Partisi Lideri Ian Paisley ile birlikte bölgesel hükûmetin başkan yardımcısı olarak görev aldı. Bir dönem birbirlerini düşman ilan eden tarafların aynı hükûmet masasında oturması, barışın kalıcılığı açısından dönüm noktasıydı. Sinn Féin yıllar içinde Kuzey İrlanda’da en büyük milliyetçi parti konumuna geldi ve 2020’lerde bölgenin en güçlü siyasi aktörlerinden birine dönüştü. Bugün ada genelinde tartışmalar, silahlı çatışma yerine siyasi yollarla birleşme olasılığı veya Kuzey İrlanda’nın statüsü gibi konular etrafında cereyan ediyor.

Birleşik Krallık ile İlişkilerin Dönüşümü

Günümüzde Birleşik Krallık ile İrlanda Cumhuriyeti, Kuzey İrlanda barışının garantörleri olarak yakın iş birliğini sürdürüyor. Her ne kadar Brexit süreci gibi gelişmeler Kuzey İrlanda’da siyasi gerginlik potansiyeli yaratsa da (örneğin sınır ve gümrük meseleleri), 1998’den beri elde edilen barış kazanımlarının korunması tüm tarafların önceliği olmaya devam ediyor. Birleşik Krallık hükûmeti, eski çatışma dönemine dönülmemesi için hem yerel Kuzey İrlanda yönetimiyle hem de İrlanda Cumhuriyeti ile düzenli istişareler yapıyor. Anglo-İrlanda ilişkileri, IRA’nın silah bıraktığı, Sinn Féin’in hükûmetlere ortak olabildiği bu yeni dönemde hiç olmadığı kadar olumlu bir seviyeye ulaştı.

Sonuç olarak, IRA’nın Kuzey İrlanda’daki rolü, silahlı mücadeleden siyasi çözüme evrilen bir hikâyeyi temsil ediyor. Tarihsel olarak şiddet sarmalıyla anılan bir örgüt, zaman içinde silahları susturarak siyaset zeminine çekildi ve bölgeye barışın gelmesine katkı sağladı. Bu dönüşüm, sadece IRA ve İrlanda milliyetçi hareketi için değil, Birleşik Krallık-İrlanda ilişkileri için de yeni bir sayfa açtı. Bugün Kuzey İrlanda, geçmişin acı mirasıyla hesaplaşmaya devam etse de sorunlarını demokratik siyaset yoluyla çözmeye çalışan bir toplum olarak geleceğe daha umutla bakmaktadır.

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

 

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler