'Filistin'

Filistin Sadece Müslümanların Davası mıdır?

Gazze’deki soykırıma dur demek isteyen Küresel Sumud Filosu'na Müslümanlardan gelen olumlu-olumsuz tepkiler ve benzer vakalar, Batı’ya dair nefret ve hayranlık arasındaki ince çizgiyi yeniden önümüze koydu. Fakat belki de mesele Batı’yla kurulacak ilişkinin karakterini seçmek değil, bu ikisinin ötesinde bir yeri bulmak olmalıdır: İnsanlığın ortak zeminini.

Fotoğraf: Ben Gingell/Shutterstock

“West and the rest” dikotomisiyle üç asırdır dünyanın istirahatini mahvetmiş sömürgecilik ve yeni-sömürgeciliğin edebiyat alanındaki bir numaralı sözcüsünün Rudyard Kipling olduğunu düşünürüm. Bir dönem dünyanın yarıdan fazlasını sömürgesi haline getirmiş bulunan Büyük Britanya emperyalizmini ‘medenîleştirme misyonu’ yükleyerek aklamaya çalışan “Beyaz Adamın Yükü” başlıklı şiirin de sahibi olan Kipling’e göre, “Doğu Doğudur, Batı da Batı. Ve bu ikisi asla bir araya gelemez.”

Batı–Doğu Arasında “Hünerli Bir Salınma”: Hayranlık ve Nefretin Kökleri

Oysa yine Batıda, Kipling’in bu keskin ayrıştırmasına taban tabana zıt bir bakış, o henüz dünyaya gelmeden çoktan ifade kalıbına dökülmüş durumdadır. Hâfız-ı Şirâzî’nin Almanca’ya çevrilen şiirleri üzerinden gözünü de, aklını ve gönlünü de Doğuya ve İslâm’a doğru açan gerçek bir ‘dünya şairi’ olarak Goethe, Hâfız’a bir şükrâne olarak yazdığı West-östlicher Divan’da (Batı-Doğu Divanı) şöyle demektedir:

Wer sich selbst und Andere kennt,
Wird auch hier erkennen:
Orient und Okzident
Sind nicht mehr zu trennen
Sinnig zwischen beiden Welten
Sich zu wiegen, lass ich gelten;
Also zwischen Ost und Westen
Sich bewegen, sei’s zum Besten!

(Kişi biliyorsa kendini ve tanıyorsa başkalarını
Şunu da çok iyi bilir ki;
Ayrılmaz olmuştur artık birbirinden
Doğu ve Batı.
Her iki dünya arasında
Hünerli salınmayı münasip bulurum;
Yani Doğu ile Batı arasında
Hareket etmek en iyisi olmalı!)

Kipling ve benzerleri gibi keskin bir Batı-Doğu ayrışması yerine Batı ile Doğuyu buluşturan ‘hünerli bir salınma’yı tercih eden Goethe, okuduğu Kur’ân âyetlerinden ilhamla “Doğu da Allah’ındır, Batı da Allah’ın / Kuzey ve güney illeri huzur içinde O’nun ellerinde” dizelerinin de şairidir. Bu iki dizenin ilki, doğrudan bir Kur’ân âyetinden alınmadır (bkz. Bakara, 2:115, 142). Şuarâ sûresinin 28. âyeti, Hz. Musa’nın tebliğ sürecinde Allah’ı “Doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan her şeyin de Rabbi” olarak tanıttığını bildirir. O ki, “doğuların Rabbi ve batıların Rabbi” (Meâric, 70:40), ‘iki doğunun Rabbi ve iki batının Rabbi’dir (Rahmân, 55:17)

Goethe’nin Kur’ân’daki ilgili âyetlerden de ilham alarak geliştirdiği Batı ile Doğunun ‘ayrılamaz bir bütün’ olduğu yaklaşımına karşılık, Batıda kazanan görüşün ‘bu ikisi asla bir araya gelemez’ diyen Kipling’in yaklaşımı olduğunu tecrübeten biliyoruz. Gelin görün ki, bu keskin ayrışmanın galip geldiği diyar sadece Batı değildir. Nitekim, Rudyard Kipling’in emperyalizmin bir nevi ‘edebiyat sözcüsü’ olarak dile getirdiği yaklaşımı, onun tam aksi bir duygulanımla, yani emperyalizm ve sömürge karşıtlığı üzerinden ifade edegelen nice Doğulu da bulunmaktadır.

Batıda dünyanın geri kalanına mâdûniyet atfeden ve ‘sömürgeleştirilerek medenîleştirileceği’ öngörülen topluluklar gözüyle bakan yaklaşımı bu söylemle sömürgeciliğini aklamaya çalışırken, bu yaklaşımın radyoaktif serpintileri Doğudaki kalblerde ve zihinlerde aynı sonucu veren iki zıt duygulanım ve tutuma üretmiş durumdadır. Bir tarafta ‘güzel olan herşeyin’ oraya ait olduğu ve oradan geldiği düşüncesiyle gelişen bir Batı hayranlığı, öte tarafta vitrini ve meydanı ‘Batı’ olan modern uygarlığın ‘arka sokakları’ndaki yıkımın ürettiği Batı nefreti… Hatta, bu nefret-hayranlık zıtlığının aynı bünyelerde beraberce barındığını söylemek daha doğru olacaktır. Hayranlığa mukabil erişemenin beslediği nefret ya da görünür yüzdeki nefretin ardına saklanmış gizli hayranlık.

Türkiye dahil İslâm ve Doğu coğrafyasında Batı karşıtlığının simgesi ve sözcüsü durumuna gelmiş kişilerin dahi Batı üniversitelerinden mezuniyetlerin yer aldığı CV’lerle itibar devşiriyor olmaları yahut çocuklarına Batılı eğitimi—hatta mümkünse doğrudan Batılı ülkelerin okullarında—temin etme çabaları, bu zıt duygulanımın kişilerde beraberce varlığının bir tezahürü niteliğindedir.

Filistin Aynasında Batı’ya Bakmak: Nefret-Hayranlık İkileminin Güncel Yüzü

Aynı Doğulu kişilerde biri örtük diğeri açık şekilde var olan iki zıt duygulanımın son bir tecellisini Gazze’de olup bitenler vesilesiyle gördük. İsrail’in Batılı hükûmetlerin askerî yardımı, silah satışı, diplomatik desteğiyle; yanısıra Batı akademi ve medyasının önemli kısmını örtme veya aklama operasyonları ile birlikte (yani Batılı devletlerin suç ortaklığında) gerçekleştirdiği soykırım karşısında insanlık adına ümidi diri tutan belki en önemli olgulardan biri, bizzat Batıda bilhassa gençlerin başı çektiği bir isyan ve itirazın da dile gelişiydi. Batılı ülkelerin hemen hepsinde gerçekleşen protesto eylemlerinin yanısıra, İsrail’in Gazze’ye karşı yaklaşık yirmi senedir uyguladığı insanlık dışı ablukaya karşı insanî bir itiraz olarak yola çıkmış Sumud filosuna birçok Batılı ülke dahil elliye yakın ülkeden beşyüze yakın kişinin katılmış olması da insanlık adına ümitleri diri tutan bir gelişmeydi. Buna karşılık Müslüman ülkelerde otoriter rejimlerin iradeler üzerine koyduğu ipotek ve kalblere yerleştirdiği korku sebebiyle Batıdaki kadar kendiliğinden ve özgün eylemler gerçekleşmediği için, Batıdaki protestolar üzerinden hayranlığın yeniden üretimi kabilinden söylemler geliştiği gibi, yine Müslüman ülkelerde kimliği, ideolojisi, cinsiyeti, giyim tarzı vs. gibi gerekçeler üzerinden bu eylemleri yapanların ve dolayısıyla eylemlerin küçümsendiği yaklaşımlara da şahit olduk.
Nitekim, otoriter rejimlerin suskunluğa alıştırılmış ve eylemsizliğe mahkûm edilmiş fertleri hariç dünyanın her tarafından insanlar ABD başta olmak üzere Batılı güçlerin de desteğiyle İsrail’in Filistin’de işlediği insanlık suçlarına karşı ayağa kalkarken, bu meyanda Batıda gerçekleştirilen gösterilere ve sair eylemlere karşı Türkiye’de yapılan değerlendirmelerin de iki zıt yönde kümelendiğini gördük: (1) özellikle Batıdaki eylemleri görme ve öne çıkarma, (2) Batıdaki eylemleri özellikle gözardı etme, küçültme veya küçümseme.

Halbuki, İsrail’in işlediği mezâlime karşı Batıdaki insanlar dahil dünyanın her yerinde vicdanlı insanların ayağa kalkmaları ve deyim yerindeyse bir ‘küresel vicdan’ın zuhuru, Kipling’in ve tersinden ‘Kiplingizm’e maruz kalanların düşündüğü şekilde bir Batı-Doğu ayrımını gösteriyor değildi. Batının ve Batılının üstünlüğünü göstermediği gibi, onların mâdûniyetini gösteriyor da değildi. Basit ve yalın bir gerçekti ortada olan: Olup bitenler, dünyanın her yerinde iyilerin ve kötülerin, dünyanın her yerinde zalimlerin ve zulme direniş gösterenlerin varlığını gösteriyordu!
“İki doğunun ve iki batının Rabbi” olan Allah’ın kulları olan insanların buluşabileceği ‘insanlık’ ortak zeminini gösteren bir tabloydu zuhur eden. Batının tek ve yekpare olmadığını, Doğunun da tek ve yekpare olmadığını belgeliyordu. Dolayısıyla meselenin Doğuda veya Batıda, Doğulu yahut Batılı, Doğudan yahut Batıdan yana olmak değil, iyi olmak veya kötü olmak meselesi olduğunu belgeliyordu.

Bu çok değerli yönüyle, ‘devletlere karşı insanların savaşı’ diye yorumladığım bu küresel manzara, Müslüman dünyada her fırsatta ortaya çıkan nefret-hayranlık salınımları arasında gidip gelmeden durabileceğimiz bir adresi bize gösteriyor: Evet, dünyada büyük kötülükler var ve kötüler güçlü. Evet, İsrail bir haydut devlet ve ‘işgal’le başlayıp ‘etnik arındırma’yla devam eden zalimliğini ‘soykırım’a vardıracak sefillikte olduğunu pervasızca ortaya koydu. Evet, Batılı güçler ya fiilî desteği veya eylemsizliği İsrail’in gönüllü suç ortağı oldular. Ama buna karşı dünyanın her yerinden ve bu arada Batıdan vicdan sahibi insanların kendileri için türlü çeşit riskleri göze alarak ortak bir karşı duruş gösterebildiğini de gördük. Yani, ‘insanlık’tan yana ümitli olmak için hâlâ bir sebep var.

O sebeple, olup bitenlerin yürünmesi gereken yolu daha bir berraklaştırdığını söyleyebiliriz: ne self-oryantalizm, ne de oksidentalizm… Ne kendini tamamen edilgen kılacak şekilde nesneleştirerek kötülük kadar iyilikte de ‘özne’ olarak sadece Batılıları resmeden bir Batı hayranlığı; ne de Batıyı ‘bütün kötülüklerin anası,’ kendisini ise ‘özne’ olarak hiçbir şey yapmaya muktedir olmayan bir ‘mağdur’ olarak resmedip Batıda insanlık adına ayağa kalkanları da yok sayan ve küçümseyen bir Batı düşmanlığı…

Bu iki aşırılığa ne mecburuz, ne de mahkûm. Bilakis, dünya üzerinde iyilerin, adaletten, eşitlikten, hakkaniyetten, barıştan ve huzurdan yana olanların dayanışması için bir zemin her zamandan daha güçlü bir şekilde var.
Dünyanın her yerinden kötüler nice zamandır birbiriyle dayanışmayı başarırken, dünyanın her yerinden iyi insanların silkinişi ve buluşması zuhur ederse, Batı-Doğu ayırt etmeksizin, bu ‘canavarlar zamanı’nı geride bırakıp yeni bir dünyaya uyanabiliriz.

Metin Karabaşoğlu

1964 yılında İzmir’in Tire ilçesinde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini burada gördükten sonra İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. Okul yıllarında yazmaya başladığı Köprü dergisinin bir süre yayın yönetmenliğini de yaptı. İz Yayıncılık’ın kuruluşunda yaklaşık 5 yıl editörlüğünü üstlendi. Muhtelif yayınevlerinde yayın yönetiminde bulundu. Muhtelif radyo ve TV’lerde programlar yaptı. Karakalem Yayınlarını kurdu, Karakalem dergisinin yayın yönetmenliğini yürüttü, Karakalem Seminerlerini başlattı. Çok sayıda kitabın tercüme, edisyon ve redaksiyonunda imzası olduğu gibi, bir dizi ismin yayın dünyasına kazandırılmasına da katkıda bulundu. 

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler